Britanya Kraliyeti Hindistan'ı 1858'de Doğu Hindistan Şirketi'nden (East India Company) devraldı ve 1870 yılında Hindistan Britanya Kraliyetine resmen dahil edildiğinde Hindistan'da 600 civarı beylik varmış. Bunların bazıları Avrupa ülkeleri kadar büyük nüfusa sahipken örneğin en küçükleri olan Vijanoness'in toplam nüfusu 200 civarındaymış.
Sadece en büyük beyliklerin hükümdarları hangi dinin mensubu olduklarına göre krallar kralı, yani maharaja, navab (hindu) veya nizam (müslüman) ünvanına sahipmişler.
Toplumsal mevkileri karşılamalarda onurlarına havaya sıkılan ateşin sayısı ile ölçülürmüş. Örneğin Bohorada maharajasının karşılamasında havaya 21 kere, Rampur'un Navab için 15 kere veya Maihar maharajası için 9 kere ateş edilirmiş.
Britanya'nın hakimiyetine boy eğdikleri ve Britanya Kraliyetine vergilerini zamanında ödedikleri sürece İngilizler maharajala ve küçük saltanatlarına dokunmazmış. Böylece İngilizler hem maharajalara istediklerini yaptırır, hem de beylerine tabi olan halkın beyleri ve beylerin kolluk kuvvetleri tarafından kontrol altında tutulmasını ve isyan etmemelerini sağlamışlar.
Siyasal güçlerinden yoksun edilmelerine rağmen gerek topraklarının tabiat zenginlikleri yüzünden gerekse çok verimli çalışan bir vergi sistemi sayesinde inanılmaz zenginliklere sahip olabilen marajaların yapabilecekleri tek şey zevk ve sefa içinde yaşamakmış.
1858 ile 1930 yılları arasında 'altın zamanlarını' yaşayan maharajaların bazıları, maddi bolluk içinde işi gücü olmayan insanların nasıl bir israfa müsait olduğunun en iyi örneklerindendir.
Örneğin 1870'e kadar hükmeden Baroda beyi Khande Rao'nun 60.000 (altmış bin) güvercini varmış. Bir gün rahiplerine bir çift güvercinini evlendirme emri vermiş ve bu mutlu 'güvercin çiftinin' düğününde muhteşem bir havai fişek gösterisi yaptırmış. Ama maalesef sarayın kedilerinden biri düğün esnasında 'damadı' yemiş.
Aynı maharaja özel beslenme sayesinde agresifleştirilen fillerle gergedanları dövüştürüp seyretmeyi çok severmiş. Ayrıca kendisi esnediğinde havada olan sineklerin kaçması için etrafında duran herkesin parmaklarını şıklatmasına dair kanun çıkarmış.
Zamanında dünyanın en zengin adamı, Heydarabad Kralı Usman Ali Khan Bahadur, çok dindar ve bilge olarak bilinirmiş. 'Tanrının Gölgesi' veya 'Çağının Aristosu' gibi lakapları varmış. O kadar zenginmiş ki, sarayını basan kenelerin 8 milyon USD değerinde banknotları yemiş olmalarını umursamamış bile. Bu kralın erotik resim ve fotoğraf koleksiyonu varmış. Bu fotoğrafların bir çoğu sarayının banyolarına yerleştirdiği gizli kameralarla misafirleri olan bitenden habersiz banyo yaparken çekilen fotoğraflarmış.
Yeni Delhi şehrine yaptığı bir seyahat esnasında hareminde bulunan 200 cariyesini de yanında götüremilmek için özel tren seferi tutmuş.
Peygamberin isminin yazılı olduğu en ufak kağıt parçasının yırtılmasını veya yakılmasını yasaklayan kanun yapmış. O dönem 'Muhammed' beyliğinde en yaygın olan erkek ismi olduğu için tabii ki içinde 'Muhammed' ismi geçmeyen tek bir gazete bile yokmuş. Onun için özel devasal bir daire açıp tüm gazeteleri (basılan her nüshalarını) arşivlettirmiş.
Rampur'un Navab Seyid Muhammed Hamid Ali Khan Bahadur sindirim sistemi çok iyi çalşan bir kralmış Onun için helasını tahta çevirmiş... veya belki de tahtını helaya, artık hangi açıdan bakılırsa... Böylece hiç tahtından kalkmadan beyliğine hükmedebiliyormuş Ayrıca bu kral, sinirlendiğinde tek bir kelimeyi bile tekrarlamadan iki saat boyunca kesintisiz 3 farklı dilde (Punjab, Urdu ve Farsça) küfür edebilme yeteneğine sahipmiş.
Çocuklarının düğünlerinde beyliklerinin yarım yıllık gelirini harcayabilen bu maharajaların bazen de cömertliği tutuyormuş. Öyle ki, halkın önüne çıkıp kendilerini tartırıyor ve ağırlıkları kadar altını halklarına dağıtıyorlarmış.
Maharajanın çocukları tabii ki İngiliz eğitim sistemine göre kurulan İngiliz yatılı okul ve kolejlerinde, İngiliz öğretmenler tarafından eğitiliyormuş. Böyle okullarda bazı çocuklaırn 100 civarı hizmetçileri varmış ve tabii ki İngiliz değer ve hayat şartlarını benimsemeleri sağlanıyormuş.
Dolayısıyla töresel 'kaplan avı' gibi tutkularının yanı sıra kriket, polo oyunlarına merak ve hepsinde bir de 'Rolls-Royce' bağımlılığı varmış. Ve tabii ki babaları öldükten sonra tahta geçen bu çocuklar bu hayat tarzına devam ederlermiş.
Jaipur maharajası mesela, Rolls-Royce arabası ile gezinti yaparken yanında her zaman 60 polo ponisi ve hayvanlar için gerekli seyisleri alırmış.
Bharatpur maharajası ise garajından bazı Rolls-Royce'ları çöp toplama için hizmete vermiş.
Patiala'lı Singh Bhupinder 125 kilo ağırlığında, devasal bir bıyığı olan adammış. 500 binek atı, 350 cariyesi ve 27 Rolls-Royce'u varmış. Arabalarının tamircisi tabii ki bir İngiliz ustaymış.
O dönemde bile haremine plastik cerrahi doktorları gelir, cariyelerini maharajanın zevkine göre 'tedavi(!)' ederlermiş.
Ayrıca 'radium'la erkeklik gücünü artıran fransız yapımı bir makineye sahipmiş.
O dönem Rolls-Royce merakını paylaşmayan bir maharaja bilinir. O da Alvar'lı Jai Gingh. İçi ve dışı altın kaplama ve direksiyonu gerçek fildişi olan arabası Lancester markaymış ve arabanın arka bölümü İngiliz Kraliyet faytonunun tıpatıp bir kopyasıymış.
Bu beylerin israfı sadece maddi zenginlikle alakadar değilmiş. Aynı zamanda tabiat güzelliklerini ve hayvanları koruma konusunda da pek israfkarlarmış.
Dönemin en büyük kaplan avcısı olarak bilinen Gwalior maharajası Madhav Rao Sindia'nın düzenlediği kaplan avlarında öldürülen kaplanlar yanyana konulduklarında 2,5 mil uzunluğunda bir zincir oluştuğu iddia edilir.
Bu yaman avcının başka bir özelliği de kaplanları avlamak için keçi veya koyun değil yaşayan çocukları kullanmasıymış. Bu davranışı eleştiren olursa 'Asla bir kaplanı ıskalamadığım için çocuklar güvende, merak etmeyin.' dermiş.
Bir iddiaya göre Yugoslavya başkanı Titto'nun ziyareti esnasında uğruna düzenlenen bir avda 4 kaplan vurduğu söylenmektedir. Oysa Titto kaplanların sadece filmini çekmek istiyormuş.
Genel olarak hayvanları umursamadıkları kadar, meraklı oldukları hayvanlara adeta tapacak tutkuda olan maharajalar da varmış. Örneğin 800'den fazla köpeği olan Junagadh beyi Mahabat Khan Babi Pathan. Köpeklerini o kadar çok severmiş ki, her köpeğinin ışıklı, telefonlu bir odası ve özel hizmetçisi varmış. Hizmetçinin görevi köpeğin yemeği, sağlığı, temizliği ve kıyafetleri ile ilgilenmekmiş.
Köpeklerden biri ölürse Chopin'in Cenaze Marşı çalınırmış.
En çok sevdiği dişi köpeği Roshana'yı bizzat kendi 'damada' teslim etmiş. Roshana'nın 'düğünü' foydal tarihin en büyük israflarından biri olarak bilinir. Davetli olan Britanya Kral varisi bile utancından daveti reddetmiş derler.
Düğüne 50.000 onur misafiri insan davet edilmiş. Damat her biri bir başka fil üstünde oturan 250 'sağdıç(!)' köpek tarafından karşılanmış.
Parfümlenmiş, mücevherler takılı Roshana ve damat düğün yemeğinde bizzat Mahabat Khan Babi Pathan'ın sağ tarafında yer almışlar.
Her maharajanın hayvan takıntısı yokmuş. Mesela Rampur'lu Navab'ın yemek tutkusu meşhurmuş. Sarayında her biri sadece bir tür yemekten sorumlu olan 300 aşkın aşçısı varmış.
Bu kadar zengin kralların hazinesinde tabii ki elmas olmaması düşünülemez. Ama bazıları elmasları pek kullanışsız bulurmuş. Örneğin yukarıda ismi geçen Heydarabad Kralı Usman Ali Khan Bahadur meşhur 162 karatlık 'Jakup-Elmasını' masasında kağıt tutacağı olarak kullanırmış.
Yine yukarıda ismi geçen Baroda beyi Khande Rao ise, meşhur 130 karatlık 'Güneyin Yıldızı'-Elmasını ise festivallerde önü çeken zürafasının boynuna asıyormuş. Sonra Güneyin Yıldızı bir ara kaybolmuş. Herkes çalındığını düşünürken maharaja öldükten sonra veliahtı elması babasının terliklerinin biri içinde bulmuş.
1930'larda dünya kamuoyu böyle alenen sergilenen israfa tepki vermeye başlamış. Ve 1947 senesinde Hindistan resmi bağımsızlığına kavuştuktan sonra zaten maharajaların devri bitmiş. En son 1970'lerde başbakan İndira Gandi maharajaların son geri kalan imtiyazlarını da kaldırmış.
Bazı bölgelerde maharaja ve soylarından gelenler hala büyük saygı görmekte. Torunları artık ya siyasette ya da özel sektörde faaliyet göstermekteler.
Bu dönemin Hindistanın'dan genel olarak alınabilecek bir ders varsa o da bence şu;
Sırtını daha büyük bir güce dayamış ve kendi saltanat ve koltuklarına dokunulmayanlar saçmalama, abartma, sorumsuzluk ve utanmazsızlıkta sınır tanımayabiliyor.