Geçtiğimiz günlerde Şeyh Sâid üzerinden Diyarbakır'a, önümüzdeki referandum süreci ile ilgili olarak asılan pankarttan dolayı Şeyh Sâid konusunda epey söz söylendi. Gerçi Türkiye'nin neredeyse her kesimi, 1925 yılından bu yana sık sık konuşsa ve fikirlerini söylese de Şeyh Sâid üzerinden yürütülen bu tartışmanın özünü bir kez daha belirtmek durumundayız.
Öncelikle dönemi içinde "Genç Hâdisesi", "Kürd isyânı" gibi isimlerle anılan bu isyâna her ideoloji, kendi ideolojisinin gözlüğü ile bakmayı tercih etmektedir. İslâmcıların çoğu için cumhûriyetin kurulması, hilâfetin ve medreselerin kaldırılması gibi laik devrimlere karşı bir "İslâmî kıyam", Kemâlistlerin çoğu için ise Kürdlüğü kullanan gerici bir isyân, sosyalistler için ise feodal gerici bir isyân… Peki, ortada olan gerçek nedir?
Kasım 1918 târihli Irak İngiliz İşgâl Raporu'nda şöyle bir ifâde yer almaktadır[1]:
"Kürt aşiretlerle idari anlamda ilişkimizin başlaması, 1917-18 kışında Hanekin'e gelmemizin ertesinde oldu. Mayıs 1918'de Kerkük'e ilerlemek, kalıcı olarak Kifri ve Tuz'a yerleşmemizi sağladı; her ne kadar o sırada Kerkük'ü elimizde tutamamış olsak da işgal edilmiş bölgelere böylelikle katılan yerleşim bölgeleri de Kürt'tü. Bazı Kürt aşiret reisleri, Şuabiye olayında bize karşı cihada katılma konusunda ikna edilerek harekete geçirilmişlerdi; fakat hızlı bir biçimde anti-Türk ve kesinlikle İngiliz yanlısı geleneksel tavırlarına geri döndüler. 1916'da Rusların ilerlemesiyle birlikte yeni bir unsur ortaya çıktı. Müttefiklerimiz, Güney Kürtleri tarafından sevilmemekteydi ve bu his, İngiliz taraftarı oldukları su götürmez olanları bile Türklerle birleşerek Rus ilerlemesini durdurmak hususunda harekete geçirdi. Ancak 1917'de Ruslar Türk sınırını bir kez daha geçtiklerinde karşılarında teşkilatlı bir Kürt direnişi bulmadılar. Bağdat düşmüştü, İngiliz birlikleri aşağı Diyale'teydiler ve Kürtler, bu birliklerin hızla kuzeye ilerleyerek Türk Kürdistanı'nı ele geçirmelerini dört gözle beklemekteydiler."
İngilizlerin bu ifâdesi, aslında birçok noktayı aydınlatsa da, mes'eleyi basit bir İngiliz hareketi olarak görmek, yine gerçeği anlamamızı engelleyecektir. Elbette Türkiye'nin Musul harekâtını engellemek için İngilizlerin birçok adım atacağını, bu konuda büyük silâh, para ve siyâsî destek vereceğini tahmîn etmek zor değildir. Zâten alıntıladığım ifâde ile bunun olacağını da söylemiş oluyorlar. Bu noktada isyânın hemen ertesinde İngiltere'nin Türkiye'ye karşı yaptığı askerî tahriklere dikkât çekmek gerekir. Kâzım Karabekir Paşa'nın yazdığına göre 1 Eylül 1925 târihinde İngiltere donanması Çanakkale boğazı ile İzmir'in önüne kadar gelmiş ve sâhillerimize projektör tutarak, çeşitli tahrik girişimlerinde bulunmuştur[2]. Bununla birlikte isyânın başarısız olmasından ve Şeyh Sâid'in korkularından dolayı planlanandan erken başlamasından olsa gerek, "İngiliz Yıllık Raporlarında Türkiye 1925-1926"da şu ifâdeler yer almaktadır[3]: "Şeyh Said zengin ve cahil bir Nakşıbendi şeyhiydi ve Kürt dünyasında sadece ikinci derecede bir etkisi vardı. Duruşması görülürkenki ifadelerinden de anlaşıldığı üzere, kendisini harekete geçiren temel saik dinî idi. Yılın geri kalanında Türk Hükümeti ayaklanmanın temelinde millî değil dinî tepkinin bulunduğunu açıklamak için çok uğraştı."
İngiliz desteği, kendisini her yönüyle göstermekle berâber yine de bir adımı atmak için zemînin uygun olması gerekir. Gevşek bir zemînde adım atmak zordur. Oysa yine alıntıda görüldüğü gibi isyân konusunda zemînin fazlasıyla uygun olduğu, İngilizlerin tek yaptığının bunu kullanmak olduğu görülmelidir.
Bununla birlikte yeni kurulan cumhûriyet hükûmetinin de bu isyânın başlaması noktasında bâzı hat'â ve ihmâllerinin bulunduğu ortadadır. Doğu Anadolu'yu çok iyi bilen, İstiklâl Savaşı'nın büyük komutanı Kâzım Karabekir Paşa, "Günlükler"inin, 8 Ekim 1924 Çarşamba târihli kısmında şöyle ilginç bir not düşmektedir[4]:
"8 Teşrinievvel'de (340) Mister Tamil namıyla merkez memuru Nizamettin isminde biri ayandan Abdulkadir'le Kürt ihtilali esaslarını hazırlıyorlar."
Kâzım Karabekir Paşa, ayrıca 19 Haziran 1924 târihinde Dâhiliye Vekîli (İç İşleri Bakanı) Recep Bey ile görüştüğünü ve "Kürdistan hakkındaki layihalar ve eserleri"[5] sorduğunu belirtmektedir. Ayrıca 30 Nisan 1924 târihinde İsmet Paşa ile Musul konusunda yaptıkları konuşmada da Musul konusunda herhangi bir emrivâki tarzında askerî harekât için "adem-i muvaffakiyetli [kabûl görmemiş, K.A.K.] bir teşebbüsün arkası bir Kürt kıyamı olur"[6] demektedir.
Ayrıca TBMM çatısı altında Ergani (günümüzde Diyarbakır'a bağlı) milletvekili olan İhsan Hâmid Bey, 19 Mart 1924 târihinde şöyle demekteydi[7]: "Arkadaşlar Musul meselesi yalnız Musul meselesi değil, Musul meselesi bir Türkiye meselesidir. Musul meselesinin fena bir şekilde halli bütün Türkiye'yi, bütün Türk istikbalini tehlikeye sokacak bir vaziyettedir, İngilizlerin orada takibettiği siyaset nedir? Bir Kürd hükümeti tesisidir. Kürd hükümetinin tesisine muvaffak olduğu gün arkadaşlar onun aksülâmeli Şimale gidecektir ve Şimalde birtakım ihtilâtat hâsıl edecektir. Bunu o havaliyi iyi bilen arkadaşlarımız pekâlâ takdir ederler."
Görüldüğü gibi Musul konusunun Lozan Görüşmeleri'nde çözülememesi ve cumhûriyetin kurulmasının hemen ardından bir yandan İngilizler faâliyet yürütürken, bir yandan da Doğu Anadolu üzerine bilgi sâhibi olanlar hükûmeti uyarmışlardır. Bununla birlikte uyarılara kulak asılmadığı da maâlesef görülmektedir. Kâzım Karabekir Paşa, 17 Mayıs 1925 târihli Vakit Gazetesi'nde Çapakçur (günümüzde Bingöl merkezi) öğretmeni Mehmet Zeki Dündar Alp Bey'in isyândan üç buçuk ay evvel bir Kürd isyânı hazırlığı yapıldığına dâir vâlilik ve cumhurbaşkanlığına yazdığı telgrafların yayınlandığını yine günlüğünde belirtmiştir[8]. Bu noktada Mehmet Zeki Dündar Alp Bey üzerinde de durmak gerekmektedir.
Mehmet Zeki Dündar Alp Bey, her vatandaşın yapması gerekeni yapıp, olayı bildirmiş, ancak dönemin Genç vâlisi İsmâil Hakkı Bey tarafından bu ihbârların yalan ve iftirâ olduğunu söylemiş ve Dündar Bey, görevden alındığı gibi bizzât vâlinin emriyle hapse atılmıştır. Hattâ hapisten çıktıktan sonra 23 Nisân 1925 günü Lice'de âilesinin önünde Şeyh Sâid yanlısı eşkıyâların saldırısıyla şehîd edilmiştir[9]. Her ne kadar Genç vâlisi, Şark İstiklâl Mahkemesi tarafından bir sene, Çapakçur kaymakamı da on beş sene hapse[10] mahkûm edilse de, bu cezâların, yapılanın karşılığı olmadığını söylemek, sanırım yanlış olmaz.
Bu alıntılardan görüldüğü üzere, bölgede var olan Kürd hareketi, ne yazık ki, gereken ilgiyi görmemiş ve tehlikenin henüz başlangıç safhasında ortadan kaldırılması engellenmiştir. Bu yüzden de 8 Şubat 1925 târihin bir Nakş-ı Bendî şeyhi olarak çok büyük bir dînî otoriteye sâhib olan Şeyh Sâid tarafından İslâmî söylem kullanılarak Kürd isyânı başlatılmıştır. Yaklaşık üç ay süren isyân ile Türkiye Cumhûriyeti topraklarının bir kısmı devlet kontrolünden çıkmış ve Şeyh Sâid'in fiilî kontrolüne girmiştir. Böyle İstiklâl Savaşı'ndan beri ilk defâ işgâl ortamı oluşmuştur.
Şeyh Sâid'in Nakş-ı Bendî şeyhi olması, İslâmî söylem kullanması sebebiyle ne yazık ki, bu hareket, sâdece şer'îâtçı bir isyân gibi algılanmış ve isyânın Kürdistan fikri, hep geri planda tutulmuştur. Bu yüzden birçok İslâmcı grup, Sâid'e ve isyâna sâhib çıkmış; birçok Kemâlist ve sosyalist grup da laiklik düşüncesiyle karşı çıkmıştır. Oysa, isyânın ana unsuru olan Kürdler için durum öyle değildir. Kürdler için bu olay, "Müslümân Kürdlerin, inançları ve bağımsızlıkları için Türklere karşı giriştikleri bir Kürdistânî savaştır".
2005-2006 yılında nüfusunun tamâmını Kürdlerin oluşturduğu Erzurûm'un Tekman ilçesinin Küllü köyünde asker öğretmen olarak görev yaparken, Şeyh Sâid ile ilgili düşüncelere bire bire tanıklık etmiştim. Zâten Tekman-Hınıs arasındaki bölgeyi Şeyh Sâid ve âilesi, uzun süre yazlık arâzi olarak kullandığı için bölgede kendisine dâir anlatımlar ve hikâyeler oldukça güçlüydü. Zâten bölge halkı da, bütün unsurlarıyla isyâna katıldıkları çok defâ söylemişlerdi. Bununla berâber bu konuda en açık ve etkili söylem, bana göre, köylülerden biri tarafından şu şekilde ifâde edilmişti: "Hoca, Şıh Sâid bizim kahramanımızdır, evlîyâmızdır. Biz, onun devrinden beri sizi kabûl etmiyoruz".
İngilizlerin de belirttiği üzere Türkiye, her ne kadar bu isyânın bir Kürd isyânı değil de, şer'îâtçı bir isyân olduğu düşüncesiyle hareket etse de, gerçeklerin üzerinin hiçbir zaman tamâmen örtülemediği ve örtülemeyeceği görülmektedir. Atatürk zamânında İslâmcı Kürd çizgisinde yürütülen Kürd hareketi, maâlesef etnik bir hareket yerine ideolojik bir hareket olarak ele alındığı için zamanla Barzânî ve PKK çizgisine evrilmiştir. Günümüzde ise Kürdler, Ortadoğu'nun dördüncü milleti olma yönünde hızla ilerlemektedirler. Bu noktada yaşananları olduğu gibi anlamak ve konuya duygusal değil, tam tersine akıl ve mantık çizgisinde bakmak gerekir.
25.03.2017
KUTLU ALTAY KOCAOVA
[1] Irak'ta İngiliz İşgal Yönetimi 1914-1918, İngiltere Devlet Arşivi Raporu (der. Ali Satan), s.71, Tarihçi Kitabevi, 1. Baskı, Şubat 2016