1933, 27 Şubatı 28'ine bağlayan gece Weimar Cumhuriyeti Parlamento binası kundaklanarak yandı.
Aslında kundaklanan sadece bir bina değildi. Bütün dünyaydı. Ama bunu dünya 12 sene ve 55 milyon ölüden sonra anladı.
Her ne kadar kundakçı olarak Hollandalı solcu, komunist Marinus van der Lubbe tutuklansa da, suçu bugüne dek ispatlanabilmiş değildir ama onun suçlu olduğunun varsayılmasını gerektiren kuvvetli ipuçları var. Lakin gerekçeleri ve azmettiriciler hakkında bugün ki görüşler çok farklı.
Yangının çok geniş etkisi oldu.
28 Şubat 1933'te 'Reichscumhurbaşkanı tarafından Millet ve Halkı koruma düzenlemesi' meşrulaştırılarak OHAL ilan edildi. Böylece Weimar Cumhuriyeti'nin Anayasası'ndaki temel hak ve özgürlükleri iptal edildi ve Hitler'in siyasi karşıtlarının takip ve tutuklanması için zemin hazırlanmıştı.
Nasyonal Sosyalist Dikta'nın meşruiyet kazanmasının ilk adımıydı bu.
Bir anda hapishaneler dolup taşmaya başladı ve tutuklular çok olduğundan emprovize edilmiş kamplara toplandılar. Nazi toplama kamplarının ilk şekliydi bu kamplar.
Yangınla alakadar Hermann Göring "Bu komunist bir ayaklanmanın başlangıcı, şimdi harekete geçecekler. Kaybedilecek hiç bir dakika yok." demiş.
Hitler ise çok daha açıkça niyetini ifade etmiş: "Artık affetme yok, yolumuza kim çıkarsa ezilip geçilecek. Alman milleti bağışlayıcılık için anlayış göstermeyecektir. Her komunist görevli karşılaşıldığı yerde kurşuna dizilecek. Daha bu gece komunist milletvekillerinin asılması gerek. Komunistlerle bağlantıda olan her şey belirlenmeli. Sosyal Demokrat ve Bağımsız Demokratlara karşı da koruma olmayacak."
Genel olarak Lubbe'nin kundakçı olduğu düşünülse de, asıl fikir bu kundaklamanın bir bireysel eylem olduğuna dair. Yani o dönem planlanan bir komunist ayaklanmaya dair delil yok.
Suçlu Lubbe olsun, olmasın, bireysel olsun veya hala keşfedilmeyen bir örgütün planı ile hareket etmiş olsun... Gerçek şu ki, yanan Reichstag Nasyonal Sosyalistlerin çok işine yaradı.
Nasyonal Sosyalistlere karşı olan her türlü düşünür, sanatçı, siyasetçi, memur ve sivil insanlara karşı yapılan cadı avı meşruiyet kazandı. Mart 33'te olacak seçim için zaten yangın esnasında var olan seçim kampanyasının konusu terörizm oldu.
Weimar Cumhuriyeti 1914'ten beri olağan üstü durumlarda parlamentoyu bazı konularda 'yetkilendirirdi' Bu tür yetkilendirmeye 'Yetkilendirme Kanunları' denirdi. Devletin bir organı tarafından başka bir organa güç verilmesini meşrulaştıran bu kanunlar hHer ne kadar anayasaya aykırı olsa da devlet hukuku bu kanunlara itiraz etmezdi. Çünkü kriz durumlarında gerçekleşirler ve anayasa değişiklii için gerekli olan 2/3 çoğunlukla yürürlülüğe girerlerdi. Bu yetkilendirme kanunların en meşhuru 23 Mart 1933'te yürürlülüğe geçen 'Millet ve Vatan'ın Sıkıntısını Giderme Kanunu'dur (Gesetz zur Behebung der Not von Volk und Reich).
Bu kanun Cumhuriyetin hareket alanını genişletmeye değil, Cumhuriyeti yok etmeye yönelikti.
Çünkü kanun kuvvetler ayrımının ihlalini meşrulaştırıyordu.
Bu kanuna göre Hitler Hükümeti sadece kanun düzenleme yetkisine sahip değil, doğrudan kanun çıkarma yetkisine ve yurt dışı ile anlaşma imzalama yetkisine sahipti.
Bu kapsamda yürürlüğe sokulan kanunların Anayasa ile bağdaşma mecburiyeti yoktu.
Mevzu bahsi kanunlar konu kapsamında sınırsızdı ve 4 yıl geçerliliği vardı.
Ne parlamenter bir komite ne de başka tür bir denetleme kurulu çıkarılan bu kanunlarını kontrol yetkisine sahiplerdi. Hiç bir organın çıkan kanunları sonradan iptal ettirme hakkı yoktu.
Ayrıca Hitler tutuklu komünist partili vekillerin yokluğuna rağmen DNVP ile beraber çoğunluğa sahip olduğu için parlamentonun tüzüğünü değiştirdi ve bu yetkilendirme kanunu meşruiyet kazandı.
Yanan Reichstag yüzünden Kroll Operasında toplanan parlamento önünde konuşma yapan Hitler:
"Hükümetin kullanmak istediği yöntemler için duruma göre parlamento ile pazarlık yapması veya yetki istirham etmesi milli kalkınışın ruhuna ve ulaşılmak istenen hedefe aykırıdır." dedi ve konuşmasını hükümetin gerekirse itirazlara karşılık vermeye kararlı olduğunu belirterek "Şimdi, vekil beylerim, savaş ve barış hakkında karar vermek sizin elinizde." sözleriyle bitirdi.
Silahlı SA adamları da hiç bir yetkileri olmamalarına rağmen o gün toplantıda bulunuyorlardı.
Milliyetçi muhalif Alman Merkez Partisi (Katolik Merkez) başkanı Ludwig v. Kaas kanunun geçmesini onayladı.
Verdiği gerekçe şöyleydi:
"Günümüz kelimenin gölgesinde durma günü değil, çabuk, kurtarıcı eylem günüdür. Bu eylem ise sadece (milli) birlikten doğabilir.
Birlik fikrini eskiden beri tüm olumsuzluklara rağmen ısrarla savunmuş olan Alman Merkez Partisi, ufak, dar düşüncelerin susturulması gerektiği günümüzde taşıdığı milli sorumluluğunun bilinci ile her türlü parti menfaatini ve başka ayrılıkları aşıyor...
Millet ve devletin yüzleştiği büyük tehlike karşısında, Almanya'nın acilen yeniden yapılanmasına duyulan ihtiyaç ve Almanya ve etrafının üzerinden esen fırtına bulutları yüzünden biz Alman Merkez Partisi olarak herkese, eski rakiplerimize de, Almanya'nın yükselmesi için elimizi uzatıyoruz."
Alman Sosyal Demokratlar (SPD) ise kanuna karşı oy kullandılar. O gün Weimar Cumhuriyeti parlamentosu önünde yaptığı son konuşmada parti başkanı Otto Wels şöyle söyledi:
"...Hürriyet ve canımızı alabilirler, ama şerefimizi asla!
...Biz alman sosyal demokratlar bu tarihi saatte kutlu bir tavırla insanlık ve adaletin temel değerlerine, hürriyet ve sosyalizme sahip çıkıyoruz. Hiç bir yetkilendirme kanunu size ebedi ve yıkılamaz olan fikirleri yok etme gücünü veremez....
Zulüm görenleri ve dara düşürülenleri selamlıyoruz.
Vatanımızda arkadaşlarımızı selamlıyoruz. Dik duruşları ve sadakatları takdirimizi hak ediyor.
Onların inançları arkasında durma cesaretleri, kırılmayan ümitvarlıkları daha aydınlık bir geleceğin teminatıdır."
Ludwig von Kaas partisi kapandıktan sonra Vatikan'a gitti (gönderildi) ve orada Hitler Almanya'sı ve Roman Katolik Kilisesi arasında önemli diplomatik hizmetlerde bulundu. Savaş sonrası Almanya'ya dönmedi (dönemedi) naaşı bile Almanya'da defnedilmedi.
Otto Wels Almanya'da kapandıktan sonra o dönem Fransa'ya ait Saarbrücken'e geçti, ve daha sonra artık sürgünden faaliyet göstermesi için Prag'da SPD'nin exil kurumu olan Sopade'yi kurdu. Hitler Hükümeti tarafından daha 1933'te vatandaşlıktan çıkarılan Otto Wels 1939'da Paris'te öldü.
Federal Alman Cumhuriyetinin her büyük şehrinde Otto Wels'İn ismini taşıyan cadde ve meydanlar vardır. Ölümünün 70. yıldönümünde Federal Almanya Berlin'de büyük bir anma töreni ile Otto Wels anıtı açıldı.
Bu yazdıklarım Nazi Diktasının başlangıcı değildir.
Hitleri başa getiren bir çok etken vardır. Yukarda anlattıklarım sadece doğrusu ve yanlışı ile bir hukuk cumhuriyeti olam Weimar Cumhuriyetinde diktanın nasıl meşrulaştığı süreçi gösterir.
Sakın 80 yıl evvelinin Almanyasından bize ne demeyin.
Tarih tekerrür eder.
Her zaman aynı coğrafyada, aynı halka olacak diye bir kaide de yoktur!