Geçtiğimiz günlerde oyuncu Ozan Güven'in şiddet uyguladığı iddialarıyla sosyal medya ve konvansiyonel medyada birçok haber ve kınama gördük.
Elbette kadına şiddet olumlu bulunamaz bir gerçeklik.Her bilinçli birey bu konuda bir fikir beyan etmeli, bu konuda ortak bir görüş belirtebiliriz.
Peki işin en gerçekçi boyutunda sürekli insan haklarının kadın erkek ayrımı olmaksızın ''EŞİT'' olması gerekliliğinden dem vuran bazı ünlü isimlerin bu konuda ısrarla tek taraflı bakması sorunsalını hangi noktaya koymamız gerekiyor?
Kendilerini toplumun ''bilinçli insanı'' olarak konumlandıran birçok ünlü ismin tavırlarındaki gariplik sizin de dikkatinizi çekmiyor mu?
Kadına şiddete hayır, erkeğe şiddet bir ölçüde anlaşılabilir midir?
Eğer böyle düşünüyorsanız bu konuda kadın-erkek eşitliği hedefinizde mental bir problem var demektir.
Erkek fiziksel olarak güçlüdür bu yüzden dayağını atsın ya da yesin ama kadının dokunulmazlık çerçevesi olsun söylediği veya yaptığı her hareket fiziksel, sosyal bir koruma alanıyla sınırlandırılsın demek ne kadar ''EŞİTLİKÇİDİR'' ?
Şiddet olgusu başlı başlı başına üzerine konuşulması gereken bir kavramdır.Şiddet olumlaması yapmak istemem ancak dünyanın geçmişteki ve mevcut haliyle şiddetin hayatımızdaki gerçekliğini yadsımak da uygunsuz olur.
Örneğin çocuğunuzun bir saldırıya uğradığını düşünelim, çocuğunuzu korumak için yapacağınız ilk hareket polisi aramak mıdır?Hayır çünkü henüz bir yerden bir yere saniyeler içerisinde gelinebilecek bir teknolojiye sahip değiliz.
Bu bir kenara polisin geldiğini varsayalım polis saldırganı öperek mi etkisiz hale getirecek elbette belirlenen sınırlar içerisinde olaya ''müdahale'' ederek olayı sonlandıracak.
Bu müdahale belirlenmiş sınırları içerisinde kalındığı sürece toplumdan takdir ve toplumu oluşturan bireylerin kişisel hafızalarında pozitif bir karşılık görecek.
Bu koşullar altında burada şiddetin tanımı ve şiddetin toplumsal yapıdaki konumu üzerine daha gerçekçi yorumlar yapmamız gerekir.Buna ek olarak Tutum ve Davranışlar arasındaki farklar için Tuğçe Gül Korkut'un bağlantısını verdiğim yazısını okuyarak bu konunun bir diğer yönü hakkında fikir edinebilirsiniz. http://mozartcultures.com/tutumlarimiz-neden-her-zaman-davranislarimizi-etkilemez/
Konunun başlangıcına dönersek tüm bu noktalar bir kenara işin içine siyasal-konumsal-sektörel çıkarlar girince kadına şiddeti yok saymak ne kadar etik anlayış içerisindedir?
Siyasi olarak şahsımla çok daha farklı bir noktada duran ancak sanatsal olarak gelişmelerde emeği olduğunu reddedemeyeceğim ve filmlerini incelediğim, filmlerinde cesur yenilikçilikler bulduğum ancak başta belirttiğim üzere siyasi olarak ülkemizin iki farklı kutup çizgisinde bulunduğumuz Yılmaz Güney kadına şiddette sanat camiasının en önde gelen ismi değil midir?
Bugün sanat camiasının önemli bir kısmının büyük bir hürmetle bahsettiği, sanatına değil karakterine de devamlı övgüler yapılan ''Çirkin Kral'' kadına şiddetin de bayrak taşıyanı değil midir?
Bir insanın yaptığı sanatla hayatı bir arada tutulmamalıdır fikrinde olabilirsiniz bu çok normal belirli ölçülerde şahsi kanaatim de ikisinin çizgilerinin farklı olabileceği yönünde, ya da o dönemin koşullarında kadına şiddet bugünkü kadar ön planda değil diyebilirsiniz tartışılabilir bir konudur bunu da anlarım.
Ancak her koşulda insan olarak ne kadar değerli olduğunu belirttiğiniz Yılmaz Güney'in şiddet konusunda ne kadar azılı bir karakter olduğunu es geçerseniz işte bunu anlamam.
Goşist ideolojilerinizi renklendirdiğiniz İnstagram hesabı filtreleri sıktı artık.
İçeriğini unuttuğunuz fakat ağzınızdan düşmeyen bir kelime var ''adalet'' Ozan Güven haksız ise toplum vicdanında da yargılansın fakat öncelikle sağlanması gereken olgu adalettir.
Adalet mekanizmasında bir hata varsa ve bu bakış açınızda güvensizlik yaratıyorsa bunun için adalet mekanizmalarını eleştirin!Herkesin adilce, adalet süzgecinden geçerek yargılanmasını talep edin.
Yok meseleniz adalet değil toplumsalsa sanat çalışmaları önemli ama şiddetin göbeğinde olan Yılmaz Güney adına da edecek bir lafınız olsun.
En azından hem Yılmaz Güney ödülleri alıp hem de Ozan Güven'in yok olmasını dileyecek kadar kör olmayın.
Bir ölçünüz olsun.
İnsanların çelişkileri olabilir, ancak bu çelişkiler çıkar odaklarının çıkar maşası olmanız gerçekliğini aklamaz. Bugün yarattığınız linç canavarı yarın gelir sizi yutar.Tek çözüm adaletin olduğu bir sistemi savunmaktır.
Yukarıdaki fotoğrafta Yılmaz Güney'in gerçek hayatından Ozan Güven'in ise oynadığı diziden bir sekans seçtim.
İnsanların hayatlarındaki normlarla sanatsal normlarını sağlıklı bir şekilde ayıramayanlar için bir ters anlatım.
İnsan her şeyden önce adaleti istemeli yoksa kırbaç daima sırtınızdadır.
Ozan Güven olayının sağlıklı bir şekilde aydınlanması, suç unsuru içeren kişilerin ADİL bir şekilde yargılanmaları dileğiyle...
Konu şiddet olunca bir konuyu tekrar hatırlatmak isterim.
FIRAT YILMAZ ÇAKIROĞLU İDEALİST BİR ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİSİYDİ, PKK TERÖR ÖRGÜTÜ HABİTATI İÇERİSİNDE OLAN BİR ŞAHIS TARAFINDAN ÖL-DÜ-RÜL-DÜ.
Kaçınızın umrunda oldu, bu reklam soslu sahte duyarlılığınızla poz kesmeyin.
Ha sizin Yılmaz sizin, bizim Yılmaz bizim derdimiz olsun düşüncesindeyseniz de ''insan olabilmek ve insan hakları'' temelinde oluşturduğunuz kendinizi tanıtma politikanızı gözden geçirin.Para bu dünya üzerinde yaşamak ve hayatta kalmak için elbette gerekli bir araç ama ilkesiz bir yaşamı ilkeli davranış fikri ile pazarlamak kabul edilebilecek bir tavır değil.
Saygılarımla
EMRAH BİRGÜL
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.