YORGUN ASKER
Heinrich ve eşi Franja bir kaç sene sonra kimsenin Hitler ve Nazileri hatırlamayacağına inanıyorlardı. Ciddiye alınacak, toplumun sıkıntılarına gerçek çözüm olacak bir politikaları yoktu. Ancak insanların sıkıntılarını ve korkularını kullanıyorlardı. Ama bunlar da bir şey değiştiremeyeceklerdi.
1. Dünya Savaşı'ndan önce Polonya'dan atalarının vatanı Almanya'ya gelmiş ve Bremen'e yerleşmişlerdi. Her ne kadar ikisi de daha önce hiç Almanya'da bulunmamış olsalar da kanunen Alman vatandaşıydılar. Zaten biri Alman vatandaşı olmasa bile eş durumundan o da vatandaşlığa alınıyordu. Daha yeni evli sayılırlardı. Heinrich baba mesleği terziliği öğrenmişti. Polonya'dan yanlarında getirebildikleri az bir sermaye ile Heinrich bir giyim mağazası açmak istiyordu. Öyle büyük bir şey değil, zaten büyük bir mağaza için yetmezdi paraları. Tam 'yeni vatanlarına' yerleşmiş ve dükkan için uygun mekan ararken 1. Dünya Harbi başlamıştı ve Heinrich askere gitmişti.
Franja Polonya'da aldığı keman eğitimi sayesinde zengin bir ailenin yanına çocuk bakıcısı ve müzik hocası olarak işe başlamıştı. Kiraladıkları evi terk etmiştiler. Franja ailenin villasında kendine verilen bir odada kalmaktaydı. Böylece Heinrich'in bıraktığı sermayeye dokunmasına gerek kalmadığı gibi, kendi de az da olsa para artırabiliyordu. Heinrich'i özlemese ve onun can güvenliği için tedirgin olmasa, şansı bile sayılabilirdi. Yanlarında çalıştığı aile ona çok iyi davranıyordu.
Ailenin çocuklarını da kendi çocuklarıymış gibi sevmişti. Tek erkek çocuk en büyükleri 13 yaşında Karl'dı. Müziğe hiç mi hiç kabiliyeti yoktu ama zekiydi. Ara sıra yaptığı muziplikler hariç uslu ve uysal bir çocuktu. İyi kalpli ve saygılıydı. Babalarının çocuklara resmi davranması ve disipline önem vermesi Karl'ın ihtiyaç duyduğu baba sevgisini görememesine sebep oluyordu. Ama büyüdüğünde babasını ve neden böyle davrandığını anlayınca Karl'ın içini buran hüznün gideceğinden emindi Franja.
Bay Emil von Hartwich köklü bir aristokrat aileden geliyordu. Annesini hatırlayamayacağı yaşta kaybettikten sonra kızkardeşinin genç yaşta veremden ölümü ailenin ikinci büyük kaybı olmuştu. Kendisi ufak yaşlardan beri askeri okullarda eğitim görmüş ve İmparatorluk Ordusunda denizci binbaşı rütbesine kadar görev yapmıştı. Bir tatbikatta kaza geçirmiş, omuriliğinde 3 halka kırılmış, iki halka çatlamıştı. Yürüyor olabilmesi bile büyük şanstı. Hastahaneden çıktıktan kısa süre sonra babası aniden kalpten öldüğü için deniz kuvvetlerinden yedek subay olarak ayrılıp ailenin işlerinin başına geçmişti. 1. Dünya Savaşı nedeniyle tekrar görev emri almıştı ama geçirdiği sakatlanma yüzünden cephede değil, Bremen'de deniz kuvvetleri merkezinde görev yapıyordu.
Karısını ve çocuklarını deli gibi seviyordu. Dürüst ve ilkeli bir adamdı. Ama küçük yaştan beri askeri disipline alışık olduğu için her ne kadar çocuklarını sevse de onlarla arasına koyduğu mesafeyi bir türlü aşamıyordu. Sadece en küçük kızı beş yaşındaki Emelie'yi biraz daha şımartıyordu. Eşinin bu huyunu bilen İngrid von Hartwich her ne kadar çocukların baba sıcaklığına özlemini anne şefkati ile telafi etmeye çalışsa da, özellikle ergenliğe adım atmış Karl için babanın yeri farklıydı işte.
Franja çalışkanlığı ve ve çocuklara olan sevgisi ile kendini sevdirmişti ve von Hartwich'lerin yanında o döneme göre güvenli ve huzurlu bir hayat sürdürmekteydi.
1918 yılında bir Nisan akşamı çocukları yatırdıktan sonra İngrid von Hartwich Franja'yı eşinin çalışma odasına çağırmıştı. Bayan von Hartwich kanepede oturmuş eşi ise büyük camın önünde yanlamasına durmaktaydı. Franja içeri girince bay von Hartwich ona doğru döndü ve „Otur lütfen." dedi.
Birden Franja odanın içinde hakim olan sessizliği ve ciddiyeti hissetti. Gösterilen koltuğa oturduğunda kalbi deli gibi çarpıyor ve dizleri titriyordu. Yok olamazdı. Olmamalıydı... Sormaya cesaret edemiyordu.
Franja'nın durumunu fark eden bayan von Hartwich söze başladı „Franja,…" sonra eşine baktı. 'Bay von Hartwich'in sana söyleyecekleri var.'
Franja yutkundu, gözleri dolmuştu. „Yoksa?…" diye sorabildi.
Franja'nın korkusunu anlar anlamaz „Hayır" dedi bay von Hartwich „Ölmedi. Eşin yaşıyor, korkma."
Franja'nın sinirleri boşaldı. Çığlık atmamak, hüngür hüngür ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Bir kaç kere derin nefes aldı.
Yaşıyordu... Heinrich yaşıyordu. Ama bir şey olmuş olmalıydı. Yoksa von Hartwich'ler onu buraya çağırmazlardı. Mümkün olduğunca kendini toplayarak bay von Hartwich'e baktı.
„Orduda subaylık yapan bir doktor silah arkadaşım var. Belki görmüşsündür, Dr. von Waldeck, ara sıra beni burada ziyaret etmişti. Çocuklar hakkında konuşurken seni yanımıza almamızın özellikle çocuklarımız için ne kadar büyük şans olduğunu bahsetmiştim, yani senin adın geçmişti. İşte o yaklaşık 4 ay evvel Kaiserslautern'e ordu hastahanesine tayin edildi. 3 ay evvel hastanede 'Lipinski' soyadı ile Bremen'den komada yatan bir yaralıya denk gelmiş. Kendisine soramadığı için bana telefon açıp, yaralının seninle alakası olup olamayacağını sordu. İsminin Heinrich olduğunu duyunca eşin olduğunu hemen anladım. Dr. von Waldeck'in yardımlarıyla Heinrich'i Kreuznach'da özel bir sanatoryuma aldırdık.
Uzun süre durumu kritikti. Bir bomba patlamasında yaralanmış. Ama kendine geldi ve artık taburcu olabilecek durumda. Aslında,... taburcu oldu bile. Kendisi yarın buraya gelecek."
Franja duyduklarına inanamıyordu. Heinrich gelecekti. Yarın Heinrich yanında olacaktı... Artık göz yaşlarını tutamadı. Sevinçten ağlamaya başladı.
Bay von Hartwich konuşmaya devam etti „Dediğim gibi, uzun süre durumu kritikdi, komadan uyanacak mı, uyanacaksa ne zaman uyanacak belli değildi. Onun için sana bir şey deyip endişelenmeni istemedik. Ama emin ol, kötüleşme olsaydı seni hemen Kreuznach'a gönderecektik. Ama ne mutlu, gerek kalmadı. Umarım bunun için bize kızgın değilsin."
Kızgınlık mı?
Franja utanmasa kalkıp bay von Hartwich'i kucaklayacaktı. Eşi ve kendisi sadece kocasının geri geleceği müjdesini vermekle kalmamışlardı. Bu insanlar bir de hiç tanımadıkları ve hiçbir bağları olmayan Heinrich'in en iyi tedaviyi görmesini sağlamışlardı. Bu kadar iyilik karşısında Franja söyleyecek söz bulamıyordu.
Sonunda „Size…" dedi, yutkundu. Boğazı tıkanmıştı. „Size nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Asla bu iyiliğinizi unutmayacağım. Borcumu ödemek için gerekirse hayatım boyunca çalışacağım…"
Bayan von Hartwich „Borç mu?" diye sordu. „Borcun falan yok Franja, sakın böyle şeyler düşünme." dedi.
Franja zaten düşünebilecek durumda değildi aslında.
Ama bay von Hartwich hala gergindi. Sanki söylemediği bir şey varmış gibi tedirgin. „Yalnız Franja…" dedi
Evet vardı işte, illaki bir olumsuzluk gelecekti...
Franja derin bir nefes alan bay von Hartwich'e baktı. „Maalesef…" diye devam etti bay von Hartwich „…maalesef bilmen gereken bir şey var. Doktorlar Heinrich'in hayatını kurtarabildiler, sağlığı iyi. Ama hastahaneye geldiğinde ağır yaralıymış. Yani...' durakladı bay von Hartwich 'yani savaş bu. Maalesef bacağını kurtaramamışlar. Heinrich'in sağ bacağı dizinin hemen altından alınmış. Şimdi geçici protez takmışlar, ama söz veriyorum buraya gelsin tedavisine en iyi doktorlarla devam edeceğiz ve en iyi protezin takılmasını sağlayacağım. Çok üzgünüm."
Franja konuşurken eşinin yanına oturan bay von Hartwich'e ve eşi İngrid'e baktı. „Üzgün mü?" diye sordu ve devam etti. „Bana dünyaları verdiniz. Heinrich'im yaşıyor ve yarın bana geliyor... Değil bir, isterse iki bacağı olmasın."
***
Bremen garının peronları doluydu. Gerek gelecek trene binmek için gerekse trenle gelecekleri karşılamak için insanlar sabırsızlıkla bekliyordu. Bekleyenlerden biri de Franja'ydı. İçi içine sığmıyordu. Nihayetinde treni uzaktan gördü. Artık Heinrich'e kavuşmasına an kalmıştı ama tren bir türlü yaklaşmak bilmiyordu. En azından Franja öyle hissediyordu. Gerçekte bir kaç dakika, Franja'nın içinde bulunduğu ruh haline göreyse neredeyse ebediyet süren bir süreç sonrası nihayetinde tren perona geldi ve durdu, kapılar açıldı ve içinden insanlar inmeye başladı.
Franja Heinrich'in hangi vagonda olduğunu bilmediği için peronun en başında bekliyor ve başını yukarıya uzatarak kalabalığın içinde Heinrich'i arıyordu. Ne kadar zamanın geçtiğini bilemiyordu, belki çok beklememişti ama zaman ona hiç akmak bilmiyor gibi geliyordu. Acele, acele hareket eden kalabalığın içinde yavaşça topallayarak yürüyen bir silüet gördü uzaktan. Sanki kalbi durar gibiydi. Yüzünü tam olarak göremiyordu, ve gördüğü kişinin şekli hatırladığı Heinrich'ten çok daha zayıftı. Elinde bezden küçük bir çuval taşıyordu.
Yüzünü göremiyor, şeklini benzetemiyordu ama içinden bir ses gelenin Heinrich olduğunu söylüyordu. Daha fazla duramadı yerinde ilk önce yavaş yavaş sonra koşarak Heinrich'e doğru gitti. Heinrich de onu görmüş ve duraklamıştı. Artık tam karşı karşıya duruyorlardı. Değişmişti kocası, çok zayıflamıştı. Yüzünde eskiden hatırlamadığı kırışıkları gördü ve gözlerinde bugüne dek hiç bir insanda görmediği bir yorgunluğu.
Hiç bir şey demedi Heinrich. Sadece olduğu yerde dikili kaldı. Belki başka zaman, başka şartlarda olsa Franja korkar, çekinir ve ilk hareketin Heinrich'ten gelmesini beklerdi ama dayanamadı ve Heinrich'e sarıldı. Ve Heinrich Franja'dan sadece bu hareketi bekliyormuş gibi sımsıkı sardı karısını. Öyle bir sardı ki, sanki asla bir daha kollarının arasından başka yere gitmesine müsade etmeyecekmiş gibi.
İkisi de henüz bir şey konuşmamışlardı, ne kadar orada durduklarının farkında değildiler ama bir müddet durmuş olmaları gerekiyordu çünkü peronda yolcular bekleyen trene binmişlerdi ve kondüktörler trenin kapılarından tutunarak dışarı sarkarken düdük çalarak trenin kalkacağına dair sinyal veriyorlardı.
Yavaşça Heinrich'in kollarından kurtulabildi Franja ve göz yaşlarını sildi. Taşımak için elini bez çuvala uzattı ama Heinrich müsade etmedi, çantasını omuzuna attı. Ancak o an Heinrich'in yaslandığı bastonu idrak etti Franja ve kocasına destek olmak için onu diğer kolundan tuttu ama Heinrich'İn desteğe ihtiyacı yoktu. Yine de bir şey demedi Franja'ja ve ikisi de yavaş adımlarla yürümeye başladılar.
Kavuşmalarından beri hakim olan sessizliği ilk Franja bozdu. Heinrich'e bakmadan, yanında kolunu tutarak, adeta boşluğa konuşur gibi „Geldin." dedi „Dualarım kabul oldu, nihayet geldin…" Sözleri Heinrich'e mi yönelikti, yoksa sadece kendi kendine mi konuluyordu belli değildi.
Heinrich aynı şekilde Franja'ya dönmeden „Ben giderken sağlıklı, sağlam bir adamla evliydin. Artık sakat ve yarım bir kocan var." dedi ve „Tanrı'dan dilediğinin bu olduğundan emin misin?" diye sordu.
Franja hafif bir durakladı ama hemen yürümeye devam etti. „Haklısın" dedi Heinrich'e. „İstediğim bu değildi. Tanrı bana istediğimden fazlasını verdi. Çünkü artık bir daha seni kimse çağıramayacak. Hep yanımda kalacaksın."