Adına eski Türkiye denen devrin anahtar kavramlarından biri, İstanbul'daki 29 Ekim kutlamaları vesilesiyle tekrar gündeme oturdu: Cumhuriyet kadını. Nedir bu tabirden murat? Gelin enine boyuna inceleyelim.
Bir proje tip. Bir yabancı model. Masa başında hesap edilmiş, ölçülüp biçilmiş, cetvelle çizilmiş, makasla kesilip uhuyla yapıştırılmış sentetik bir maket. Dînî hiçbir pratiği olamaz bu modelin. O bakımlı şehirli ellerini mini mini açarak dua eder en fazla. Başını örtemez, örtenleri de kurtarılması gereken mazlumlar olarak görür. Yaşı kemâle ermiş tesettürlülerse fahridir onun: "Benim babânemin de başı örtülü, ama..." O ama'dan sonrası, bu model kadının zihnindeki din pratiğinin -tek doğru din pratiği onun inandığıdır- en acayip ifşâsına gebedir: "Böyle iğnesiz, çene altından bağlanan, haylaz kâhküllerin önden iki santimlik nefes alma çabasını baskılamayan, adı başörtüsü olup sümme haşa türban olmayan geleneksel örtü!" Bu özgürlüklerin kadınına göre saça bir örtünün tehditsiz-tehlikesiz yegâne örtülüş biçimi budur. Cikletlerden çıkan küçük plâstik oyuncakların yapım tarifini andıran bu formülün ihlâl edildiği örtünme biçimleri ya siyasi şehvetten, ya baba baskısından, ya koca dayağından, ya da çarpık ve zehirli bir din algısından mütevellit olmalıdır; başka bir açıklaması asla olamaz! Kadına ad kazandırmak, onu bir birey olarak var edebilmek için onun başındaki örtünün önce şöyle bir kâhküllük geriye çirmenmesi, o açıklıktan girip beynin en karanlık, en örümcek ağı bağlamış noktalarına nüfûz eden aydınlığın coşkusuyla toptan sıyrılıp atılması icap etmektedir.
Cumhuriyet kadını, Atatürk'ün "lâyik" cumhuriyetinde yaşamaktadır ve bu durum herkesin zoruna gitmektedir. Cumhuriyetin kıymetini bir tek o lâyığı vechile bilebilmekte, faziletlerini ancak o dile getirebilmekte, geri kalan herkes gaflet ve hıyanet içinde gerici gerici fasaryalar etmektedir. O hep bir takım önemli kişilerin başardığı bir takım önemli şeylerden gururludur, o kişi ve şeylerin ayrıntısını tam olarak bilmese de... Ne Gazi Paşa'nın yanında mücadele eden cefakâr kadına benzer o, ne de o dönemin yüce kadın öğretmenlerinin ilmine sahiptir. Oysa poz ve tavırları onlardan biriymişçesine bir taklitten ibarettir.
Duygularına tercüman olan sanat eseri, sanmayın ki cumhuriyetin ilk yıllarında yetişen yüksek sanat ürünleridir; hayır, onu Kenan Doğulu paklar! Yüce idealleri bayağı melodilerle terennüm etmek, onun kahredici trajedisidir. Onuncu Yıl Marşı eşliğinde "eller havaya" yapmakta sabit kadem, lakin kurucu liderinin hiçbir sözünü "günümüz Türkçesi"ne uyarlamadan anlayamamakla malûl, nihayet bu talihsizlikten zerre miskal gamlanmayan, kabulleri ve şablonlarıyla mutlu bir insandır. Görünen bütün özgüvenine rağmen zıt kimliklerin fay hattında kırılgan bir ruh halindedir.
Toplumumuzdaki her "persona" gibi, Cumhuriyet kadını da derin bir nefes alıp rahatlamaya ve hapsedildiği çerçeveyi kırmaya mecburdur. Bana öyle geliyor ki birçok alanda yıkıp perdeyi viran eyleyen Ak Parti iktidarı, cumhuriyetçi protagonist kadınla dindar antagonist kadın arasında yıllar yılı varmış gibi gösterilen uçurumları yok etmiş, onları sakin ve makûl bir iletişim dairesinde buluşturabilmiştir.
Umulur ki "Cumhuriyet kadını"nın yaşadığı bu normalleşmeden "Osmanlı erkeği" de nasibini alsın. Bir sonraki yazımızda da onu yerelim!