ANALIK, DİNMEYEN GÖZYAŞI VE ANNELER GÜNÜ
Bu yazıyı, oğlumun bir haftalık olduğu günün ertesi sabahı 07.30'da yazmaya başladım. O da günlerdir uykusuz kalmama rağmen uyumam gereken ilk fırsatta bilgisayar başına geçerek. Sonra da gelişmelere göre ilerleyen aylarda devam ettim. Biraz uzun ama sizi temin ederim sıkılmayacaksınız.
Doktor kontrolünde henüz 5 haftalıktı benim yavrum. Kesin olduğunu öğrendiğim vakit, işte ilk orada ağladım. Ultrasonda kendisi ile tanıştığımda yanaklarımdan süzüldü yaşlar. Kuvvetli alerji rahatsızlığım olduğu için her gün düzenli olarak ilaç kullanıyordum. Mutluluk gözyaşı yerini korkudan ağlamaya bıraktı. Kullandığım ilaç C grubu denilen grupta yer alan bir ilaçmış. Hayvanlar üzerinde denenmiş fakat insanlar üzerinde teste tabi tutulmamış ilaçlardanmış. O hastanenin bahçesinde içim çıkana kadar ağlamıştım. Ya bebek düşerse ya evladım hastalıklı doğarsa benim yüzümdeeennn :'( diye feryat ettim. Gelişim sürecini takip edip, her şeyin yoluna girdiğini öğrenene kadar boş bulduğum her an ağladım.
İlk üç ay tüm gebeler için düşük riski taşıdığından çok hassas bir dönem. Elbette ki eşim birçok işe yardım ediyordu fakat o olmadığı vakit kendimi kaybedip temizliğe daldığım günün akşamı oturup yine ağlıyordum. Çok yoruldum, evladım bunu sana yapmaya hakkım yoktu, ya sana bir şey olursa diye diken üzerinde bitiriyordum geceyi.
Sonra ikili, üçlü tarama testleri geldi. Tam kırk dakika boyunca evladımın her bir yerini ultrasonda izleme fırsatım oldu. Kafası, elleri, kolları, bacakları… Bu denli uzun ve yakından gördüğüm için yine gözyaşlarımı tutamadım. Doktor hanımın bu bebe yerinde durmuyor, pek hareketli maşallah deyişiyle ıslak yanaklarım gülümsemeye başlamıştı.
Bir gün, süresi geldiğinde gebelere verilen takviye ilaçları kullandığım vakit (Kan yapıcı ilaç, vitamin vb) bedenim zararlı toksinleri atmaya başladı. Biraz acemilikten biraz panikten "Eyvah düşük yapıyorum!" diye feryat ederek doğru hastanenin yolunu tuttum. Siz strese girdiğiniz vakit ya da üzüldüğünüz vakit bebeniz de tepki vermeyi kesiyor. Elimi bütün karnımda gezdirmeme rağmen bebemin hiçbir hareketini hissedemez oldum. Öldü bebeğim öldü aman Allah'ım şeklinde daha kapıdan girişte ağlayışım diğer hastaları ve hasta kabulü de paniğe sevk etti. El birliğiyle öncelik sırası verildi. Doktordan her şeyin yolunda olduğunu öğrenip, kendi gözümle görene kadar tonla gözyaşı akıtmışımdır. İşin kötüsü ise; ben bunun ilaçlardan sebep olduğunu anlayana kadar başıma gelenin bir gün önce taşıdığım 5 kiloluk karpuzdan kaynaklandığını sanıp, kendi kendimi yiyip bitirmem! Gerçeği bilmek beni kesmedi, ana adayıyım ya bütün gün yine ağladım! Ya şöyle olsaydı ya böyle olsaydı…
Bir başka şoku da ilerleyen aylarda yaşadım. Artık sonlara yaklaşıyorduk. Bir muayenede bebek oldukça iri görünüyor dedi doktor. Yüzüm kireç gibi çıktım odadan. İri de nasıl iri? Olağandışı bir durum mu acaba? Yine her şeyin yolunda olduğunu anlayana kadar bulduğum her boşlukta ağladım.
İlk tekme attığı günü hatırladım şimdi. Çok tuhaf bir duyguydu. Dokunmaya korkmuştum. Birkaç gün cesaret edemedim. Cesaretimi topladığım vakit hareketlerini avuçlarımın içinde hissettiğimde yine ağladım. Bir vakit geldi ki sesime karşılık vermeye başladı. Artık beni tanıyor diye ağladım. Kabul ediyorum çok saçma ve gereksiz bir evham ama anasın ya işte bir şeylere ağlaman gerek ben çıtayı yükselttim gece yattığım vakit inşallah onu sıkıştırmadan uyuyorumdur diye ağlamışlığım da vardır.
Öyle pek aşermedim. Yalnız bir kez dadandım yeşil çekirdeksiz üzüm istedi canım. Zamanı da değildi hani. Oturduğum mevkide her markete baktım bulamadım. Yeşil üzümü ta Bursa'da bulana kadar batıl mıdır gerçek midir tartışılır ama elimi yüzüme sürmeye korkup, acaba evladımın suratında üzüm izi çıkarır mıyım diye yine ağladım.
Minibüsçüler çok ağlatıyor hanımlar onu söyleyeyim. Yine gerçek midir bilmiyorum ama halk arasındaki inanışa kapılasın geliyor. Tümseklerde öyle bir hoplatıyorlar ki aha evladım şimdi düşecek diye paniğe kapılıp, kavga ediyor, aynı günü yine korkuyla kapatıp ağlıyorsun.
Belin neredeyse ayrılıyor, benim gibi yüz üstü yatmayı severken 9 ay boyunca sol tarafa yatınca (Kaldı ki 9 ay sola yatmak için çok uzun bir süre. Ben olsun ya bir şey olursa diye en baştan başladım), yaz gebeliği yaşıyorsan sıcaklardan bunalınca, cam diplerinde uyumaya çalışırken, aldığın 20 kiloyu taşımaya çalışırken ağlıyor sonra da ben böyle ağlıyorum diye evladım gücenip de tam gelişimini tamamlamadan erken doğmaya karar verirse diye bir daha ağlıyorsun.
Deyim yerindeyse derler ya hani deyim yerinde gerçekten. Doğmamış bebeğe don biçip, geleceği hakkında hayaller kurup, o hayaller içine olumsuz kaygılar düşürüp yine ağlıyorsun. Ağaç dalından yaprak düşse, yaprak anasından ayrıldı diye ağlayacak durumdaydım. İzlediğim analı, yavrulu hayvancıkların videolarına ağladım. Sahipsiz, talihsiz, istismar edilen çocuklara ağladım. Sen ana adayıysan bütün çocukları, hayvan yavrularını dahi kendi evladın gibi görüyorsun.
Doğum zamanı geldi çattı.
Sezaryen (Tdk doğruluyor. Sezeryan değil.) doğum yaptım ben. Epidural anestezi uygulandı. Kıroluk olmasın diye tıbbi ifadesini de yazdım ama milletin anlamayacağı şekilde yazmak bana saçma geliyor. Belden aşağı uyuşturularak diyelim biz yalın olsun. İlk on dakika sonunda bebemi gösterdikleri vakit yine gözümden yaş süzüldü. 40 hafta sonunda artık kavuşmuştuk biz. O güzel evlat benim evladımdı. Nasıl da güzel ağlanası bir andı.
Sezaryen doğumda sütün hemen gelmezmiş. Ben hem fizyolojik hem de psikolojik olarak onu düşünecek durumda değildim. Bebeğim 4.030 kg doğduğu için hemşire hanım mama temin edilmesi gereğinden bahsetmişti ama dediğim gibi ben onu algılayacak durumda olmadığım için çevremdekilerce de ana sütü sağlıklıdır mamaya başlama telkinlerinden sebep hastanede mama vermediğimizden "Ben nasıl anayım evladımı doyuramıyorum" diye feryat figan yine ağladım. Şaka değil hastanede kaldığım ikinci gün on litre su içtim. Abartı yok. Bol su içersen sütün artar dedilerdi. 3,5-4 litre imiş en fazlası ben cahil ne kadar çok içersem o kadar çok gelir diye abandım suya. Allah'ım ne zaman biter bu çile, haydi sütüm gelsin diye yine ağladım.
İlk 15 gün kadar sütüm pek gelmedi. Mama veriyorduk. Herkes ısrarla üzülme düzelecektir diyordu ama ben kendimi suçlu hissetmeye devam ediyordum. Bu konuda çok fazla tavsiye ve telkin aldım. Sağ olsunlar. Sanki mamayla beslenen bebekler büyümemiş gibi ille de anne sütü vermeliyim diye kendi kendimi bitiriyor, durmadan eşimin başını yiyordum. Ağlamadığım saat yoktu. Sonra sonra sütüm yoluna girmeye başlayınca da her hafta emin olmak için tarttırıyor, kilo aldığını bilmeme rağmen yine sütüm yetmiyor mu acaba diye ağlıyordum.
Eşimle bir karar aldık. Oğlumu 4 aylıkken sünnet ettirdik. O günü asla unutamam. Giderken dağılmışım zaten. Üzerini soyup, hemşireye teslim ederken arkasından baktığım gibi hüngür hüngür ağlamaya başladım. Şu an bile yazarken gözlerim doluyor. Acaba canı yanıyor muydu? Acaba ben olmadan korkuyor muydu? Onu değil de beni kesselerdi. On dakika sonra getirip kucağıma verdiler. Örtüsü tentürdiyot olmuş, ben ıslak gözlerle onu kan gibi gördüm avaz avaz ağlamaya devam ettim. Yavrum evladım kim bilir ne canı yanıyordu. Eve geldik cesaretimi toplayıp da bakamadım. Mecbur altını alacağım orada bayılmadığıma şükür. Bir de ilk an kanlı işeyip, ağlamaz mı? Canımdan can gitti. Parça, pinçik oldum. 2-3 gün sarılamadım yavruma. Acaba kokumu özlüyor mudur diye yine ağladım.
Şu lohusalık dönemi bitsin her şey yoluna girecek dediler. Dediler de baktım ben lohusalık olsun olmasın ağlayacak bir şey buluyorum. Eyvah ki ne eyvah. Doğum iznim bitmeye doğru gidiyordu. Beni tabii ki evladımı kime bırakacağım korkusu sardı. Bir helal süt emmiş, evladıma hor davranmayacak bir bakıcı bulmamız gerekiyordu. Koca İstanbul'da nasıl buluruz öyle birini? Kim bilir kime denk geliriz? Ajanstan hiç tanımadığım birini istemem diye dövünüyordum. Günlerce, gecelerce ağladım. Evladımın yüzüne bakarken, sarılırken seni kimlere bırakacağım, ya sana kötü davranırsa diye korkup ağladım.
Aylar bitti, haftalar bitti, günler bitti. Geldi çattı o gün. Ne zordu işin o ilk günü. Sanki evden çıkmamış, merdiven inmemiş, çok yüksek bir uçurumdan aşağı yuvarlanmışım. İçli içli, hıçkıra hıçkıra, yüzümü sile sile ağladım. Ayaklarım geri geri gidiyordu. Gün bitmek bilmedi. Kafam uğulduyordu. Telefonumdan fotoğraflarına bakıp, oturduğum yerde gözlerimi çaktırmadan silmeye çalışıp, ağlamak için tuvalete gidiyordum. Akşam mesai saati bittiğinde eve hızla dönmek için koşuyor, eve giresiye kadar merdivenleri ikişer, üçer atlıyordum. Ayakkabılarımın birini bir yere, diğerini bir yere fırlattım. Ah o kavuşma anımız. Sanki yeniden doğurmuşum da yine kucağıma vermişler. Ağla ağla ağla…
Allah yüzümüze güldü helal süt emmiş birini çıkardı karşımıza. Yine her gün ağlıyor ama en azından oğlumu ona hor davranmayacak birine teslim ettiğim için az da olsa teselli buluyordum.
Sonra ek gıda problemimiz çıktı. Yani şimdi geriye dönüp bakınca yalnızca benim problemimmiş onu görüyorum. Epey paniklemiştim. Farklı yorumlar, internetten olsun, kitaplardan olsun çok fazla bilgi. Çok kritik bilgiler dışında kitaplardan faydalandığımı söyleyemeyeceğim. Benim seçimimdi. Yaşayarak keşfetmek, onu anlamak çok daha güzeldi. Sağma süt bıraksam da acaba diğer gıdalara alışabiliyor mu? Doyuyor mu? Ne versem sağlıklı olur? Ya bir yerde yanlış yapıyorsam vs vs strese girip ağlıyordum. Ben işe dönmek zorunda olduğum için 5 aylıkken ek gıdaya başladım. Acaba erken mi? 6 ay anne sütü şarttı acaba sütü bırakır mı diye korkuyordum. Neyse ki bırakmadı. Hâlâ emiyor. Bu süreçte bakıcımız bize epey yardımcı oldu. O olmasaydı daha da kötü geçebilirdi. Sağ olsun.
Oğlum bu kış üç kez hastalandı. Sonuncusunu ailecek epey ağır geçirdik. Her ateşi yükseldiğinde gözyaşım kenarda bekledi Allah korusun havale geçirir mi diye. Berbat bir durum.
Her annenin istemeden de olsa başına gelmiştir. Bir keresinde uykusunda tırnaklarını keserken parmağını kanattım. Böğrüme öküz oturdu sanki gözyaşım süzüldü acaba canı çok yandı mı diye.
Bazen hiçbir şey olmasa da ağlayasınız geliyor be. Onun yüzüne bakıp mutluluktan, sevgiden, şükürden de gözleriniz dolabiliyor. Sonra ne olduğunu anlamayan fakat üzülen bir ifadeyle size bakınca siliyorsunuz elinizin tersiyle.
Bazen de bir süre ara vermeniz gerektiği için eski sosyal hayatınızı özlersiniz. Bana oluyor. Darlanıyorum kimi zaman. Sonra öyle güzel bir gülüş atıyor ki amaan geçici bir süre ne de olsa deyip unutuyorsun.
Hiç işten, geleceğini düşünürken birden kendinizi gözleriniz ıslanmış bulursunuz. Acaba hangi okullarda okur? E yaşım var geç doğurdum. Mesleğini eline aldığını görür müyüm? Islak gözünüzde büyütüverirsiniz onu. Sonra nasıl birine aşık olur? Kimi sever? Hayat bu arkadaş seçiminde hata yapacaktır. Kim onu üzer? O da birilerine güvenip ihanete uğrayacak derken içiniz burkulur.
Neyse… Şu sıralar son ağlama sebebim dişleri. İki dişlim emerken zalımlık yapıyor. Anasının sesini bütün apartman duyuyor. Vallahi acıdan ağlamışım. Ona kıyamıyorum tabi. Yüzüme baktığında ne olduğunun farkında değil ki. Acı nedir, acı vermek nedir bilmiyor bebeğim.
Buraya kadar tebessümle okuduk belki. Buradan sonrası öyle olmayacak. İçimi dökmeye devam edeyim.
Ateş düştüğü yeri yakar derler. Onlar kadar iyi anlayamayız. Önceden de üzülürdüm elbet ama bir nebze de olsa duygularım bekarken ki gibi değil. Ana olduktan sonra çok şey değişti. Şehit anneleri… Yukarıda yazdığım çoğu şeyi her anne yaşamıştır. Şimdi bir anne evladının şehitlik haberini aldığında bunu nasıl kabullenebilir ki? Evladına nasıl kondurabilir ki? Gebelikten dokuzuncu ayına kadar yazdım. Kolay mı bir evladı büyütmek? O kadar emek, o kadar sevgi, ona bir hainin kıydığını ve bir daha onu hiç göremeyecek olduğunu bilmek. Eminim evladım yaşasaydı da ben ölseydim diyen birçok şehit annesi vardır. Bir yerden sonra sözler tükeniyor. Allah kimseyi evladıyla sınamasın. Sınanmış koca yüreklilere dağ gibi sabır versin. Rahmet olsun. Hakkını ödeyemeyiz anacığım.
İsmi geçtiğinde yüreğimin dip köşesini sızlatan birkaç isme ve acıya yer vermek istiyorum.
Serap Eser. Halkalı Kanarya'da belediye otobüsüne molotoflu saldırı sonucu yanarak bir ay sonra hayata veda eden genç kızımız. Yazdım. Evladımın ateşi yükselmesin diye nasıl telaş ettiğimi. Kim o anneye evladının ateşler içinde yandığını ve bir ay acı çektiğini anlatabilir ki? Hâlâ Serap'ın yanık yüzlü görüntüleri internette dolaşıyor. Ona yapılan caniliği duyurmak, onu anmak için bile olsa asla o görüntüyü kullanmadım, kullanamam. Bakamıyorum bile. Allah o anaya, o aileye sabır versin. Bu gerçeklikten ömür boyu kaçış yok.
Özgecan Aslan. Bir tecavüz sonrası hunharca bedeni parçalanarak bir kenara atılmış genç kızımız. Kim bilir annesi saçını tararken bile canını yakmaya imtina ediyordu ki elin adamı gelip onu hayattan kopardı. Annesine "Çok acı çekmiştir kızım, keşke kurşunla öldürselerdi" dedirtecek kadar vahşice muamele görmüştü. Korkunç bir şey. Annesinin akıl sağlığını koruyabilmesine şükür.
Ali İsmail Korkmaz. Gezi eylemlerinde polis tarafından kırılmadık kemiği bırakılmayan gencimiz. Biz evladımız yürürken, parkta oynarken ya da koşarken aman bir yeri kırılmasın diye peşindeyken bir annenin evladının sağlam kemiği kalmadı. O da aynı şeyi düşünmüştü mutlak. Çocukluğunu hatırlamıştı, ben onu sakınırken demişti. Zor…
Fırat Yılmaz Çakıroğlu. Ege Üniversitesi'nde pkk'lı hainler tarafından bıçaklanarak öldürülen gencimiz. Son senesiydi. Mezun olacaktı. Kim o anneye nasıl ambulansın geç geldiğini kasıtlı olarak kampüse geç sokulduğunu anlatabilir? Bunu bir ana yüreği kafasında nasıl canlandırabilir? Ve hep bu düşüncelerle nasıl yaşayabilir?
Murat Tekin. 15 Temmuz günü hiçbir şeyden habersiz komutanlarınca köprüye götürülüp, halkın arasına bırakılarak, kesici delici aletlerle boğazından kesilen gencecik Hava Harp okullu öğrencimiz. Yazdım. İstemeden tırnağını keserken evladımın parmağını kanatmak bile bana acı veriyorken annesinin ve ablasının acısı nasıl hafifleyebilir? Üstelik o ana ait tüm görüntüler ve fotoğraflar internette dolaşıyorken. Bu görüntülerden de kaçış yok. Ben izleyemiyorum. Çok güçlü olmalılar. Böylesi bir acıya dayanmak olağanüstü bir yürek ister. Allah acınızı hafifletsin.
İsmini hatırlayamadığım daha nice tecavüze uğrayıp, katledilen minik çocuklarımız ve anneleri.
Sizlere bakıp halime şükretmiyorum. Böyle bir düşünceden ar ederim. Sizlerin acısına dokunup, hafifletemesem de manen yanınızda olduğumu bilmenizi istiyorum. Allah sizlere tekrar tekrar sabır versin.
Dostlarım; "Analar ağlamasın" derler ya hep. Biz mütemadiyen ağlarız. Ağlamamamız mümkün değil. Yeter ki gözyaşlarımızı acı ve kederden değil, mutluluktan akıtsınlar.
Müsaadenizle yazımın bu kısmında tanıdığım iki anneyi onore etmek istiyorum.
Zuhal Özcan Öztürk. Down Sendromlu Toprak'ımızın annesi. Onun gelişimi için gösterdiği çabayı gördükçe kendisine hayran kalıyorum. Ne mutlu Toprak sana.
Tuğçe Melik. Lösemili Efsun'umuzun tedavisi için saçını süpürge eden, onunla yatıp, onunla kalkan fedakar annesi. Çok daha iyi olacaksın Efsun'um. Öyle bir annen olduğu sürece sırtın yere gelmeyecek.
Son olarak; yazımı başından sonuna sabırla okuduğunuz için teşekkürlerimi sunar, aynı duyguları paylaşan, evlatları için yüreğini açan, saçını süpürge eden fedakar annelerin Anneler Gününü kutlarım. Acılı annelerimizin bir nebze olsun acılarının hafiflemesini dilerim.
Çocuklar, gençler anneme ne hediye alsam diye debelenmeyin. Biz anneler sizden hediye beklemeyiz. Sizin bir gülüşünüz var ya dünyalara bedel. Sevgiyle kocaman bir sarılın o bize yeter.
Sevgili oğlum Uluğbey. Seninle ilk Anneler Günümüz. Senin varlığın sana binlerce kez teşekkür ve şükür sebebi, bana ise en büyük hediye. İyi ki varsın melek oğlum.