Kapıdan girer girmez masanın üzerine yığılmış bir sürü harita dikkatimi çekti. Aynı şekilde sigara tablaları masaya konulmuştu. Odanın içerisinde sigara dumanı her yeri kaplamıştı.
Hava çok sıcak. Ayağımdaki çizmelerin terden kayabileceğini hissediyorum. Kaymayacak biliyorum fakat bu sıcak bana müthiş bir vehim katıyor. Duyduğum vehim kadar vahim haberler taşıyorum. Geçtiğim yollarda keder peşimi bırakmıyordu ve ben Yolgezer, yeni bir görevi tamamlamanın verdiği haklı gururu yaşayamadan karargaha ulaşmak için çırpınıyordum.
Manastır'a az bir mesafe kala, şehre girmeden bir kayanın üzerine oturup dinlenmeye karar verdim. Yolculuğum Selanik'ten beri sürüyor ve ilk defa yaya kalmanın acısını çekiyordum. Bacaklarım şişmişti. Cebimden çıkarttığım mendilimle alnımı sildim ve mataramı çıkartıp kana kana su içtim. Sıcak havalardan oldum olası nefret etmiştim. Fakat bu sıcak havalar, çok güzel sonuçlar getirecekti.,
Niyazi Bey, bir gün önce Kanun-i Esasi'yi tekrar yürürlüğe koyup, Meşrutiyet'i ilan etmek maksadıyla Ohri'de dağa çıkmıştı. Bu, cemiyet için müthiş bir olanaktı. Hemen ardından Enver Bey ve Hilmi Paşa da dağa çıkmışlar, isyanı büyütmüşlerdi.
Oturduğum taştan kalkıp şehre doğru gittim. Cemiyetin karargahına ulaşıp, topladığım bilgileri iletmem gerekiyordu. Yarım saat içinde karargahta oldum. Ahşap merdivenleri çıkarken, daha ikinci katta burnuma keskin bir tütün kokusu geldi. Kokudan dolayı yukarının gergin olduğunu anladım. Hızımı kesmedim ve üçüncü kata çıkıp, yarım açık olan kapıyı tıklatıp içeriye girdim.
Odanın ortasında bir masa vardı ve camın olduğu tarafa bir sürü gazete yığılmıştı. Masanın sağında ufak boyutlarda bir piyano vardı ve karşımdaki duvara cemiyet sancağı asılmıştı.
Kapıdan girer girmez masanın üzerine yığılmış bir sürü harita dikkatimi çekti. Aynı şekilde sigara tablaları masaya konulmuştu. Odanın içerisinde sigara dumanı her yeri kaplamıştı.
"Bize ne haber getirdin Yolgezer?" diye söze girdi karşımda, masanın baş köşesine oturmuş kişi. "Tahmin ettiğimiz gibi mi?"
Masaya yaklaşıp tam karşısındaki sandalyeye oturdum. Bana soruyu yönelten Süleyman Askeri Bey'in yüzüne diktim gözlerimi ve konuşmaya başladım; "Hayır. Daha kötü."
Bu çıkışımla beraber odanın içerisindeki herkes bana döndü. Camdan, sokağı inceleyen Talat Bey, merakla masaya yaklaştı. Süleyman Bey'in yanında oturan Atıf, sandalyesinde dikleşti. Mustafa Necip, gözlerini bana dikip konuşmamı bekledi.
"Evet isyan haberi İstanbul'a kadar ulaştı. Padişah bu sefer ciddi bir önlem alıyor. Daha öncekiler gibi değil. Ufak bir ordu yoklaması olmayacak veya Nazım Paşa gibi kolay bir lokma gönderilmiyor bu sefer."
Mustafa Necip ayağa kalkarak masanın etrafında dolanmaya başladı. Talat Bey ise hala merakla bana bakıyordu. Atıf ise sessiz kalmıştı.
O anda, aslında odanın daha kalabalık olduğunu fark ettim. Cemiyetin en gözü kara fedaileri odadaydı. Mümtaz duvara yaslanmış sigara sararken, Cemil piyanonun başında bekliyordu. Ömer ise Talat'ın arkasında vaziyet almıştı. Sami ise kapı tarafında bekliyor ve gözüyle durmadan merdivenleri süzüyordu. Serfiçeli ise gazeteleri okumaktaydı.
Ortamın gerginliğine daha fazla dayanamayan Süleyman Bey söze girdi; "Eee Yolgezer? Daha fazla bizi meraklandırma ve devam et. Bizde ona göre ne yapabileceğimizi konuşalım."
Bir sigara yakıp derin bir duman çektim ve karşımdaki kül tablasına basıp söndürdüm. Konuşmaya devam ettim;
"Padişah, cemiyetin başını temelli ezmekle niyetli."
"Yavaş ezsin!" diyerek Mümtaz söze karıştı. "Kolay mı cemiyeti bitirmek öyle? Manastır'da, Selanik'te, Üsküp'te ve diğer Balkan vilayetlerinde ne kadar alay imamı varsa temizledik. Ne kadar müftü varsa sindirdik ve ne kadar hafiye varsa vurduk."
Odadaki bütün fedailer gururlu bir şekilde Mümtaz'ı onaylayan hareketler yaptılar. Kafalarını doğru diyerek salladılar ve silahlarının kabzasıyla oynamaya koyuldular.
"Doğru dersin Mümtaz kardeşim. Bu işleri yaparken ben de buradaydım. Çoğu eylemde de vardım. Bilirim. Bu seferki basit bir hafiye veya Nazım Albay gibi bir şey değil," dedim ve gözümün ucuyla Mustafa Necip'e baktım.
Mustafa Necip, bir ay önce kadar, cemiyet ile ilgili raporları İstanbul'a ileten Nazım Albay'ı vurmakla görevlendirilmiş ve becerememişti. Nazım Albay, sadece bacağından vurulmuş ve yine de İstanbul'a raporunu iletmeyi başarmıştı.
"Hele nedir bu seferki olay? Söyle canım Yolgezer. Sıkıldım artık," dedi Talat Paşa ve omuzlarını dikleştirdi.
Daha fazla uzatmadım ve söze girdim;
"Saray, isyanı bastırması için Arnavut Ferik Şemsi Paşa'yı görevlendirmiş."
Odada can alıcı bir suskunluk oluştu. Bütün fedailer, gözleri fal taşı gibi açık şekilde bana bakıyorlardı. Süleyman Askeri Bey, elindeki kalemi telaştan yere düşürdü. Talat Paşa'nın omuzları çöktü ve herkes sigarasına sarıldı.
"Emin misin?" diye sordu Sami. Sesinde tedirginlik mevcuttu.
"Yolgezer diyorsa doğrudur." dedi Ömer hemen.
"Demek Şemsi Paşa he. Meşhur Arnavut Paşa," diyerek sigarasını üfledi Süleyman Bey.
Gerçekten odaya bir tedirginlik çökmüştü. Şemsi Paşa, Arnavutlar arasında çok bilinen ve Osmanlı'da namı kendisinden önde yürüyen bir paşaydı.
Odadaki sessizliği Cemil bozdu; "Padişah, bize karşı en güvendiği adamını yolluyorsa demek ki bizden korkuyor ve çekiniyor. Hemen umutsuzluğa kapılmayalım. Koca Saray, bizden korkuyor ve çekiniyor."
Cemil haklıydı. Arayı soğutmadan söze girdim;
"Şemsi Paşa'ya, isyanı bastırması için tam yetki verilmiş. Hemen önlem almazsak Meşrutiyet'imiz ve cemiyetimiz tehlikeye girer. Şemsi Paşa'yı ortadan kaldırmamız lazım."
Az önce umutsuzluğa ve tedirginliğe kapılan fedailer, bu sözümle birlikte canlandılar. Hepsi beni onaylarcasına başını salladı. Süleyman Askeri Bey ile Talat Bey, göz ucuyla birbirlerine bakıyorlardı.
"Cemiyetin yöneticilerine ulaklar yollayın. Yarın bir karara varacağız. Şimdilik dağılın," dedi Süleyman Bey ve kimse, emri ikiletmeden odadan çıktı. Kendimizi Manastır'ın karanlık sokaklarına attık.
Bir gün sonra, cemiyetin karargahında sabahtan bir hareketlenme oldu ve ağır toplar, toplantı yapmaya başladılar. Biz fedailer ise sokaklara dağılmış ve hissettirmeden, karargahı kollamaya başlamıştık.
Akşama doğru, herkes karargah binasına çağrıldı. Üçüncü kattaki odada, Süleyman Bey, tek başına oturuyordu. Odaya yine, ağır bir tütün kokusu sinmişti. Yavaş bir şekilde, boş koltuklara oturduk ve Süleyman Bey'in konuşmasını bekledik.
"Cemiyet bugün bir karara vardı. Bu karar, uzun tartışmalar sonucunda alındı. Kimisi, isyanı bitirmeyi, kimisi ise cemiyeti kapatmayı teklif etti. Fakat bu sonuçlar bizim için hiç iyi olmaz. Bu yüzden Şemsi Paşa'yı vurma kararı alındı."
Odadaki herkes hareketlenerek birbirine baktı. Ortama bir ağırlık çökmüştü. Nasıl olacaktı? Bir Saray Paşa'sını vurmak bu kadar kolay mı olacaktı? Bu kadar kısa sürede nasıl bir plan yapılabilirdi ki? Süleyman Bey fazla uzatmadan söze girdi;
"Şemsi Paşa, çoktan Selanik'i geçmiştir. Oradaki fedailere haber uçuruldu. Üsküp'e kadar, tren istasyonunda bekleyecekler. Paşa geçmemişse, istasyonda halledecekler. Geçmiş ise yoldadır. Üsküp'e kadar izleyecekler."
Süleyman Bey, masanın sağına döndü; "Cemil, Mümtaz, Mustafa, siz hemen Selanik'e gidin. Tren istasyonundaki fedailere yardımcı olun. Selanik sizde."
Masanın sağındakiler onaylarcasına kafalarını salladılar.
"Sami, Ömer ve Serfiçeli. Siz hemen atlanın ve doğru Üsküp'e. Orası sizde. Selanik'te veya yolda Paşa vurulmazsa, siz Üsküp'te halledeceksiniz."
"Ve son olarak Atıf ile Yolgezer. Siz Manastır'da kalacaksınız. Eğer Paşa, buraya kadar vurulmazsa siz burada işi halledeceksiniz. Yolgezer, sen ikinci plansın. Atıf, bu işi sen halledeceksin. Prevezeli, sana gereken tabancayı verecek. Bu iş, Manastır'da çözülecek gibi."
Atıf ile bakıştık. Bendeki duyguları, onun da hissettiğine emindim. Tedirginlik ve azim her tarafımızı sarmıştı. Sigaramı yakıp, Süleyman Bey'i onayladım. Atıf, başını önüne eğmişti.
Ufak bir sohbetin ardından odadan çıktık. Herkes, kendisine verilen görevi yapmaya koyuldu. Şemsi Paşa'nın nerede olduğu meçhuldü. Nereden geleceği de. Fakat plan yapılmıştı. Ya kendi sonumuzu hazırlamıştık, ya da yeni bir başlangıç tasarlamıştık. Ben Yolgezer, yine bilmediğim bir sona yürüyordum…