Machiavelli; döneminin Fransa, Almanya, İngiltere gibi güçlü monarşilerinin aksine küçük ve dağınık prensliklerden oluşan İtalya'nın sosyo-ekonomik ve siyasal vaziyetini baz alarak yaptığı çalışmalarda İtalya'da siyasal bütünlüğü sağlayacak, siyasal iktidarı kuracak ve yönetecek güçlü bir prenste olması gereken özellikleri Prens isimli eserinde anlatır. Bu eser bugün dahi siyasal düşünceler tarihi alanında başucu kitabı olarak anılmaktadır. Machiavelli'ye göre bütün yönetsel erki tekelinde toplayan Prens, iktidarını korumak uğruna her türlü adaletsizliği ve ahlak dışı tutumu sergileyebilir. Bu güçlü bir iktidarın sağlanması uğruna göz ardı edilebilecek önemsiz detaylardır.
1530 yılında Fransa'nın Angers kentinde doğan Jean Bodin, Machiavelli'nin iktidarı elde tutmak için "her yol mübahtır " anlayışını eleştiriyor ama bir yandan da siyasal iktidarın mutlak, sürekli ve devamlı yapısını güçlendirmek gerektiğini düşünüyordu. Çünkü Bodin dönemi Fransa'sın da ülkeye, Katolikler ve Protestanlar arasında patlak veren bir iç savaş hakimdi. Bu durum merkezi otoriteyi oldukça zayıflatmıştı. Bodin'e göre bu çatışmaların durması Katoliklerin, Protestanların ve toplumun her kesiminin "meşru" gördüğü, hepsinin üstünde ve hepsinden güçlü bir iktidarın olmasına bağlıydı. Bu meşru iktidar da ancak tek bir kişinin yani monarkın iktidarıyla sağlanabilirdi. Bodin bunu, gökyüzünde güneşin tek olması, gece ayın tek olması gibi Machiavelli'de de görülen astrolojik temellendirmelerle savunuyordu. Bodin'in eserlerinde meşruluk kavramının yanında "egemenlik" kavramına yer vermesi de göze çarpar. İktidarın meşruluğuyla birlikte monarkta toplanan bölünemez, parçalanamaz ve devredilemez olan egemenlik anlayışından ilk defa Jean Bodin bahsetmiştir. Bodin'den sonra egemenlik kavramı Hobbes ve Locke başta olmak üzere tüm düşünürler tarafından kabul görmüş ve kullanılmıştır. Sonraları 1688 İngiliz Şanlı Devrimi, 1789 Fransız Devrimi gibi toplumsal hareketler sonucu başlayan parlamentoculuk faaliyetleriyle egemenliğin kaynağı da farklılaşmaya başlayacaktır.
Bodin'in den sonra, " peki ama iktidarın meşruluğu nedir?, ne olursa monark meşruluğunu kaybeder? " gibi sorular üzerine yoğunlaşan Hobbes ve Locke birbirinden farklı ama birbirini besleyici sonuçlara ulaşmışlardır. Hobbes, bir doğa ve toplum yasası olarak benimsediği "insan insanın kurdudur. " ilkesine dayanarak devlet öncesi ilkel dönemlerde güçlülerin güçsüzleri yendiği, insanların birbirlerinin yaşam hakkına gasp ettiği kaotik durumu devletin birincil oluşma sebebi olarak görür. İnsanlar birbirlerinin yaşam hakkına saygı duymayı, kendilerinin yaşam hakkını koruyacak, üstün bir siyasal erk inşa ederek gerçekleştirdiler. Devletin bu temel oluşum sebebinden dolayı mevcut siyasal iktidar, yani monark insanların yaşam hakkını korumakla mükelleftir. Eğer sağlayamıyorsa meşruluğunu kaybeder ve o andan itibaren "tiranı öldürme hakkı" meşruluk kazanır. Avrupa'da Sanayi Devrimi'nin gerçekleştiği sıralarda çalışmalar yapan John Locke ise toplumda aristokrasiye karşı güçlü bir muhalefet haline gelen burjuvazinin sesi olur, Bodin ve Hobbes 'a katılmakla beraber onlara ek olarak özel mülkiyet hakkına vurgu yapar. Meşru bir monark eğer halkın özel mülkiyet hakkını ihlal ediyorsa veya ihlal edilmesini engelleyemiyorsa meşruluğunu kaybeder ve tiranlaşır.
Bodin, Hobbes ve Locke gibi 16. Yüzyılın başlarından Fransız İhtilali 'ne kadar uzanan aralıkta yaşamış ve modern siyaset biliminin oluşmasında çalışmalarıyla katkı sağlamış bu düşünürler, egemenlik kavramını işlemeleri ve kendi dönemlerine kadar teokratik temellere dayandırılan monarkın meşruluğunu dünyevi alana çekmeleri itibariyle önemli kişiliklerdir. Fransız İhtilaline giden süreçte burjuvazinin kuvvetlenmesiyle artık monarkta vücut bulan bölünemez , parçalanamaz ve devredilemez olan egemenlik anlayışı da sorgulanmaya başlanmış ve ulus egemenliğine dayalı tezler, J. J. Rousseau, Montesquieu, Voltaire gibi düşünürlerin çalışmalarıyla filizlenmiştir. İhtilal sonrası milliyetçilik akımının hızlı bir şekilde yayılması imparatorluklardan ulus devletlere geçiş sürecini hızlandırmıştır. Egemenliğin ulusa geçmesiyle meşru olmayan tiranı öldürme hakkı, ulusun zulme karşı direnme hakkı şeklinde Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi'nde evrensel bir hak olarak yasalaşmıştır. Bu temel hak günümüze kadar bir çok ülkenin anayasasına konulmuş, dünyada tiranlara ve diktatörlere karşı ulusun meşru müdafaa mücadelesinin dayanağı olagelmiştir.
Bizim tarihimizde 1876'dan bu yana padişahın istibdadına ve saltanatına karşı verilen hürriyet mücadelesi bu evrensel hukuk mücadelesine dayanıyordu. Bu mücadele sonucu kazanılan cumhuriyet ve ulus egemenliğine dayalı devlet sistemi, çok partili yaşama geçişle tekrar tehlike altına girmiş, Demokrat Parti'nin iktidarı döneminde uyguladığı politikalarla, mevcut yönetim meşruluğunu yitirmiştir. Buna karşı ulus, zulme karşı direnme hakkını kullanarak 555K gibi iktidarın keyfi yönetimine karşı kitlesel eylemler yapmış, bunlar hükümet tarafından kanlı bir şekilde bastırılmış ve bir çok yurttaş öldürülmüştür. Hükümetin muhalefet partisi olan CHP 'nin mal varlığına el koymaya kalkışması, partiyi kapatmak için Tahkikat Komisyonu kurdurması, yargıyı denetim altında tutması, Vatan cephesi adı altında toplum arasında ayrıştırma ve kin yaratması gibi daha bir çok sebep neticesinde Türk Ordusu 27 Mayıs Devrimi'ni gerçekleştirmiştir. 27 Mayıs sonrasında hazırlanan 1961 Anayasası'nın başlangıç hükümlerinde de 27 Mayıs Harekatının nedenleri açıklanmış, Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi'nde yer alan ulusun zulme karşı direnme hakkının kullanıldığı ve bu hakkın anayasal bir hak olduğu vurgulanmıştır. Yargı, yasama ve yürütmenin birbirlerinden bağımsız bir şekilde işleyişine, parlamenter demokrasiye ve ulusal meclisin üstünlüğüne dayalı demokratik sisteme karşı zorbalaşan, tiranlaşan ve evrensel hukuku yok sayan her iktidara karşı ulusumuzun zulme karşı direnme hakkını kullanması meşrudur. Tarih zorbalara karşı dövüşenlerin tarihidir ve o tarihin çöplüğü ulusuna zulmeden diktatörlerle doludur.
Kaan Eroğuz