Türkiye'de egemenlik, kayıtsız şartsız akla geçmediği sürece mevcut sorunların çözülmesini beklemek veya talep etmek, en büyük hayalperestliktir.
"Egemenlik, kayıtsız şartsız aklındır" düşüncesinin hakim olduğu devletler, yönettikleri toplumun mevcut sorunları üzerine gerekli bilimsel çalışmaları yaptıktan sonra mevcut sorunlar için köklü çözümleri eyleme dökmektedirler. Türkiye gibi egemenliğin kayıtsız şartsız halkın olduğu devletler ise mevcut sorunlarını 'acil çözüm planları' yöntemi ile geçiştirerek, gelecek kuşaklara borç bırakmaktadırlar.
1946 yılından sonra egemenliğin kayıtsız şartsız halkın eline geçtiği Türkiye'de, günümüze kadar hiçbir sorun çözülememiş ve çözülemeyen sorunlara sayısız sorun daha eklenerek bugün içinden çıkılmaz bir hal almıştır. Bu sorunlardan biri, son beş yıldır gereksiz yere başımıza bela olan ve milletimiz için siyasi, ekonomik, güvenlik, kültürel vb. daha birçok konuda tehdit oluşturacak olan Suriyeli mültecilerdir.
Bu sorun, önümüzdeki çeyrek asır içerisinde hiçbirimizin tahmin edemeyeceği sorunlar silsilesine neden olacaktır. Bu sorun en az Fethullahçılık kadar tehlikeli bir sorundur. Fakat ne yazık ki, Türk Milleti mevcut sorunu çok ama çok yüzeysel olarak ele almaktadır. Bir coğrafyadaki popülasyonun kısa bir zaman dilimindeki hızlı değişimin nelere sebebiyet vereceğini bilmeyen hatta demografik kavramının anlam ve önemi hakkında en ufak bilgisi dahi olmayan yığınlar ve bu yığınların temsilcileri, 'hepimiz din/insan kardeşiyiz' mantığı ile böylesi hayati bir soruna yaklaşmaktadırlar.
Yalnız yukarıda vurgulamak istediğim gibi Türkiye gibi toplumlarda sorunlara yüzeysel yaklaşılmaktadır. Bu Suriyeli mülteciler konusu üzerinden Türkiye'nin göçmen konusuna biraz kökten yaklaşalım. Suriyelilere vatandaşlık verilmesine, Türkiye'de barınmalarına karşıyız! Peki, Türkiye'deki mülteciler yalnızca Suriyeliler mi? Bu ülkede Suriyeliler dışında başka mülteciler yok mu? Var. O halde niçin Suriyelilere karşı gösterilen tepkiler diğer mülteci gruplar için gösterilmiyor? Mesela bu ülkede vergi vermeyen, kaçak ürün satan, askerlik yapmayan, işletme vergisi vermeyen, kayıtsız çalışan binlerce Afrikalı var. Bunlara niçin tepki gösterilmiyor? Biz boşuna mı vergi veriyor, askerlik yapıyor, gerçek ürün satıyor ve işletme vergisi veriyoruz? Burada baştan sona bir sömürü yok mu? Tabi bu soruları toplum içinde dillendirdiğimiz zaman nedenini hiçbir vakit anlayamadığım bir Afrika sevicilik ile karşılaşıyorum. Neymiş, hiç yoktan hırsızlık yapmıyorlarmış, kimseye karışmıyorlarmış. Sanki bunlar bir meziyet, bunlar zaten her insanın uyması gereken kurallar. Fakat Türk Milleti'nin ve Türk Devleti'nin bütün yükünü Türkler çekerken, bu Afrikalı mülteciler uğruna kan dökmedikleri, askerlik yapmadıkları, vergi vermedikleri vatan topraklarında özgürce yaşayabiliyorlar. Bütün dünyayı etkisi altında alan Afrikalı ajitasyonu, bunları eleştirmeye dahi müsaade etmiyor. Hatta bunlardan bazıları soytarılık yapıyor, Türk Milleti de bu soytarılıkları sempatiklik addederek, bunlara toplumsal bir şöhret ve hiçbirinin kazanamadığı maddi bir gelir sağlıyor.
Veya doksanlarda Türkiye'ye gelen ve vatandaşlık alıp, bugün bir Türk'e denk hatta onlardan imtiyazlı olan diğer göçmenler. 1990'larda Balkanlarda, Kafkaslarda ve Ortadoğu'da yaşanan savaşlar nedeniyle Çeçenistan'dan, Çerkesya'dan, Adigey'den, Abhazya'dan, Bosna'dan, Kosova'dan, Irak'tan, Afganistan'dan, Filistin'den milyonlarca göçmen Türkiye'ye akın etmiştir. Türkiye sanki Türk Milleti'nin vatanı değil de eski dünyanın bir toplama kampı gibidir. Türkiye gibi bilimsel milliyetçiliğin gelişmediği toplumlarda sanki bu durum, iyi bir eylemmiş gibi böbürlenerek sahiplenilmektedir. Türkiye'deki Çerkesler, Çoğulcu Demokrasi Partisi altında örgütlenerek, anayasal güvence, Çerkes kimliğinin tanınması, ana dilde eğitim, kültürel hak ve hürriyetler adı altında bölücülük yapmaktadır. Göçmenlerin Türk ülkesinde Türkler'den daha imtiyazlı durumda olduğunu ifade etmiştim. Bu görüşümü yaşadığım bir örneği vererek desteklemek istiyorum. 2012-14 yılları arasında Ankara'da Gazi Üniversitesi'nde Gazetecilik eğitimi alırken kaldığım özel yurttaki oda arkadaşlarımdan biri Çeçen kökenliydi. Kendi, Gazi Üniversitesi'nde tıp eğitimi almaktaydı. Tıp eğitiminin zorluğu ve kazanılmasının güç bir bölüm olduğunu konuşurken, kendisi üniversite sınavlarına Çeçenya vatandaşlığı ile girdiğini ve denklik sınavı ile Türkiye puanlarına göre oldukça düşük bir puanla kazandığını ifade etmişti. Mesela babası bir ömür vergi vermiş, on sekiz ay nöbet tutmuş biri olarak benim böyle bir şansım bulunmuyor.
Bir başka tuhaf olayı da sosyal medyada yaşadım. Türkiye'nin İstanbul ilinde yaşayan ve üniversite eğitimi alan vatansız bir Filistin serserisi, Twitter hesabı üzerinden Türkiye'deki laik kesime hakaretler yağdırıyordu. Bu vatan, bu millet ve bu devlet için en ufak bir katkısı olmayan sığıntı Arap, bu vatan için şehit olan, bu millet için yaşayan, bu devlete vergi verenler hakkında hakaret etmekten geri durmuyor.
Şimdi, bir Türk genci olarak ana akım medyaya ait bir kanaldan "1923 yılından sonra yurtlarında vuku bulan birtakım sorunlardan dolayı Türkiye'ye gelmek zorunda kalmış olan bütün gayri Türkler, geldikleri anayurtlarına geri sürülsünler. Eğer anayurtları kabul etmez ise anayasada bir değişikliğe gidilerek birtakım haklardan mahrum edilsinler. Toplumsal yaşantıda sorunlara sebebiyet verenler Bayburt vilayetinde mahkumiyete mecbur edilsinler" desem; radikal komünistinden yobazına, milliyetçisinden liberaline, sağcısından solcusuna, yukarıdan aşağıya herkes beni "ırkçı, faşist, bölücü" gibi tekerlemelerle sıfatlandırır, modern dünyanın en ileri düzeyinde olan Türk yargısı, halkı kin ve düşmanlığa tahrikten onlarca yıl hapis cezası verir.
Bizim gibi düşünenler yargı ile aradan çıkarıldıktan sonra bu vatan toprakları için sayısız ağır bedeller ödemiş olan Türk Milleti'nin yurdunda, bedel ödememiş milyonlarca gayri Türk, rahatça sefa sürmeye devam eder. Çoğumuzun bildiği gibi 1990-91 I. Körfez Savaşı sırasında Saddam'ın zulmünden kaçan milyonlarca Iraklı Kürt, Türkiye'ye gelmişti. Peki kaçı gitti? Artık Saddam kalmadı, savaş yok ve Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi bağımsız bir Kürt Devleti'ni ilan etti, niçin hala gitmiyorlar? Ya da niçin devlet-millet tarafından gönderilmiyorlar? Bunlar sorulmaz. Bunların içlerinden Bölücü Terör Örgütü PKK'ya katılan var mıdır, PKK'ya maddi destek sağlamakta mıdır? Hiç düşünülmez. Düşünülmediği içindir ki, Türk'ün Türk yurdunda sömürülmesi ve çilesi bitmiyor.
Sözün kısası, doksan yıl boyunca her önüne geleni din kardeşi diye ülkesine kabul etmiş, vatandaşlık vermiş, kendine denk kılmış, birçok sorun ve ihaneti görmezden gelmiş hatta bunlara devlet kademelerinde mühim görevler vermiş Türk Milleti'nin ve Devleti'nin, dört milyon Suriyeli mülteciler için bulacağı çözüm yüzeysel olacak ve bu sonu tahmin edilemez sorunlar silsilesi, gelecek kuşaklara borç kalacaktır.
Türkiye'de egemenlik, kayıtsız şartsız akla geçmediği sürece, mevcut sorunların çözülmesini beklemek veya talep etmek en büyük hayalperestliktir.
"Tanrı, Türk'ü korusun" demekten başka ne gelir elden?