Büyük şehir insanlarının bir diğer gelişen özelliği de soğuk betonların arasında yaşamanın onlara vermiş olduğu toprağa duyulan hasret.
Ve hayat reklama girdi ama yine de siz izlemeyi bırakmayın ve unutmayın ki reklamlardan sonra kaldığı yerden devam edecek Türk'ün bitmeyecek olan macerası...
Günlerden hangisi olduğunun önemini hafızamda tutamadığım bir gün kardeşimden öte bir can bana bir soru sordu;
'Abi Atatürk nasıl başardı?'
O soruyu duyana kadar hiç düşünmemiştim!
O an bütün kalabalık düşüncelerden sıyrıldım ve kendimi iç sesime bıraktım...
Saniyelik bir duraksamayla kurduğum cümle şuydu: ''Atatürk büyük şehirlerin kalabalığından kaçtı ve küçük şehirlerdeki insanları bir araya toplayarak büyük şehirlerin kalabalığını yenen daha büyük kalabalık oluşturdu ve böylelikle girişilen mücadelede başarı akıl sınırlarını aştı...''
Buraya kadar herşey normal idi ama sonra aklıma başka bir düşünce takıldı ve bu defa ben kendime sordum o can alıcı soruyu fakat kendimden öyle bir cevap almalıydım ki şuanki düzen bana hak vermeliydi...
Acaba şuan öyle bir mücadeleye girişilse nerden başlamak gerekirdi?
Yine birkaç saniyelik bir duraksama yaşasamda aklım yol göstericiliğini devreye soktu ihtiyacım olan cevabı almak için...
Önce küçük şehirlerin ne halde olduğunu düşündüm ve küçük şehirlere can veren köyleri ilk sıraya aldım çünkü Kurtuluş savaşını kazandıran o saf ve temiz yürekli insanların nasıl yok edildiğini görmek gerekiyordu...
Köylülerin önce mahsülleri alındı ellerinden,onlara daha verimli diye yahudi tohumları verildi.Bir önceki sene ektiğini bir sonraki sene ekemeyeceği çekirdeksiz ve gdo'lu (ülkemizde bulunan çokça insan tiplemesi de buna girer) ürünler verilerek hem topraklar verimsizleştirilmiş hem de sonraki sene yeni tohum almak zorunda kalarak elindeki ekmeğin çeyreği çalınmıştı... Topraktan kazanç sağlayamayan köylü şehirlere göç etmek zorunda kalarak ev sahibi olma hayaliyle kredi batağında boğulmuş ve yok edilme noktasına getirilmiştir...
Hani Atatürk'ün büyük şehirlerin kalabalığını yendiği o küçük şehirler var ya yaşadığımız bu devirde siyasetin cemiyet evlerine dönüştürülmüş ve din istismarıyla kafası karışık bir çocuk haline getirildi...
Büyük şehirlere özendirilerek sizde olan bende de olur görüşüyle lükse alıştırılarak cebine girenden çok çıkan durumuna gelen halk kendini mantıksız siyasetin içindeki bitmeyen malzeme olarak sunuyor kendini yönlendiren güçlere...
Şimdi bir sorum var büyük şehirde yaşayanlara;hafta sonu tatilini geçirmek için gitmek istediğiniz toprak parçası sizlere ne kadar uzak olursa olsun imkanınız olduğu müddetçe neden ilk tercihinizde yer alıyor?
Oysa küçük şehirlerde toprak ve yeşillik birkaç kilometre yakınında olmasına rağmen Avm ler ilk tercih sırasında!
Sözün özü
"Küçük şehirlerde yaşayan insanlar dört duvar arasına sıkıştırıldı ve mantıkları kör edildi..."
Gelelim büyük şehirlere;
Yaşam kavgasının hız kesmeden devam ettiği büyük şehirlerde kendinden büyük bir araştırma düşünme yetisi gelişti.Ben bu yetinin ismine "ben sana değil sen bana muhtaçsın" görüşü diyorum...
Bu görüşte esas olan nokta bu günü değil yarını düşünmektir.İnsanlar arasındaki birbirini tanıma,muhabbet etme durumu zayıf olsa da sanal alem dediğimiz teknolojinin ihtiyaç duyulan gücü hakkıyla kullanılarak daha bir bilinçli ve çoğul hareket edildiğini görmek büyük şehirlere geçmişini daha çok hatırlatıyor ve sessiz sorgulama mahkemesi kuruyorlar kendi adil düşüncelerinde... Ama asıl mesele korkularıyla yüzleşmeye çekinildiğini kendilerine dahi itiraf edememeleri!
Oysa en büyük korkunun vatansızlık olduğunu çok iyi biliyor ve ifade ediyorlar büyük şehir insanları...
Büyük şehir insanlarının bir diğer gelişen özelliği de soğuk betonların arasında yaşamanın onlara vermiş olduğu toprağa duyulan hasret. Toprak büyük şehir insanı için en kutsal mekan konumumda çünkü iyi biliyorlar ki bir avuç toprak uğruna milyonlarca canın kanı akmıştır ve akmaya da devam edecektir ama şahsiyetsiz siyasete de alet olmayacak kadar ucuz değilim'in değerini bilelim diyebilecek kadar da kendini geliştirmeyi ihmal etmemiş büyük şehir insanı...
Evet,büyük şehirler çok değişti ve gelişti düşünce tarzında...
Ben bu değişime "okumanın ve bilinçli düşünmenin insan hayatına kattığı güzellik" diyorum...
Ve bu güzelliği son seçimlerde layıkıyla gördük...
Konuyu toparlayacak olursam büyük şehirler size ihtiyacımız var.
Neden biliyor musunuz?
Hepimiz ermeniyiz diye bağırırken (ki ben bağırmadım asla da bağırmam) kaybettiğimiz onurumuzda bizlere Fırat Çakıroğlu'nun neden öldüğünü hatırlatasınız ve onun sadece siyasi bir partinin üyesi değil savunduğu Türk'lük aşkı için katledildiğini başımıza vura vura öğretesiniz diye ihtiyacımız var...
Fırat
O onurlu Türk genci
Her aklıma gelişinde Fırat akıyor içimde
Ve bu ölüm gidiyor gücümeBilmem nasıl bir ilaç çare olur acıma
Sonra diyorum boşver
İlaca gerek yok
O acı hep olsun benle
Ki unutmayayım görevimi
Ben ki yetim bir Türk genci olsamda
Yetim bırakmayacağım
Benden sonra doğacak
Ve damarlarında Türk kanı akacak nesli
Tıpkı Fırat gibi
Unutmayınki
Bu topraklar üzerinde öldürerek tüketemezler
Fıratları...
Hadi yol alalım yeni Fırat'lara doğru
Ve birbirimize şunu söyleyelimVarlığına değil yüreğine ihtiyacım var seninUzatır mısın bana yüreğini?