Her ne kadar Türkiye'nin içinde bulunduğu durumun farkında olmayan ve ciddi ciddi dünyanın bize gıpta ile baktığına inanan hafife alınmayacak bir kesim varsa da, ben düşünen, sorgulayan Türk insanının, vatanımızın ne kadar kırılgan bir durumda olduğunun farkında olduğunu düşünüyorum.
En azından buna inanmak istiyorum.
Hayır, bu yazıda hangi partinin siyasi ne ‚hata' yaptığını düşündüğümü ve bu hataların doğurduğu sonuçları yazmayacağım.
Bundan bir kaç ay evvel ‚Milletini Sevmeyen Milliyetçilik' yazımda, şahsımca toplumda yanlış algılandığına ve uygulandığına inandığım ‚Milliyetçilik' anlayışına değinmiştim. En geç o yazımdan beri ‚Milliyetçilik' anlayışının neden yanlış algılandığı üzerine düşünüyorum.
Bu satırlarda bu düşünceleri sizlerle paylaşmadan evvel bazı konulara bakış açımı netleştirmem gerekiyor ki, sonradan yazacaklarım yanlış anlaşılmasın.
Evvela ben olaya parti açısından bakmıyorum. Her ne kadar son 19 yıldır yönetenlerine isyan durumunda olsamda, MHP'nin kurumsal kimliğine ve aslında temsil etmekle mükellef olduğu fikre bağlı bir insanım. Buna rağmen bence ‚Milliyetçilik' bir kurum, bir siyasi kitle veya partinin tekelinde olmayan ve zaten olmaması da gereken bir değer olarak algılıyorum.
Diğer yandan iktidar partisinin seçmeni, MHP seçmeni ve hatta CHP'de de bir kısım insan kendini ‚Milliyetçi' olarak ifade ediyor. Belki bunların bir kısmı ‚Milliyetçilik' kelimesini kullanmamak için başka terimler kullanıyor olabilir, nitekim bazı şekillendirme farklılıkları hariç, genel manada aynı kavram üzerine konuştuğumuzu var sayarak hata ettiğimi düşünmüyorum.
Dolayısıyla, aslında Türk Milleti'nin %65'i çok aşan bir kısmına ya doğrudan ‚milliyetçi' demek ya da ‚milliyetçilik özellikleri gösteren' bir tavır sahibi demek yanlış olmaz.
Bu duruma rağmen, ülkenin toplumsal açıdan geldiği duruma bakıldığında, bu kavramın yaşanmasında bence çok ciddi sıkıntımız var.
İçinde bulunduğumuz ekonomik ve siyasi durumu bilerek göz ardı ediyorum. Çünkü bu unsurlar, milliyetçilik kavramın nasıl şekillendirildiği ile açıklanabilir olması gibi bir çok başka iç ve dış etkene de bağlılar. Onun için ben özellikle yaşanan toplumsal gerginliği mercek altına almak istiyorum. Zira %60'ının çok daha üstünde bir oranın vatanına ve milletine bağlılıkta ortak kesit oluşturduğu bir toplumun durumu bu derece gergin olmamalı.
Bugün baktığımızda daha 90 yıllarda bir çok konuda ortak değerleri olan veya varmış gibi görünen ve kendilerini ‚muhafazakar' olarak ifade eden iki kesimin yakın zamana kadar birbirlerini adeta düşman olarak görmesi, sonra tekrar karşı tarafı ‚benimsemesi' ve ‚dost' görmesi ve bu değişimin bu kadar hızlı yaşanması bence normal değil. Özellikle MHP içinde hala AKP seçmeninden ‚fark nerde' dedirtecek şekilde düşündürenlerin sayılarının hiçte az olmaması, ister istemez bu durumu sorgulamayı gerektirdiği kanaatindeyim. Diğer yandan ise eskiden kanlı bıçaklı düşman olarak algılanan MHP ve CHP camialarının bazılarında bir çok konuda ‚ortak payda' olduğunu gözlemlediğimiz oluyor.
Bu gözlemlerden bence şu sonucu çıkarmam mümkün; Hiç bir kitle kendi içinde göründüğü gibi homojen değil!
Kendi içlerinde bile heterojen olan bu kitlelerin ise genel bir kavram olan ‚Milliyetçilik'te buluşamamaları anlaşılır olsa bile, bunun sebepleri bence sorgulanmalı.
Evvela ‚Milliyetçilik' tabiatı gereği millet kelimesinden gelen bir kavram. Millet ise ulus devletlerin oluşumuna zemin oluşturan Fransız İhtilalinden sonra önem kazanan bir kavram. Bilimsel olarak olmasa bile güncel hayatta bir çok zaman ‚Millet' ve ‚Vatandaşlık' kavramları bir tutulur. Daha doğrusu bir devletin halkını, vatandaşlarını ‚Millet' olarak ifade ederiz. Oysa ‚Vatandaşlık' elde edilen bir hakken, ‚Millet' tarihte toplumsal oluşumdur.
Vatandaşlık hakkında bilimde kabul görmüş iki tanım vardır. ‚Jus sanguinis' ve ‚Jus soli', yani kan hakkı ve yer hakkı. Kan hakkı doğrultusunda devlet vatandaşlığı kan bağına bağlı olarak atfederken yer hakkı doğrultusunda o devletin sınırları dahilinde doğmak vatandaşı olmayı sağlar.
Günümüzde bir çok devlet genel hatları ile bu tanımlardan birine dayalı olsada, demokratik hukuk devletlerinde tanımlar genelde çok keskin olarak sınırlanmamaktadırlar.
Oysa ‚Millet' kavramını tanımlamak bu kadar kolay değildir. Çünkü tarih sahnesinde toplumsal millet oluşumları tek tip olmamıştır ve asla sabitte olmamışlardır.
Özellikle milliyetçi camiada kullanılan üç çeşit millet tanımı vardır; Dil birliği, din birliği ve kan birliği.
Kullanan kişinin duruşuyla alakadar, bu tanımlardan bazıları ağırlık kazanırken, özellikle günümüzde diğer bir veya iki tanımı yok saymaya kadar gidilebiliyor, benimsenen ‚birlik' diğerlerinden daha çok önemseniyor.
Bu üçünden evvela ‚din birliği' ile başlamak istiyorum.
Çok açıkça söyliyeyim, diğer ikisi ‚Millet' kavramı için nisbeten makul bir açıklama, tanımlama olsalar bile, ben özellikle din birliğinin ne gerçek hayatta ne de bilim teorisinde tutar bir yanı olmadığı kanaatindeyim.
Zira, bildiğim kadarı ile milli birliklerini din üzerinden tanımlayan tek toplum musevilerdir. Dolayısıyla, bizde özellikle son yıllarda ‚ümmet' olarak tanımlanan, ve birilerinin milli kimlik yerine tercih ettikleri (sanki böyle bir imkan ve hakları varmış ve olabilirmiş gibi) kavram, aslında ‚musevi' milli kimlik anlayışının kopyasıdır. Musevilerde kendi içinde sıkıntı olmasına rağmen bu tanım yerleşmiş olmasının sebebi ise genel olarak ortodoks musevi öğretisine göre sadece musevi anneden doğanın musevi olabileceğinde dayanmaktadır.
İslamı din olarak kabul etmiş toplumların sadece bu tanım üzerinden milli kimlik oluşturmaları bence imkansızdır. Zaten günümüzde ve son yüzyıllarda gerek İslam Dünyası'nın içinde bulunduğu durumu, gerekse Türkiye'de bile İslam'ın algılanmasındaki farklılığı göz önünde bulundurduğumuzda ‚din birliği' üzerinden bir milli kimlik oluşturmanın imkansızlığı sanırım fazlasıyla belli oluyor.
Diğer kavramlardan biri olan ‚Dil Birliği'ne gelince;
Dil birliği için her ne kadar ‚Din Birliğinden' daha yeterlidir diye düşünsem de, sadece dil birliğiyle millet kavramı oluşturulamayacağı kanaatindeyim. .
Bir dili bilmek, gerçek manada bilmek, evvela yeterli kelime hazinesine sahip olarak gramerini mükemmel bilmekten çok daha öte bir şey. O lisan ile ifade edilen ruhu anlayabiliyorsanız, gerçek manada bir dili konuşabiliyorsunuz demektir. Örneğin bir yabancı Türkiye'ye gelir ve örneğin 3-5 sene içinde yeterli özen gösterirse çok iyi Türkçe öğrenebilir. Bu yabancı 10 sene gibi bir süre Türkiye'de yaşarsa sanırım Türkçe'nin ince ayrıntılarına, espirisine, kıvraklığına da hakim olabilir. Ama Türk Halk Edebiyatında ifade edilen ruhu gerçek manada anlaması için bundan çok daha fazlasını gerekir.
Ayrıca bir çok Avrupa ülkesinde, eski sömürgelerinden gelen insanların torunlarının dedelerinin topraklarına asla gitmemelerine, bulundukları ülkenin lisanını mükemmel bilmelerine rağmen hala o ülke ile milli bir özleşmede zorluk çektikleri görünmektedir. Fransa bunun en bariz örneğidir.
Diğer yandan milli kimlik oluşturmuş ama farklı diller konuşan ‚milletlere' de rastlamak mümkün. Kanada ve İsviçre gibi ülkeler ve ‚Kanadalılar' ve ‚İsviçreliler' ise bunun için emsal teşkil ederler.
Yine Türkiye için bu tanımlamayı değerlendirdiğimde, hepimizin Türkçe konuşmasına rağmen, kullandığımız kelime ve kavramlara bir çok zaman farklı mana yüklediğini düşünüyorum. Konuyla alakadar bir bilimsel çalışma yok elimde. Bu benim kişisel izlenimim olduğu için, tabii ki tartışılır.
Nitekim, dil birliğinin ‚Millet' kavramı oluşmasında çok önemli ve bence söz konusu Türk Milleti olduğunda vaz geçilmez bir etkendir, lakin tek başına kafi olmadığını gördüğümüzü düşünüyorum.
Ve sonuncusu olarakta ‚Kan Bağı'.
Bence ‚Millet Kavramı'nın oluşmasında en az ‚Dil Birliği' kadar önemi olan bir tanımlamadır. Kan bağının millet tanımda kullanılması için mevzu bahis toplum köklü bir tarihe sahip olması gerekir. Bu da şüphesiz Türk Milleti için geçerlidir. Lakin bu tanımda günümüzün şartlarında, ve tek başına yetersizdir ve özellikle Türk Tarihine bakıldığında uygulaması son derece zordur.
Hal böyleyken, dil, din, ve kan bağları olmayan, hatta tarihleri Türk Tarihi ile kıyaslandığında yok sayılacak kadar kısa olan milletlerin Türk Milletine göre çok refah seviyelerinin çok daha yüksek olmasını ve sosyolojik açıdan kendi içlerinde bu kadar ayrışmamış olmalarının sebebine baktığımda ise gördüğüm başka bir etken var.
O da bu milletlerin ‚Değer Birliği' oluşturmada gösterdikleri başarı!
Her ne kadar ilk anda ‚Değer Birliği' olarak ortak değerlerde buluşmak anlaşılsa da ve doğru da olsa, ‚Değer Birliğinin' farklı bir yanı daha var, o da ortak değerleri benimseyenler arasında değer farklılıklarına karşı saygı.
Yani benimsenen ortak değerlerin toplumsal hayatta geçerlilikleri ve aynı zamanda bu değerlere aykırı ve bu değerleri yıkıcı olmayan değerlerin bireysel hayat sahasında yaşanmasına karşı hoş görü.
Bence işte, bir çok başka millette olmayan bağlara sahip olmamıza rağmen yine de bu kadar toplumsal gerginlik yaşayamamızın sebebi, toplumsal ve bireysel hayat sahasını ayırt edememiz ve ortak değerlerde buluşamamamız.
Her birimizin kendi bireysel veya kitlesel değer yargılarını başkalarına tek geçerli gerçek olarak dayatmaya çalışması, ve bu değerleri paylaşmayanları ise, beraber paylaşabileceğimiz ortak değerleri yoka sayarak dışlayabilmemiz, ötekileştirebilmemiz.
Onun için toplum içinde sub / paralel toplumlar oluşturuyoruz, cemaatleşiyoruz. Tehlikeli olan sadece şucu cemaati, veya bucu cemaati değil! Asıl kendini gerçek toplumdan soyutlayarak kendi toplum oluşturma çabası ve oluşturulan bu toplumun benimsediği ‚değer yargılarını' gerçek topluma gerekirse kaba kuvvetle dayatabilecek kadar gözün dönmesi, toplumun kendinden farklı ferdlerine duyulmayan saygı gerçek manada tehlikeli olan!
Çünkü bu anlayış var olduğu sürece şu imam(!) bu önder değişir, ama asıl kendi kafasına göre bir devlet yaratmak uğruna Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kimlik ve varlığına tehdit değişmez!
Bence Türk Milleti'ni tekrar güçlendirmenin tek yolu bu ortak değerlerin tekrar oluşmasını sağlamaktan ve millete bütünü ile kucak açarak, milletin yine birbiri ile barışmasını sağlamaktan geçiyor. Ötekileştiren, ve özellikle yukarda saydığım bu bağların birini benimserken diğerlerini tamamıyla dışlayan her türlü zihniyetin Türk Milletine faydası olmayacağı gibi, daha da fazla yıpranmasına, ve ayrışmasına yol açar.
Dolaysıyla özet olarak diyebilirim ki; Ortak ‚Değer Birliğini' kurmadan, milleti millet yapan, billi beraberliğin güçlenmesinde yararlı olabilecek diğer bağlarla pek başarılı olunamıyor.
Bu ‚Değer Birliğini' artık nasıl sağların, sağlayabilir miyiz, çok mu geç oldu…
Bunlar istemesemde kafamda dolaşan sorular.
Ya cevaplarını bilmiyorum, ya da hoşuma gitmedikleri için kabullenmek istemiyorum.
Ama bildiğim tek şu var ki; Değer Birliği'ni sağlayamazsak çökmeye mecburuz!