Geçenlerde bu mecra üzerinde Reyyaney Jabbari isimli İranlı bayan hakkında yazılmış iç burkan bir hikaye okudum. İnsanoğlunu doğuran yetiştiren kutsal bir varlık olan kadının yeri beni birinci dereceden ilgilendiren Türkiye toplumunda gittikçe silikleşiyor. Dahada kötüsü toplumumuz kadına karşı yapılan şiddet, istismar, taciz gibi eylemler karşısında oldukça duyarsızlaştı. Aslı itibari ile çok ciddi bir konu olan ama yeteri kadar üzerinde durulmayan kadının toplumdaki yerine dair geneli bilgi içeren çok az yorumla desteklenecek bir yazı oluşturmayı düşünüyorum. Yazımda insanlık tarihinin her döneminden çok uç örneklere değineceğim. Amacım Türk milletinin geçmişte, bugün ve gelecekte kadına nasıl bakacağı üzerine bir tahmin yürütmek ve bu hususta gördüğüm yanlış yaklaşımları düzeltebilmek adına önerilerimi sunmaktır.
Marksist Yaklaşıma Göre Çok Eski Zamanlarda Aileler Nasılmış?
Friedrich Engels'in Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni isimli eserini inceledim. Lewis H. Morgan'ın, Marx'a verdiği kapsamlı notların Engels tarafından derlenmesi ile 1884 yılında yayımlanan bu eser konu üzerine daha önce yazılan eserlerden izler taşıması özelliği ile yazıldığı dönem geçmişe ışık tutmuş diyebiliriz. Işık tutmak tabirini söz gelimi kullandım. Çünkü içerik itibari ile toplumumuzun genelinin kabul etmeyeceği ahlaki normlar üzerine ailelerin kurulduğu anlatılıyor.
Morgan'ın, Marx'ın, Engels'ın yani kısaca materyalistlerin dediğine göre dünyada ortaya çıkan ilk aile türü "Soydaş Aile" dir. Bu aile türünde aileyi oluşturan her erkek ve her kadın aile bireylerinin tümünün karısı/kocasıdır. Olur mu öyle şey diyenlere Marx şu cevabı veriyor; "İlkel zamanda kız kardeş aynı zamanda karıydı ve bu durum ahlaka uygundu." Materyalistlere göre ikinci aşamada insanlık "Ortaklaşa Aile" adı verilen aile düzenine geçiyor. Bu sistemde ebeveynler ve kardeşler arası ilişki ortadan kalkmıştır. Yerine bir bireyin kardeşi ve ebeveyni olmayan herkes ile düşüp kalkabildiği yeni bir sistem gelmiştir. Materyalistler üçüncü bir aile türü olarak "Çift Başlı Aile" türünü verirler. Bu aile yapısına göre bir kadının birden fazla kocası vardır. Bunlardan bir tanesi "Baş Erkek" ünvanına sahiptir. Aynı şekilde birden çok karısı olan erkek de kadınlarından birini "Baş Kadın" ilan etmesi ile oluşur. Materyalistler dördüncü aşamada nihayet "Tek Eşli Aile" sistemine geçtiğimizi söylerler.
Çok geniş bir ahlak kavramları olan materyalistlere göre kitapta bahsedilen bazı ara formlarda adını "Grup Evlilik" olarak adlandırdıkları söz gelimi on kadın ile on erkekten oluşan bir grup insana aile denildiği bir sistemde mevcuttur. Eski toplumların bazılarında soyun anneden gelmesinin nedeni yukarıda bahsettiğimiz ilişkiler bütünüdür. Yukarıdaki anlatılan şekilde kurulan ailelerde her hangi bir çocuğun babasını bilmek mümkün değildir. Dolayısı ile akrabalık kavramı anne temel alınarak kurulur.Materyalist bakış açısıyla yazılan bu esere göre insanlık bu evreleri yaşamıştır. Daha doğrusu bu görüşü ortaya koyan insanların inceledikleri topluluklar bu evreleri yaşamıştır. Bilinen Türk tarihinin hiçbir safhasında yukarıda bahsedilen yoz ve ilkel ailelerinin bulunduğuna dair bir iz olmaması bir Türk olarak övüncümdür.
Eski Dönemlerde Türk Toplumunun Aile Yapısı Nasıldır?
Türk tarihinin en eski belgeleri olan Orhun yazıtlarında çok eşlilik ile ilgili bir bilgiye rastlanmaz. Hatta eski Türkçede bir erkeğin alacağı ikinci bir kadını ifade edecek sözcük bile yoktur. Bu gibi sözcükler dilimize farsçadan geçmiştir. Türeyiş destanı gibi kaynaklarımızda görüldüğü üzere Türk toplumunda grup evlilik, cinsel serbestlik gibi sapkınlıklar bahsedilen dönemlerde olmamıştır.Kadim Türk toplumunda kadın, evinin reisidir. Tacizin cezası ölümdür. Han savaşta iken ülkeyi karısı idare eder. Toya başkanlık yapar. Türk tarihi ile ilgili bu özellikleri herkesin az çok bildiğini yahut google araştırması ile bile edinebileceğini düşündüğüm için çok üzerinde durmak istemiyorum.
Modern Zamandan Bir Gerçek Kesit
Londra'nın kenar mahallelerinde oturan lise öğrencisi genç kız, arkadaşına ders çalışmaya gitmişti. Gece yarısı evine dönerken, aydınlık ve kalabalık caddeden dolaşma yerine, iki ev arasındaki parkın içinden kestirme yapmak istedi. Park loş ve gecenin o saatinde bomboştu. Kız ağaçların arasında yürürken bir karaltı fırladı ve saldırdı. Kız çığlık çığlığa koşmaya başladı. Sesi duyanlar koştular ve saldırganı yakaladılar. Saldırgan geceyi karakolda geçirdi, ertesi gün mahkemeye çıktı. İngiliz Yargıç kararı açıkladı; "Yedi yıl, yedi gün hapis." Adliye muhabirleri şaşırdılar. Adam kıza neredeyse dokunmamıştı bile. Sadece korkutmuştu o kadar. Duruşma sonunda sordular; "Ortada sadece başlamamış denebilecek bir teşebbüs var. Yedi yıl, yedi gün fazla değil mi?" Yargıç, hukuk tarihine geçen yanıtını verdi; "Genç bir kıza saldırma teşebbüsünün cezası yeni gündür. Yedi yıl ise İngiliz kızlarının gece yarısı loş ve boş parklarda dolaşma özgürlüğüne saldırmanın cezasıdır.
Modern Türkiye Örneği
Geçtiğimiz günlerde Abdullah Çakıroğlu isimli bir maganda kendi hayat görüşüne uygun giyinmediğini gerekçe göstererek Ayşe Terzi isimli bayana tekme atmıştı. Olayın üzerine pişkin bir şekilde sırıtarak kameralara poz veren maganda serbest bırakıldı, geri tutuklandı, mahkemeye çıktı, serbest bırakıldı, geri tutuklandı; olay karmakarışık bir hal aldı.
Dini cemaat yurtlarında çocukların cinsel istismar edilmesine "bir kereden bir şey olmaz" demek gibi sefil bir açıklama yapan aile bakanı, yerli yersiz bir çok davaya müdahil olan diğer siyasetçiler nedense Ayşe Terzi'nin maruz kaldığı eylemi gündemlerine almadılar. Alenen ifade etmek gerekirse onlar Abdullah Çakıroğlu gibi düşünüyorlar. Kesinlikle eminim o magandanın yaptığını doğru buluyorlar. Çünkü kadın demek onlar için materyalist felsefecilerin dünyasında olduğu gibi seks ihtiyacını karşılamak için kullanılacak bir obje demek. Kadın demek evi toplayan, yemek yapan, erkeği günlük hayata hazırlayan bir arka plan işçisi demek.
Onlar yani Abdullah Çakıroğlu ve onun gibi düşünenler kadınlarını sokağa dahi çıkartmazlar. Sokakta gördükleri her kadın için bir köşeye kıstırıp tecavüz etme dürtülerini sürekli diri tuttukları ve her an cinsel haz elde etmek üzere yoğunlaştıkları için diğer insanları da kendileri gibi görüp kadınlarını eve hapsederler.
Sonuç Yerine
Materyalist felsefecilerin yorumlarında Amerika, Avrupa ve Afrika üzerinde yapılan araştırmalarda toplumun temelini oluşturan aile kurumunun nasıl şekillendiğini gördük. Reyyaney Jabbari örneğinde şeriat ile yönetilen sözde bir İslam devletinin uygulamalarını gördük.Bugünün Türkiye'sinden iç karartan bir kesit aldık. Birde kadim Türk tarihine baktık...
Türk milleti bugün Asya steplerinde kendi öz benliği ile oluşturmuş olduğu kadim kültürü maalesef çöl bedevilerinin ilkel kültürüne satıyor. Diri diri kız çocukları gömen insanlara benziyoruz. Onları örnek alıyoruz.
Sokaklarda şort giydi diye bir kadına tekme atanlar var olduğu gibi, nesli yok olmuş ilkel insanlar gibi cinsel dürtülerini gidermek için kendi aile fertlerinden faydalanmayı düşünen sefiller var. Önceki cümlede bahsettiğim iki eylemi yapanlar muhtemelen aynı kişiler.
Türk toplumu çok büyük bir hızla değişiyor ve özünden uzaklaşıyor. Milletimizi tehdit eden bu sorunu çözmek adına yani Türk bireyin yozlaşmasını engellemek onu tekrardan özüne döndürebilmek adına neler yapabiliriz? yapmalıyız? sorularına hızla cevap bulup harekete geçmek lazım. Yoksa dünya bizi Orhan Pamuk isimli köksüz adamın kitaplarında belirttiği üzere ahlaksız ve ilkel olarak tanımlayacak.