Geçmişten günümüze Asya ile Avrupa arasında önemli bir kavşak başka bir ifade ile köprü konumunda olan Anadolu coğrafyası aynı zamanda önemli tarihi hadiselerin de beşiği olmuştur. Çoğu zamantarihe yön veren hatta seyrini değiştiren bu hadiselerin bir çoğu da askeri mücadeleler sonucunda vuku bulmuştur. Nitekim Ortaçağın son çeyreği olarak kabul edebileceğimizXI-XIV. yüzyıllar Anadolu'nun Türkleşmesi, hâkim güç Bizans İmparatorluğu'nun zayıflamasının yanı sıra haçlı seferlerinin cereyanına sahne olmuştur. Askeri, siyasi, kültürel tesirlerini hâlâ hissettiğimiz bu vakaların yaşandığı asırlarda hiç şüphesiz askerlik ve ordu son derece önemli idi. Özellikle de günümüzdeki kadar gelişmiş teknoloji olmadığı için az zayiat ile rakibe karşı üstün gelmek bugün olduğu gibi o dönemde de son derece önemliydi. Bu nedenle çalışmamızda kaynaklarının el verdiği ölçüde o çağda orduların kullandığı klasik taktiklerin dışında kalan ve bir nevi küçük askeri hile (kurnazlık)diyebileceğimiz uygulamalar üzerinde duracağız.
Konuyla ilgili ilk örneğimiz her ne kadar başarısızlıkla neticelense de bir beldenin düşman tarafından işgal edilişine dair. Bizans tarihçisi Zonaros'un naklettiğibu ilginç yönteme göre: IV. Mikhael (1034-1041) zamanında Bizans'ın elinde bulunan Urfa/ Edessa az kalsın elden çıkacaktı. Zira şehri ele geçirmek isteyen 12 Arap emirgüya imparatora armağan getirdik diyerek her bir deveye içinde birer asker bulunan iki sandık yükleyerek 500 deve ile Urfa/Edessa önüne geldi. Hedefleri kentten içeri girince sandıkların içindeki askerleri çıkarmak ve kenti işgal etmekti. Böylece emirler komutanın huzuruna çıktı ve getirdikleri hediye yüklerinin girişine izin istediler. Komutan onların istediğini kabul etti. Ancak Arapça bilen bir Ermeni dilencideve güdücülerin yanına gidip sadaka istedi ve bu sırada sandıkların birinden nerede olduklarını soran bir ses duydu. Dilenci şehre döner dönmez bir yolunu bulup durumu komutana bildirdi. Bunun üzerine komutan emirlere verdiği eğlenceden ayrılıp develerin konakladığı yere gelip sandık içindeki askerleri öldürdükten sonra emirleri de cezalandırdı.
İmparator VII. Mikhael (1071-1078) zamanında ise Antakya/ Antiokheia Doukası (Askeri Valisi) Ioseph Tarjhaneiotes ölünce (1074) bölgede karışıklıklar hat safhaya ulaşmıştı. İmparator durumu kontrol altına alması için Isaakios Komnenos'u bölgeye askeri vali olarak gönderdi. Yapılan inceleme sonucunda şehirdeki karışıklıkların çıkmasına neden olanlardan birisi de patrikti. Ancak halkın yarısı patriğe son derece bağlıyken diğer yarısı ise patrikten hoşnut değildi. Bunun üzerine Isaakios durumu imparatora rapor ettikten sonra bir taraftan asayiş için gerekli tedbirleri alıp diğer taraftan da halkı galeyana getirmeden patrik meselesini çözmek için şöyle bir hileye baş vurdu: İmparatordan gelecek cevaba kadar patriğe karşı son derece saygılı ve hürmet gösterip onun güvenini kazandı. VII. Mikhael'in patriği sürgüne göndermesini emreden mektubu kendisine ulaşınca da onu hemen uygulamadı çünkü hedefi halkın dikkatini çekmeden patriği şehir dışına çıkarmaktı. Zira maddi durumu çok iyi olan patriğin Antakya surları dışında özel mülkü olduğunu öğrenmişti. Bunun için Isaakios bir sürehasta numarası yapıp iki kolunu da sargı bezleri ile bağlayıp patriğin de görebileceği şekilde hekimleri sık sık huzuruna çağırdı. Diğer taraftan da sağlık durumu hakkında patriğe bilgi verip dua istiyordu. Plan gereği doktorlar şifa bulması için şehirden ayrılması gerektiğini tavsiye edince patrik de "sizin sağlığınıza iyi gelecek olan yer benim özel mülkümdür, gidip dinlenin" deyince Isaakios oraya yerleşti. Bir süre sonra patrik onu ziyaret gelince "sizi daha iyi gördüm" dedi. Bu sırada yine plan gereği Isaakios'un adamları düzenledikleri tavşan avına "bakın patrik de sizi iyi gördü" diyerek ısrarla onunda katılmasını istediler. Başına geleceklerden habersiz olan patrik özel mülkünde bir süre yalnız dinlenmek istediği için olsa gerek ava katılması konusunda Isaakios'a ısrar etti. Bunun üzerine o da güya istemeyerek de olsa tavşan avına çıktı. Böylece Isaakios amacına ulaştı ve derhal Antakya'ya gidip sur kapılarını kapadıktan sonra patriğe imparatorun onu sürgün ettiğine dair mektubunu gönderdi. Böylece patriğin şehre girip halk arasında fitne çıkarmasına müsaade etmeden sorunu çözmüş oldu.
Çağlar boyu diplomasi gerek dost gerek düşmanlar arasında en çok müracaat edilenyöntemlerden biridir. Çıkarları doğrultusunda bu işten en iyi şekilde yararlanmasını bilen imparatorlardan birsi ise I. Aleksios Komnenos (1081-1118) idi. Zira daha tahta oturmadan önce Bizans ordusunda Anadolu'ya yapılan Türkmen akınlarını durdurmak üzere görevlendirilen askeri birlik içinde yer alan 400 Latin askerine komuta eden Roussel de Bailsul'un başlattığı isyanı diplomasi sayesinde bastırmıştır(1074). Selçuklu-Bizans ilişkileri açısından son derece önemli olan bu isyan, Aleksios Komnenos'un kızı Anna'nın ifadesiyle bir çeşit savaş hilesi diyebileceğimiz şu yolla bertaraf edilmiştir: Bizans ordusundaki ücretli Latin askerlerinin kumandanı olan Roussel, bir taraftan Türkmenlere saldırırken diğer taraftan da Sivas'tan merkeze kadar olan şehirlerde talan yaparak Bizans'a zarar veriyordu. Hatta Bizans'a karşı üstünlük kazandıkça Türkmenler ile dostluk kurup Tutuş ile ittifak kurma yoluna gitmişti. Bunun üzerine Aleksios, Tutuş'a "Senin sultanın ile benim imparatorum dosttur" dedi. Oysa Roussel her iki taraf için de korkunç düşmandır. Onun elde etmek istediği şudur: Şimdi senin güçlü koruyuculuğuna sığınarak bana saldırıyor, kendisini tehlikeden uzakta hissettiği ilk fırsatta ordusunu sana karşı yöneltecektir. Benim dediğimi dinlersen bu Roussel bir kez daha seninle buluşmaya gelince onu tutuklayıp bize yüksek para karşılığında tutsak olarak gönder. Bu sana üç yarar sağlar. 1) Yüklü miktarda para 2) İmparatorun dostluğu 3) Sultanın da bir Bizans'a bir Türkmenlere saldıran tehlikeli düşmandan kurtulduğu için hoşnut olacaktır. Aleksios'un bu sözleri Tutuş'a ulaşınca Roussel'i tutuklamaya razı oldu ve daha sonra da Aleksios'a gönderdi. Fakat vaat edilen para bir türlü Türkmenlere ödenmeyince Roussel'in adamları ile Türkmenler onu hapsedildiği yerden çıkartmak için tekrar isyan ettiler. Aleksios bu defa da çıkan isyanı bastırmakiçin Roussel ile anlaşıp güya onun gözlerini kör ettiriyormuşgibi bir gösteri sergiledi. Böylecehem isyanı bastırıp hem de Roussel'in kontrolündeki yerleri geri almayı başardı.
İmparator olarak 1081'de Bizans tahtına çıktıktan sonra da diplomatik hileler, kurnazlıklar ile birçok badire atlatmıştır. Nitekim Türkiye Selçuklu Devleti'nin kurucusu Süleyman Şah 1086 yılında Ayn Seylem Savaşı'nda Suriye Selçuklu Sultanı Tutuş'a yenilip ölünce Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah kardeşi Tutuş'un daha fazla güçlenmesinden endişe duyduğu için olsa gerek Siyavuş/Siaus adlı elçisini Anna Komnena'nın ifadesiyle imparatora şu mesajla göndermiştir: "Eğer iki devlet arasında evlilik yoluyla hısımlık tesis edilirse Türkleri kıyı bölgelerinden çekeceğini ve tüm hisarları geri vereceğini hatta tüm gücüyle etkili bir destek olacağını vaat etti". Kaybedilen kıyı bölgelerini geri kazanmayı çok isteyen Aleksios Komnenos ise sultanınancak evlilik şartı ile geçerli olacak olan kıyı bölgelerinden Türkleri çekeceği vaadini evliliği gündeme getirmeden sağlamayı planladığı için elçi Siyavuş'a vaatlerde bulunup onunla anlaştı. Buna göre Siyavuş bu yazılı buyruğu göstererek kıyı bölgeleri teslim alıp Aleksios'un yanına dönecekti. İlk olarak Sinop'a giden Siyavuş sultanın mektubunu buranın hakimi olan Kharatikes (Kara Tegin)'e gösterip, bu kişinin Sinop'ta bulunan imparatorluk hazinesine dahi dokunmadan oradan ayrılmasını sağladı. Sonra da Sinop yönetimini Konstantinos Dalassenos'a teslim etti. Daha sonra diğer hisarları dolaştı ve beylere Sultan Melikşah'ın mektubunu göstererek oraları boşaltıp imparatorun adamlarına teslim etti. İmparator tarafından verilen görevi tamamladıktan sonra merkeze geldi ve kendisi vaat edildiği üzere hediyelere boğulduğu gibi Ankhialos Dukalığına atandı. Ancak Süleyman Şah'ın ölüm haberi yayılmaya başladıkça Türk beyleri de bağımsız hareket etmeye başlamıştı. Özellikle başkent Nikaia/İznik'i elinde bulunduran Ebu'l-Kasım rivayete göre kendini sultan ilan edip kardeşi Ebu'l-Gazi'yi Kapadokya emirliğine atadı. Süleyman Şah zamanında Bizans ileimzalanan Dragon Çayı antlaşmasını(1081) ihlal ederek Marmara sahillerine akınlar tertip edip Bithynia (Kuzey-Batı Anadolu) bölgesini yağmalamaya başladığı gibi Gemlik/Kiosu ele geçirerek buradakitersanede gemiler inşa ettirmeye başladı. İmparator Aleksios bu duruma karşı bir taraftan askeri tedbirler alırken diğer taraftan da barış anlaşması yapmaya çalışıyordu.
Diğer taraftan Sultan Melik Şah'ın Emir Porsuk'u Anadolu'ya gönderdiğine dair haberler geliyordu. Ebu'l-Kasım muhtemelen tersanedeki gemilerin yapımının bitmesini beklediği ya da Porsuk'un gelişini kendi menfaati için uygun olacağını düşündüğü için olsa gerek bir türlü anlaşmayı imzalamıyordu. Fakat Gemlik'de daha kızakta iken gemilerinin yakıldığını haberini alınca anlaşmaya razı oldu. Ancakimparator anlaşmanın imzalanmasıyla yetinmeyip ısrarla Ebu'l-Kasım'ı İstanbul'a davet ediyordu. Çünkü Nikomedeia/İzmit'i işgal eden Türkleri oradan atmak istiyordu. Bunun için de şöyle bir plân yaptı: Ebu'l-Kasım teklifi kabul edip İstanbul'a gidince çeşitli bahanelerle olabildiğince kalış süresini uzatmaya çalıştı. Zira İzmit kıyısında harabeye dönen kalenin yerine yenisini yaptırmak için gerekli malzemeyi ve ustaları bölgeye göndermişti.Kaleyi yaptırırken bölgedeki Türklere de imparatorun yanında olan Ebu'l-Kasım'ın durumdan haberi olduğu söyleniyordu. Kalenin bittiği haberi gelince Ebu'l-Kasım'a oldukça bol ve çeşitli hediyeler takdim edildikten sonra Saygı değer anlamına gelen Sebastos unvanı verilerek İznik'e dönmesine izin verildi. Ebu'l-Kasım dönüş yolunda kalenin onarıldığını gördü fakat gerek imzalanan anlaşma gereği gerekse de Emir Porsuk'un İznik önlerine gelmesi nedeniyle ses çıkaramadı.
Muhtemelen 1090 yılı ortalarında İznik'e dönen Ebu'l-Kasım kısa bir süre sonra Emir Porsuk'un muhasarasıyla karşı karşıya kaldı. Üç ay boyunca kendi imkanlarıyla direndi fakat bu zor durumdan kurtulmak için aralarındaki anlaşmaya istinaden I. Aleksios'dan askeri yardım talep etmek zorunda kaldı. Oysa bu sırada İmparator Peçenekler ile uğraştığı içinEbu'l Kasım'a yardım edecek askeri gücü yoktu. Fakat muhtemelen güçsüz görünmemek ve Emir Porsuk'u daha güçlü rakip gördüğü için olsa gerek yine küçük askeri ve diplomatikbir hileyebaşvurdu. Bizzat kendisi ordusunu alıpEbu'l-Kasım'a yardıma geliyormuş izlenimini vererek küçük bir askeri birliğe Bizans "alay sancakları" ve "gümüş çivi çakılmış asalar" verip İznik'e gönderdi. İznik'in doğu kapısından içeri giren bu askeri birlik derhal sur üzerindeki mazgallara çıktı ve sancaklarını, asalarını oraya koyup savaş naraları attılar.Üç aylık muhasara sonucunda başarı elde edemeyen Emir Porsuk ise muhtemelen imparatorun da savaşa dahil olduğunu sanarak geri çekildi. Ancak Ebu'l-Kasım da tam anlamıyla güçten düşmediği için olsa gerek İznik surlarına kadar çıkan Bizans askeri birliği direnç göstermeden geri döndü.
Haberleşmekhiç şüphesiz sulhta ve savaşta en vazgeçilmezgereksinimdir. İnsanoğlu geçmişten günümüze bu ihtiyacını karşılamak için çeşitli yöntemlere başvurmuştur. Çalışmamızı kapsayan dönemde ise bu işin en muteber şekli mektuplaşma idi. Diplomasiyi çok iyi bilen ve kullanan I. Aleksios Komnenos Süleyman Şah'ın ölümünden sonra Türkiye Selçuklu tahtına geçen I. Kılıç Arslan (1093-1107) ve kayınpederi Çaka Bey'in arasını elçilik ve mektuplar sayesinde açmayı başardığıgibi bu sayede özellikle hem denizlerde hem de Peçeneklerle Bizans'a karşı kurduğu ittifak ile kendisine çok büyük problem oluşturan Çaka Bey'den kurtulmuştur. Anna'nın kaydına göre, imparator tarafından Sultan I. Kılıç Arslan'a Bizans elçinin götürdüğü mektupta şunlar yazıyordu:
"Şanı Büyük Sultan Kılıç Arslan!
Biliyorsun ki sultanlık sana baba mirası olarak geçmiştir. Oysa senin kayın baban Çaka görünüşte Rum devletine karşı silahlanıyor ve kendisine Basileus dedirtiyor. Ama besbelli ki bu bir aldatmacadır. Aslında, öylesine büyük deneyim sahibi bulunan ve son derecede bilgili bir kişi olan o, kendisinin Rumlar üzerinde Basileusluğa hiçbir hakkının bulunmadığını ve bu kadar büyük bir devletin başına geçmesinin olanaksız olduğunu biliyor. Kurduğu bütün tezgâh sana karşı yönelmiştir. Bu durum karşısında sen ne onu başıboş bırakmalısın ne de cesaretini yitirmelisin;yapman gereken, erkinden yoksun bırakılmamak için uyanık davranmaktır. Bana gelince, ben, Tanrının yardımıyla onu Rum ülkesinin sınırlarından kovarım: Seni de kendi çıkarların için, ülkeni ve egemenliğini uyanıklıkla korumaya ve olabilirse barışçı yollardan, o bunu istemezse silahla, onu yeniden kendi buyruğuna almaya davet ederim". Bu mektuptan sonra kayınpederinden kuşkulanan I. Kılıç Arslan bir yemek ziyafetinde Çaka Bey'i zehirleterek öldürmüştür (1096).
Ayrıca savaş zamanı rakibi yanlış yönlendirmek için sahte mektup yazmak sık uygulanan savaş hilelerinden biri idi. Nitekim İmparator Manuel Komnenos (1143-1180), Myriokepholon Savaşı (1176)öncesi Danişmendli Meliki Zünnun'un da dahil olduğu otuz bin kişilik bir orduyu Niksar'a gönderince Selçuklular, güya Hristiyanlar tarafından kaleme alınmış şu sahte mektubu: "Zünnun'a inanmayın zira o ırkdaşları Türkler'in tarafındadır ve size ihanet edecektir" bir okun ucunda kaleye fırlattılar. Paniğe kapılan Bizans ordusu kaçmaya başlayınca Türkler hem onları takip edip hem de imparator öldü diye bağırarak düşmanı hezimete uğrattılar.
Yine kızı Anna Komnena'nın ifadesine göre babası İmparator Aleksios komnenos gerek I. Haçlı Seferi sırasında Nikaia/İznik'i gerekse Batı Anadolu'yu fazla bir askeri güç kullanmadan küçük hileler/kurnazlıklar ile ele geçirmeyi başarmıştır. Zira Latinler 1096 yılında İznik'i muhasara edince Aleksios Komnenos surlar düşmeden beldeye hakim olabilmek için şöyle bir plan yaptı: İznik surlarının son derece sağlam olduğunu bilen imparator kalenin kolay kolay ele geçmeyeceğinin farkındaydı. Fakat I. Kılıç Arslan'ın Malatya muhasarasını iptal edip Nikaia/İznik yakınlarına gelip şehre giremeyince kuşatma altındaki Selçuklu kuvvetlerine gölden yardım göndermeye başlayınca imparatorda Kios/Gemlik kıyılarından yüzlerce hafif tekneyi donanımlı askerler ile göle indirdi. Bu askerlerin komutanlığını da Manuel Boutoumites'e verdi. Ayrıca karadan da Tatikios komutasında 2.000 asker sevk etti. Her ne kadar gölden yardım almaya çalışsalar da çok zor duruma düşenSelçuklular daha önceden aralarındaki dostluk anlaşmasına güvenerek başta sultanın karısı olan Çaka Bey'in kızı olmak üzere I. Kılıç Arslan'ın ailesine iyi davranacaklarını vaat edenBoutoumites'in görüşme talebini kabul edip onu içeri aldılar. Boutoumites şehre girer girmez "Av artık elimizde şimdi uydurma bir saldırı düzenle hatta haçlılar da saldırıya hazırlansın ama gün doğmadan başlamasınlar" diye haber gönderdi. Ardından kaledeki yetkililerle yapılan görüşmeler sonucunda Türkler şehrin anahtarlarını imparatorun yetkilisi olan kumandana teslim ettiler. Böylece Bizans bayrakları kurnaz bir plân ya da bir oldu bitti ile Nikaia/İznik burçlarında dalgalandı. Fakat bu plânın sadece ilk kısmı idi. ZiraI. Aleksios sultana ailesini sağ salim teslim edeceğini ancak teslimatın güvenli yapılabilmesi için deniz yolunu tercih ettiğinibildirdi. Fakat bunda asıl amaç Türkler'in eline geçen Batı Anadolu kıyılarına hakim olmaktı. Bu nedenle Ioannes Doukas komutasında bir filo hazırlattı ve Çaka Bey'in kızı olan sultanın karsı, çocukları ve kız kardeşini de ona teslim etti. Ayrıca filo komutanı Ioannes'e Nikaia/İznik'in de ele geçirildiğini duyurması emrini verdi. Eğer kıyı bölgesindeki Türk beyleri kendisine inanmazsa onlara "Çaka Bey'in öz kızının ellerinde oluğunu göster ki bu sayede cesaretleri kırılır ve beldelerini sana teslim ederler" dedi. Böylece hemen hemen hiçbir güç kullanmadan kıyı bölgelerine de hakim oldu.
Akıllıcayapılan bir plânın güçten daha üstün olduğunu gösteren savaş hilelerine dair şunları da örnek verebiliriz: Türkiye Selçuklu Devleti'nin kurucusu Süleyman Şah Antakya'yı fethetmek için yola çıktığında takip edilmemek ve düşmanlarını yanlış yönlendirmek içinmuhtemelen bir süre için atların nallarını ters çaktırmışve öyle ilerlemiştir. İmparator I. Aleksios, kayınbiraderi Ioannes Doukas'ı bir donanma ile Çaka Bey'in idaresindeki Midilli'ye göndermiş fakat üç ay süren çarpışmadan bir sonuç alınamamıştı. Ioannes'in durumu hakkında imparatora bilgi vermek için gelen bir asker laf arasında "Ioannes yüzü doğuya dönük olarak sabahtan akşama saldırmasına rağmen bir başarı elde edemedi" deyince Aleksios Komnenos Ioannes'e iletilmek üzere bir mektup kaleme aldı. Mektupta "Yüzünü doğuya dönüp savaşma çünkü hem güneş ışınları hem de düşman ile uğraşmak zorundasın. Bırak güneş onlardan tarafa dönsün ondan sonra saldır" yazıyordu. Ioannes mektubu okuyunca ertesi gün sabahtan savaşa başlamadı. Güneş öğlen zirveye çıktıktan sonra saldırıya geçti. Bu sırada çıkan bir rüzgar Çaka Bey ve adamlarının işini çok daha fazla zorlaştırdı ve I. Aleksios Komnenos'un bu kurnazlığı ile Ioannes aylardır elde edemediği başarıyı elde etti. Yine İmparator Komnenos, kızı Anna Komnena'nın ifadesi ile her zamanki çare buluculuğu ile Çatalca yakınında Peçenekleri şu yöntemle hezimete uğratmıştır: "Aleksios çok iyi biliyordu ki saflar halinde Peçenekler ile savaşsa başarı elde etmesi mümkün değildi. Bu yüzden talana çıkan Peçenek kuvvetlerinden küçük bir gruba saldırıp onların sancaklarını, atlarını, kıyafetlerin alıp kestiği kafalarını mızraklara geçirip güvendiği adamlar ile hisarın içine gönderdi. Daha sonra kendi askerlerine Peçenek kıyafeti giydirip, onların atlarına bindirip sancaklarını da ellerine vererek akından dönecek grubunun geçeceğini tahmin ettiği çaya gönderdi. Nitekim plan işe yaramış ve talandan dönen Peçenekler suyun kenarındaki Bizans askerlerini kendilerinden sanıp tedbirsiz bir şekilde hareket edince ya kılıçtan geçirildi ya da esiredildi.
Kaynakların ifadesine göre iyi bir asker ve savaş hileleri konusunda çok zeki olan I. Manuel Komnenos ise Sultan I. Mesud (1116-1155) ile yaptığı bir savaşta aslen Adrianopolis/Edirne'li askerlerden olan Bemppitziotes adındaki birini yanına çağırdı ve ona başındaki miğferi çıkarıp eliyle havada her yöne doğru sallamasını emretti. Sözüm ona bu suretle orduya sultanı esir etmiş gibi gösterecekti. Gerçekten de böyle yapılınca plân işe yaradı ve Bizans askerleri cesaret bulup kendilerini tazyik eden Selçuklu kuvvetlerini geri püskürttüler. Düşman taraftan önemli bir kişinin öldürülmesi ya da önemli bir kişiye öldürülmüş süsünün verilmesi rakip üzerinde son derece olumsuz etki yarattığı için benzer bir hadise Myriokephalon Savaşı (1176) sırasında şu şekilde uygulanmıştır: Selçuklular önceden öldürdükleri İmparator Manuel'in yeğeni Andronikos Vatatezes'in kesik başını mızrağın ucuna takıp Bizans ordusuna gösterince rakipte müthiş bir çöküntü yaşanmıştır.Bu tarz eylemlerin en acımasızlarından birisi de Andronikos Komnenos (1183-1185) zamanında yaşanmıştır. Nitekim imparatorun saltanatına itiraz eden Isaakios Angelos Nikaia/İznik'de direnişe geçtiğinde isyanı bastırmak üzere 1184'de bizzat Andronikos bölgeye gitti. Ancak direnişi hemen kıramayınca Isaakios'un annesi Euphosyne bölgeye getirtip adeta canlı kalkan olarak kullandı. Zira kale kapısını vurmakta kullanılan aygıtın üzerine kadını sanki ata binmiş gibi oturtup savaş makineleri ile birlikte surlara doğru ilerletti. Bu manzara karşısında insanlar hem ağlıyor hem de hayretler içinde kalıyordu.
Düşmanı korkutup maneviyatını bozmak içinSelçuklu askerleri ise genelde saçlarını kazıyıp düşmanlarının önüne atarlardı. Ayrıca yiyecek teminatını engellemek için ekinleri, bağ, bahçe ve meraları yakmanın dışında su kaynaklarını kullanılmaz hale getirmek de bir çeşit savaş hilesiidi. Mesela, I. Kılıç Arslan haçlılara karşı mücadele ederken özellikle de 1101 deki mücadelede ve 1176 Myriokepholon Savaşı öncesi bu yönteme müracaat edilmiştir.
Bunların dışında savaş sırasında asker sayısını fazla göstermek için çok sayıda ateş yakmak en çok uygulanan savaş hilelerinden biri idi. Mesela, I. Aleksios 1094 yılı civarında Edirne yakınlarına kadar gelen Kuman kuvvetlerine karşı Bizans askerinin sayısını fazla göstermek için ordusundaki her bir çadırın yanında en az on beştane olmak üzere ateş yakılmasınıemretmiştir. Anna Komnena'ın ifadesine göre, "Böylece yaklaşan Kuman kuvvetleri bunca ateşi görünce Bizans ordusunu kalabalık sanıp azgınca saldırmamıştır". I. Manuel Komnenos (1143-1180)'un ölümünün ardından Bizans tahtını ele geçirmek üzere harekete geçen Andronikos Komnenos ise Kadıköy/Khalkedon önlerinde çamlık bir alanda kamp kurduğunda bütün gece boyunca ateşler yaktırdı. Bunu ordusunun duyduğu ihtiyaçtan değil de sanki yanında daha büyük bir ordu varmış havası vermek için yapmıştı. Türkiye Selçuklu ordusunda ise ateşdüşmanın görebileceği yüksek tepelerde yakılır ve aynı zamanda askerler kurtlar gibi uluma sesleriçıkarırdı.
Sonuç olarak askeri zayiatı daha aza indirmekve kısa sürede en verimli neticeye ulaşmakiçin yerinde ve zamanında uygulanan küçük çaplı hilelerin bir ordunun başarısında asker gücü, teçhizatı ve donanımı kadar önemlidirdiyebiliriz. Ayrıca taraflar genel olarak bu tarz hilelere ise en çok asker sayısını fazla göstermek, rakibini yanlış yönlendirmek ve onun maneviyatını bozmak için başvuruyordu. Özellikle de yukarıda da bahsedildiği üzere diplomatik askeri hileler ile kısa sürede çok büyük kazançlar sağlanabilmekteydi diyebiliriz.