By Mehmet Berk Yaltırık on Çarşamba, 21 Eylül 2016
Category: Tarih

TOKATÇILAR DİYE BİR BİRLİK YOK

​Ülkemizde insanlara tarihçi olduğunuzu söylediğiniz zaman sorulabilecek ve sorulan üç soru vardır. İlk ikisini soruyorlarsa sıkıntı yok ama üçüncü sorunun şerrinden kaçının!

Birincisi illa herkese sorulan, "Sen şimdi bitirince ne olacaksın sorusu?" Bu soruyu ben doktorasını yapmakta olan araştırma görevlisine bile sorduklarını gördüm. Başa gelen çekilir kavlinden bir sorudur. 

İkinci soru, izlediği tarihi diziyle ilgili olarak sorduğu, "Gelecek bölümde bilmem kim bilmem kimi öldürecek mi?" sorusudur. Sizi dizi senaristiyle karıştırırlar. Bu yine iyi sorudur, tarihle bir nebze ilgilidir zira olayların akışını aşağı yukarı aktarabilirsiniz.

Bir de üçüncü soru vardır evlerden ırak! Bu soru vakidir, illa sorulacaktır! Sormayana rastlamadım. Muhakkak önce şu gelir: "Ya şimdi siz tarihçisiniz okumuşsunuzdur bilirsiniz kesin..." Bu görüldüğü vakit kaçılası bir sorudur, çünkü bunun ardından hiç hayırlı bir şey gelmez. Öyle abuk, öyle acayip bir soru gelir ki altından kalkılamaz. Karşılaşılan hurafe yahut teoriyi ilk uydurana özel küfür icat edilir!

Tarihin hurafesi boldur. Yazması zevklidir ama sohbeti dipsiz kuyu gibidir ve geyiği genellikle kafa ağrıtır. Yukarıdaki cümle ise bu tür mevzularda tipik geyik başlatma cümlesidir. Ardından cevaplasan bir dert, cevaplamasan ayrı dert kavlinden bir hurafe, uydurma gelir.

Bir hususu da belirtmeli, kimse tarih bilmek zorunda değildir. Tıpkı her insanın belirli spesifik konuları, belli bir mesleki eğitim ya da uzmanlık gerektiren bilgileri bilmek zorunda olmadığı gibi.Tarihin cazibesi de maalesef "beğen" - "üstüne şekilli-hamasi söz yaz" -"paylaş"tan ileri gitmediğinden süpermarketlerde nişastadan sonra gelen padişah Sultan II. Abdülhamid'li Power Rangers ile Zend Avesta kıvamında karanlık güçler-aydınlık güçler temalı kitaplarla şekilleniyor. Arkeolog olmadan kazı yapılamayan, rehberlik belgesi olmasan rehberlik yapılamayan ülkemizde tarihçi olmadan tarih yazmak herhangi bir yaptırım gerektirmediğinden, en acayip kurgu bile vesika muamelesi görebiliyor. Üstelik internetin yaygın kullanımı da söz konusu olduğundan bu hurafeler virüsten daha çabuk yayılabiliyor. Diyelim bir tarih öğrencisinin üç senede veremediğin ders, üç duraklık minibüs hattında kısa sürede çözülebiliyor!

İşte bu tarih hurafelerinden biri de tımarhaneden çıktıkları ve çırılçıplak düşmana saldırdıkları söylenen meşhur "tokatçılar" geyiğidir. "Tokatçılar" mevzusu genelde: "Abi tokatçılar varmış, tekme tokat düşman kovalıyorlarmış" cümlesinin akabinde açılır.

Benim kendisiyle tanışmam forum sitelerinin çoğaldığı ve tarihsel hurafelerin internet üzerinde yeni yeni yayılmaya başladığı bir dönemde oldu. Bir arkadaş meclisinde "Osmanlı ordusunda düşmana en önce saldıran, önde giden birlik hangisidir?" diye sorulmuştu. Doğal olarak: "Akıncılar…" diye cevapladım. Klasik dönem Osmanlı ordusunun sefer organizasyonu belli. 1590'a kadar öncülük görevleri yani seferden en önce düşman arazini yoklama ve vurma akıncı birliklerine ait. 1600'lere doğru ise bu vazifeyi Kırım Hanlığı'na bağlı Kırım Tatar-Nogay süvarileri ifa ediyor. Takriben 1700'lerin ikinci yarısına kadar Rumeli bölgesindeki askeri harekâtlarda da, Moskova Çarlığı'na yönelik seferlerde de, bazı İran seferlerinde de rol oynamışlardır. Ben bunu söyleyince soruyu yönelten arkadaş cevaptan memnun olmadı. "Yok" deyiverdi. Ana orduyu kast ettiğini düşünerek "kanatlardan ilk saldırıyı gerçekleştirip merkezdeki topçular ve yeniçerilerle düşmanı ihata altına alan sipahileri mi soruyorsun?" dedim. Cevap yine olumsuzdu. "Kimmiş peki?" diye sorunca, ilk soruyu yönelten mağrur bir ifadeyle: "Tokatçılar varmış aga düşmanı tekme tokat dağıtıyorlarmış..." deyiverdi.

Hafızamı yokluyorum, o kadar tarih okuması esnasında "Tokatçı" diye bir birime denk gelmemişim. Lağımcısı, ulufecisi, garibi, azebi, martolosu aklıma geliyor, "tokatçı" yok! Osmanlı tokatı atmalarıyla meşhur olduğunu söyleyiverdi arkadaş. Osmanlı ordusunda piyadesinden süvarisine aşağı yukarı her Osmanlı muharibinin (tıpkı güreş) gibi bildiği bir teknik, silahsız savunma tekniği. Ayrı bir birliğe has olduğuna denk gelmedim. "Serdengeçtilerle dalkılıçları mı kastediyorsun?" diye sordum yine ısrar etti: "Tokatçılar!" diye.

Tarihi bir hurafeyle karşı karşıya olsam da züppelik yapmayarak "belki ben yanlış hatırlıyorumdur" diyerek sırf o konuya ilişkin bir araştırma başlattım. Edirne İl Halk Kütüphanesi'nin DİA ve MEB basımlı İslam Ansiklopedileri rafından başladım, tarih kitapları kısmına kadar orduya baktım. Tokatçılar diye bir birlik yok! İnternete bakıyorum, bazı eli yüzü düzgün siteler haricinde çoğu sitede kanlı canlı var oldukları söyleniyor! Sanırsın Osmanlı'nın istihbarat teşkilatı, herkesin dilinde ama varlığı meçhul. İster inanın ister inanmayın beni bu konuda aydınlatan yine internet oldu. Zira insanların hangi yanlış bilgilerden etkilendiklerini, hangi bilgi kırıntılarının nerelerden kurgulandığını görme imkânım oldu.

Kesin olarak söyleyebilirim ki "tokatçılar" diye bir birlik aslında yok!

Tokatçılar, Deliler ve Kalenderi dervişlerinin birbirlerine karıştırılmasından dolayı ortaya atılmış hurafe bir birliktir. Bu birlikler de yakın savaşta hayli üstün kimselerden oluşmaktadır ancak piyadenin ve barutlu silahların önplana çıktığı bir dönemde, istisnai başarıları olsa bile (ki bunlar da belli muharebeler ve kuşatmalardır) o dönemin savaş taktiklerine göre tekmeyle silleyle düşman kovalamaları pek kabil olmamıştır.

Peki bu deliler ve dervişler birbirine nereden karıştı? Tokat ne zaman devreye girdi? Sırayla anlatayım;

Deliler diye bir birlik var ancak sanıldığı gibi tımarhaneden devşirilme değillerdir! "Tımarhaneden topluyorlarmış delileri, gulyabani gibi adamları. Salıyorlarmış çırıl çıplak düşman üstüne. Düşmanı kovalıyorlarmış gece vakti korkutup..." şeklinde bir cümle kurarsanız bunlar değil ama bu hayalgücüyle siz insanları korkutursunuz!

Tımarhaneden adam toplayıp askeri sefer organizasyonu içinde kullanmak söz konusu olsa ve iddia edildiği üzere matah bir çözüm olsa, Osmanlı sınır boylarına kale inşa etmek yerine tımarhane yaptırırdı! Elbette heybetli ve korkutucu tipli savaşçılara ayrı bir ün, şöhret atfediliyor ama tımarhaneden adamı alıp hangi aklı başında komuta savaşa yollar?

Deliler, hafif süvari birlikleridir. İlk isimlerinin "öncü" anlamına gelen "delil" iken sonradan "deli"ye döndüğü söylenir. Deli isimlendirmesi ise gözükaralıklarını ve cesaretlerini vurgulamak içindir. İri yapılı olup korkutucu görünmek, cesaret ve iyi savaşmak bu topluluğa katılmanın yegâne şartıydı. Bunlar genel olarak Bosna ve Semendire sancak beylerinin "kapu halkı"ndandır. Yani o paşanın emrindeki seçme maiyet birlikleri arasında yer alırlar. Asıl görevleri üst düzey görevlileri korumaktır ama savaş zamanlarında düşmana korku salma amaçlı olarak vücutlarına bıçaklarla, kılıçlar saplayıp, yaralar açıp asker önünde dolaşarak düşman şövalyelerine meydan okurlar. Bölge dillerini bildiklerinden karşı karşıya gelindiği zaman mübareze yani düello amacıyla askerin önüne çıkıp karşı tarafın cengâverlerine meydan okuyabilirler. Bulundukları bölgeye göre zaman ilk süvari saldırılarına da katılmaları söz konusu olmuştur ki bulundukları eyaletlerden ötürü kısmen sınır bölgelerinde görev yaptıkları söylenebilir. Ancak akıncılar gibi hareket etmezler. Akıncılar, doğrudan kendi akıncı beylerine bağlıyken bunlar kendi amirlerine bağlıdır, paşa kapusundan ayrılamazlar. Kafalarına sapladıkları tüyler bunların rütbeleridir, aynı şekilde derecelerine göre sırtlarına kaplan ve yolbars postu geçirirler, kalpaklar takarlar, tüylü kıyafetleriyle Ortaçağ'ın bilinmezliğinde yaşayan düşmana dehşet yaşatırlar.

Konuyla ilgili detaylı bilgi için Abdullah Turhal'ın deli tasvirlerini de bünyesinde bulunduran "Deliler" adlı kitabını, Atlas Tarih'in ayrı bir dosya konusu olarak "Deliler"i işlediği Mart 2011'deki sayısını tavsiye edebilirim.

Peki, çırılçıplak gezenler kısmı nereden eklenmiştir?

Buna ilişkin en açıklayıcı ipucu, yabancı seyyahların tasvirlere döktüğü Kalenderî dervişleridir. İnternette başı cavlak, ayağı çıplak, belinde derviş teberi, tüm saç, kaş ve bıyıklarını kazıtmış, tahta kılıçlarla döne döne çarpıştıkları (Döne döne kılıç çalmasıyla meşhur olduğu için bir feta sembolü olan Hz.Ali'ye ve onun "Haydar-i Kerrar yani "Döne Döne Vuran" lakabına yapılan sembolik bir mevzu) söylenen derviş tasvirlerinden birisi, "çıplak saldırıyorlar ve korkunçlar" temasıyla birleşerek "deli" olarak sanıla gelindi.

Kalenderi dervişleri belli dönemlerde sefer zamanlarında Osmanlı Ordusu'na eşlik etmişlerdir. Öncü birlik değildirler. Tımarhaneden devşirilmezler. Sadece bir çul parçası giyerler, onun dışında yarı çıplak gezerler ancak bu delilikten ziyade itikatlarının bir gereğidir.

Peki tekme sille tokat dalarak düşman kovalama mevzusu nedir?

O dönemde odun kütükleri ve mermer parçalarının talim amacıyla kullanılması mümkün elbette. Ancak bu meşhur "tokat" tek bir birliğin değil, pek çok Osmanlı muharibinin bildiği ve uyguladığı bir tekniktir. Prut savaşında olduğu gibi top arabaları bataklıklara saplanıp hareketsiz kaldığından tokat savuran, kılıç sallayan yeniçerilerin Rus ordusunu bozguna uğratması gibi istisnai zaferler varsa da, herhangi bir başıbozuk birliğinin, serdengeçti ya da dalkılıç grubunun daha ziyade kıstırılmış düşman birlikleri üzerinde ve kale kuşatmalarında gediklerdeki göğüs göğüse muharebelerde etkili olduğu bilinmektedir. Savaş meydanlarında ve geniş mesafade ise yaylım ateşi ve seri atışı mümkün kılan barutlu silahlar, (eğe stratejik bir noktayı hedef alan topyekûn süngü hücumu yahut şok baskını vb. değilse) yakın dövüş silahlarıyla mücehhez birlikler için hayli ölümcül olmuştur.

Related Posts

Leave Comments