Ben felaket tellallığı veya gereksiz panik yapmayı sevmem ve öyle bir niyetim de yok.
Ama her ne kadar bolca olayın gediğini yapsak da işin boyutu çok ciddi. Dolayısıyla seyahat kısıtlamaları başta olmak üzere alınan önlemleri çok doğru ama yetersiz buluyorum ve korkarım ki çok geç kalındı.
Yani inşallah yanılıyorumdur ama bence Türkiye'de olayın İtalya'da ulaştığı boyutlara ulaşma ihtimali bence çok yüksek.
Dediğim gibi;
İnşallah yanılıyorumdur, inanın yanılırsam yanıldığımı büyük bir mutlulukla kabul ederim.
Neden bu kanıya vardım?
Tabii ki doktor veya sağlık personeli değilim ve bu konuda bir ihtisasım da yok. Yani benimki düz mantık.
Bir kere bir salgının, hangisi olursa olsun, yayılmasını engellemenin en başta gelen yöntemi insanların dolaşmalarını kısıtlamaktır. Ne kadar az seyahat eder bir yerden başka yere gider, ne kadar az başka insanlarla temas etmeleri kısıtlanırsa, salgın o kadar az ve yavaş yayılır.
Ama yukarıda da yazdığım gibi, benimki düz mantık.
İtalya bunu çok geç uyguladı. Başlangıçta olayın boyutunu fark etmedi. hastalanan başına ölen oranı Çin'i bile geçti.
Yani okulların kapanması doğru. Evet, çocuklarda bu virüsten dolayı ölüm oranı Allah'a şükür çok az ama çocuk ölmüyor diye etrafına bulaştırmıyor değil.
Lakin madem okullar kapatıldı, AVM'ler başta olmak üzere çok insanın bir araya geldiği her tür alan da çok zaruri olmadığı sürece kapatılmalı. İster spor faliyetleri, ister konser, ister siyasi toplantı. Süpermarketler ve eczaneler hariç bence her türlü alış veriş alanı kapatılmalı.
Tabii ki bu ekonomik bir darbe, ama onca insanın hayati tehlike ile karşı karşıya kalması daha mı iyi?
Bu virüs ülkeye girdi. Bu konuda iktidara veya her hangi bir kuruma sitem etmiyorum, çünkü bence bu boyutta bir salgında bu önlenemezdi. Şu an yapılması gereken salgının hızını azaltarak zamana yaymak, çünkü vatandaşların aynı anda hastalanmaları sağlık sistemini çimdi boyutta zorlar, ama salgın yavaş ilerlerse sağlık sistemi bunu kaldırabilir. Yine İtalya'dan örnek vereyim, dün TV'de bir İtalyan doktor ‚Üzülerek söylüyorum ama solunum zorluğu çeken 80 yaşında bir insana harcıyacak zaman ve gücümüz kalmadı' diyor. Bu da sağlık sisteminin çökmüş olmasından dolayı.
Böyle bir durumda her şeyi devlet veya resim kurumlardan beklemek de kimsenin sahip olmadığı bir lüks. Herkes kendi hayatından evvela kendi sorumludur. Çok mecbur kalmadıktan sonra kimse ortalıkta dolanmasın. Rahatlıkla vazgeçilebilecek toplumsal faaliyetlere katılmanın bir manası yok.
Bu sözüm dini faaliyetlerimiz de geçerli. Kimse seyahat halinde seferi, ramazan da hastalık da orucu kazaya bırakma imkanı tanıyan Allah'tan daha dindar havalarına girmesin. Cumaya gidip orada hastalanıp evde çoluk çocuğuna bulaştırmak mı daha günah, yoksa bu durumda Cuma'ya gitmemek mi daha günah bir akıl süzgeçinden geçirmek gerek.
Ama bu benim kişisel fikrim, din alimi falan da değilim.
Evet, olayın boyutu çok çok büyük. 1996'dan beri bankacıyım, geçen hafta piyasalarda yaşananları 11 Eylül saldırılarında bile görmedim, bir Lehman'in çökmesi ile kıyaslanabilir. Pazartesi NY ve Frankfurt %10 çöktü, sonra iki gün çökmediler ama toparlanamadılar da perşembe tekrar %10 çöktüler. Bu şiddetle olmasa da daha gerisi gelecek gibi.
Neden? Çünkü dünya çapında üretim ve dağıtım zincirleri çökme tehlikesi ile karşı karşıya.
Hal böyle olunca komplo teorileri de tabii hemen ortaya çıkar. Ben bu virüsü insanlar üretmedi yok öyle bir şey demiyorum. Ama şu bir gerçek;
İnsanlık nedense yaşadığımız gezegene ve tabiata mutlak hakim olduğuna inanıyor. Dolayısıyla başımıza gelen böyle sıra dışı felaketlerde hemen bir ‚insan eli' arıyoruz. Deprem oluyor mesela Hemen ortaya HAARP iddiaları çıkıyor. Böyle bir hastalık salgını çıkıyor, biyolojik silah deniliyor…
HAARP'i bilemem ama evet insalık artık böyle bir virüsü üretebilecek ve yayabilecek bilgiye sahip de, kimse bunun planlanmadan gelişmiş olan bir bir felaket olmadığını da iddia edemez. Kaldı ki, olay pandemi boyutunu almış her ülkeyi sarsıyor, kim kime karşı kullansın bu silahı. Böyle sorunca muhtemelen cevap ‚Dünya hakimiyetini hedefleyen iluminatiler.' oluyor.
İsteye tabii istediğine inanır, herkes kendi bilir de, ciddi bir tehlike ile karşı karşıya olduğumuz bu durumda mantığı devre dışı bırakıp, rasyonel çözüm aramaktansa aslı astarı olamayan en azından kanıtlanamayacak iddialara harcanan zamana ve enerjiye acıyorum. Kaldı ki bu tür teorilerin bir çok zamanda asıl konu hakkında yanlış bilgi yayılması gibi yan etkileri de oluyor. Yok aşısı bulunmuş, yok üzüm sirkesi içilecekmiş, yok Türk genlerine zaten saldırmayan bir virüs türüymüş… Saçmalık yelpazesi çok geniş.
Bence kimsenin inkar edemeyeceği bir gerçek var, o da sanki bir değil bir kaç dünya ve tabiat varmış gibi yaşıyoruz gezegende. Saniyi devrimi ile temeli atılan ve 2. dünya savaşı ile iyice ivme kazanarak dolu dizgin giden küreselleşme sanayileşen ülkelerde müthiş bir refah ve ihtiyaç fazlası üretime yol açtı. Bilgi ve teknolojide geri kalan ülkeleri pazar olarak keşfedip ihtiyaç fazlalarını oraya sattılar o ülkelerde müthiş bir sorumsuzlukla üreten ülkelere sürekli borçlanarak deli bir tüketim gerçekleştirdiler. Hal böyle olunca dünya nüfusu 7,5 milyara ulaştı.
7,5 milyar insan hala enerji ihtiyacını büyük oranla fosil kaynaklardan gideriyor, Brezilya'da dünya pazarının ihtiyacı giderilsin diye devasal orman arazileri yakılıp avokado ve soya çiftlikleri kuruluyor ve bu avokadolar ve soya yine fosil enerji tüketilerek dünyanın dört bir yanına taşınıyor, insalık gezegeninin atmosferinin içine etti, hal böyle olunca tsunamisi tabii ki engellenemez, bunun için illa HAARP silahına gerek yok.
Sosyal medya da dahil TV'ler ve tüm yayın mecraları korkunç bir bilgi kirliliğine sebep olurken ve insanlarda bu çöpü tüketerek iyice aptallaşır ve sorgulamayı unuturken kim neden insanları salaklaştırmak için gökyüzünde uçakların ardından görünen Chemtrail ile kimyasal madde yaysın?
Bu dünyada 7,5 milyar insanın bir şekilde doyurulması lazım. Bu sanayileşmiş gıda sektörü olmadan mümkün değil. Herkesin tek düşündüğü gıdanın ucuz olması. Yemekte kaliteye dikkat etmek artık sadece zenginlerin sahip olduğu bir lüks. Gıda sektörü kar marjını çoğaltmak için her türlü genetik ve hormonlu yöntemlere baş vuruyor, 3 ayda yürüyemeyecek kadar zayıf ama devasal göğüs eti geliştirilmiş tavuklar üretiyor (yetiştiriyor bile diyemeyeceğim), tabiatı gereği ot obur olan ineklere başka hayvanların kadavrasından üretilmiş yem veriliyor. Ondan sonra yok kanser vakaları arttı, yok şu oldu, yok bu oldu…
1989'dan sonra ama özellikle son 15-20 yıldır tüm dünya deli gibi üretimini Çin'e taşıdı. Sağa sola ‚demokrasi ve insan hakları' götürmek için savaştan bile geri kalmayan batı resmen kendini kendi eli ile Çin'e bağımlı hale getirdi. Ve bir sokak köpeğine biraz sesli hoşt desek hemen parmak sallamayı kendine vazife edinen vitrin çevrecileri ve hümanistleri her türlü insan ve hayvan haklarının yoka sayıldığı bir ülkenin bu kadar şişirilmesine ciddi bir tepki vermediler.
Ondan sonra Çin'de salgın çıkıyor ve dünya ekonomisi çökme tehlikesi ile karşı karşıya…
İşte küreselleşmenin, daha doğrusu şimdiye dek uygulandığı şekilde küreselleşmenin karanlık tarafı da bunlar…
Belki yazıda bir sebep sonuç ilişkisi beklemişsinizdir. Ben de bir çözüm gösterebilmeyi çok isterdim. Ama konular çok girift, basit bir ‚böyle yaparsak kurtuluruz' diyebileceğim bir şey yok maalesef.
Ama biz ülke olarak karşı karşıya olduğumuz tehlikeyi iyi idrak etme mecburiyetindeyiz. Vatandaşımızın sağlığı vesaire bir kenera, bundan 3 ay evvel size ‚yakın zaman da AB kendi iç sınırları dahil ülkeler birbirlerine sınırları herkes için kapatacak, insanların aynı ülkede bile dolanım hakkı kısıtlanacak deseydim ne derdiniz? Kimse inanmazdı değil mi?
Ama şu an karşı karşıya olduğumuz durum tam da bu.
Peki samanı Bulgaristan'dan, eti sırptan alan biz, bu durum daha devam eder ve kritikleşirse, ne yapacağız? Uzun sürecek bir izolasyonu kaldıracak altyapımız var mı? insanımız aç, susuz ve ilaçsız bırakmadan atlatabilecek miyiz bu durumu?
O zaman ne diyecekler Cumhuriyetin her türlü edinimini babalar gibi satanlar?
Acaba ekranlara çıkıp ‚Bakın literatürde salgın diye bir şey var, ölüm bunun tabiatında var. Bakın mesela Avrupa'da 14.yy.'da şu kadar kişi vebadan ölmüş…' gibi laf ederlerse yaşadığımız felakete teselli olacak mı?