Günlük hayatta sohbet esnasında "zevkler ve renkler tartışılmaz" denildiğini duymuşsunuzdur. Bu söz her bir bireyin kendine has zevkleri ve beğenileri olduğunu, zevkler ve beğeniler üzerinde uzlaşmanın mümkün olmayacağını iddia eder. Bu motto ta ilkokullarda öğretilir ve bir şekilde dogma olarak kabul edilir. Dahası bir çeşit sofizmi çağrıştıran bu fikrin demokrasinin, farklılıklara saygının ve çoğulculuğun da bir gereği olduğu düşünülür. Bu bağlamda zevklerin ve beğenilerin tartışılmayacağı iddiasıyla aralanan kapıdan içeriye giren rölativizm (görecelilik) değerlere ve ahlakî yargılara kadar ilerler. Artık ortak değer yargıları ve ilkeler yerini "bana göre"lere ve "bence"lere bırakır. Ancak ne kadar çok tekrar edilse de ve ne kadar çağın dogması hâline gelse de yanlış doğru değildir.
Bu blog yazısında rölativizmin bir eleştirisini yapacak, zevklerin ve renklerin gayet tartışılabilir olduğunu, dahası zevkler ve renklerde de doğrular olduğunu iddia edeceğiz. Ancak bu yazının bir blog yazısı olması hasebiyle olabildiğince felsefî terminolojiden uzak kalmaya ve örneklerimizi somutlaştırmaya gayret edeceğiz.
Rölativizm Ne Diyor
Öncelikle bilgi üzerine bazı kavramları belirginleştirmekte fayda görüyoruz. Bilgi özne/süje ile nesne/obje arasında kurulan bir çeşit bağdır. Özne bilmek istediği nesneye dair zihninde bir yargı taşır. Henüz bilgi hâline gelmemiş bu yargı bir kanaat, tahmin, sanı veya düşünce olabilir. Ne zaman ki kanaat özne için kesin bir yargı hâline gelir, o zaman kanaatin bilgiye dönüştüğü söylenebilir. Ancak bir kanaatin bilgi olması, bu bilginin doğruluğunu kendi başına temin etmez. Şayet bilgi nesnenin kendi gerçekliğiyle (hakikatiyle) uyum içerisindeyse ancak o zaman bu bilgi doğru bilgi hâline gelir, şayet bilgi nesnenin hakikatiyle çelişki arz ediyorsa o hâlde bu bilginin doğruluk değeri yanlış olur. İnsanların aynı nesneye dair bilgileri çoğu zaman farklılık arz eder. Böyle bir farklılık mevzubahis olduğunda hemen tartışma başlar ve kendi bilgilerinin nesnenin hakikatiyle daha uyumlu olduğunu kanıtlamaya çalışırlar. (Elbette ta ki bir "çok bilmiş" zevklerin ve renklerin tartışılamayacağı dogmasını savurana kadar!)
Görüldüğü gibi bilgi özne ve nesnenin karşılıklı bir ilişkisiyle ortaya çıkmaktadır. Yazımızın konusunu teşkil eden rölativizm tam da bu noktadan beslenmektedir. Rölativistlere göre bilgi ilişkisinde özne konumunda olan her bir insan (birey) bir diğerinden farklıdır. İki kişinin aynı bilgi konusuna ilişkin bilgileri karşılaştırıldığında bu ilişkilerdeki nesne değişmese bile özne değiştiğinden ortaya farklı bir bilgi çıkar. Zira her bireyin nesne ile olan bilgi ilişkisi biriciktir. O hâlde rölativistlere göre bir bilgi sadece o bilginin öznesi olan birey için geçerli olmalıdır. Bilgi "o bireye göre" doğrudur ve "göre"ye dayanan bu bilgi diğer bireylere dayatılamaz.
Rölativizmin bu karikatürize hâlinin aşırı bir rölativist yaklaşımı temsil eder gibi gözüktüğü düşünülebilir. Ancak rölativist olmayan kimi akımlar, farklı alanlarda rölativist bir yaklaşım sergileyebilmekte ya da rölativist argümanları fikirlerine bir kalkan olarak kullanabilmektedir. Şöyle ki, aşırı rölativist yaklaşım yukarıda ifade ettiğimiz mantıkî dayanaklardan yola çıkarak fizik dünya dâhil her türlü bilginin kişiden kişiye değiştiğini, göreceli olduğunu iddia eder. (Üstelik bugün fizik dünyasında ortaya çıkan kuantum buluşlarla rölativistlerin iddiası bir nebze de güçlenmiştir.) Ancak böyle bir yaklaşımın belirliliğe sahip olmaması doğa bilimleri yapmaya da kapitalist bir ekonomik düzen geliştirmeye de elverişli değildir. Bu sebeple pozitivist yaklaşımlar doğa bilimleri alanında kesin bilgi arayışına girişmiş ve bilgiyi "factum"a (orada olan, olgu) dayandırarak ampirik bilginin nesnenin yapısından kaynaklı olarak kişiden kişiye "göre" değişmeyeceği iddiasını ortaya atmıştır. Bununla birlikte pozitivistler doğa bilimleri (Naturwissenschaft) alanında rölativizmi eleştirmekteyse de -sosyal, kültürel, tinsel vs olarak da isimlendirilmiş olan Kultur(/Geistes)wissenschaft- değerler alanında ya böyle bir alanın varlığını tümden inkâr yolunu seçerek katı materyalist bir tutuma girişirler ya da bu alanın göreceli olduğu yönündeki iddiayı sürdürürler. Biz bu blog yazısında rölativizmi tümden eleştiriyoruz: Tıpkı doğa alanında olduğu gibi değerler alanında da rölativizmin savunulamaz olduğunu iddia ediyoruz.
Hakikatin Bilinemezliği, Yokluğu veya Rölativizmi Anlamına Gelmez
İnsanlar arasındaki tartışma ve farklı fikirler nesneye dair farklı bilgilere sahip olmaktan kaynaklanmadır. Bu durumda "öznenin sahip olduğu bilginin, nesnenin hakikatiyle uyum içerisinde olduğuna nasıl güvenilebilir" sorusu önemli bir problem hâline gelmektedir. Bu soru bilgi felsefesinin temel sorunlarından bir tanesi olup cevaplanması bizim blog yazımızın kapsam ve maksadı dışındadır. Ancak blog yazımız açısından bu sorunun değeri şuradadır: Bir bilginin doğruluğunun kanıtlanamaması bilginin konusu olan nesnenin bir hakikati olmadığı ya da her özneye göre farklı bir hakikate sahip olduğu anlamına mı gelir?
Bilgi bir yönüyle bilgi felsefesi (epistemoloji) problemidir ancak bir başka yönüyle de varlık felsefesi (ontoloji) problemidir. Gerçekten de doğru bilginin yani diğer bir söyleyişle nesnenin hakikatinin bilgisinin nasıl elde edileceği sorusuyla nesnenin bir varlık olarak hakikate sahip olup olmadığı sorusu farklı bir sorudur.
Bunu şöyle bir kurgusal örnekle izah etmeye çalışacağız: Beş şıktan oluşan çok zor bir test sorusu hayâl ediniz. Sorunun yazarı olan öğretmen bu şıklardan sadece birisini doğru olarak belirlemiş ve bu soruyu 100 kişiden oluşan bir öğrenci topluluğuna sormuştur. Öğrencilerin sınav esnasında birbirleriyle soru üzerine konuşup tartışmaları serbest bırakılmıştır. Öğrenciler birbirlerine fikirlerini sorduklarında 20 tanesinin A, 20 tanesinin B, 20 tanesinin C, 20 tanesinin D ve nihayet 20 tanesinin de E seçeneğini düşündüğü görülmüştür. Öğrenciler arasından bir tane cin fikirlinin çıkıp da "bu konuda hepimiz birbirimizden farklı düşünüyoruz o hâlde bu sorunun bir doğru cevabı yok" ya da "ben bu sorunun cevabının A olduğunu düşünüyorum, bana göre A'dır; sen B olduğunu düşünüyorsan demek ki sana göre de B'dir" demesi ne kadar mantığa uygun olur? Şayet öğrenciler birbirlerinin cevaplarına büyük bir saygı duyar ve "kimse kimsenin cevabına karışamaz" derlerse öğretmen notları açıkladığında 80 tanesi büyük bir şok yaşayacaktır.
İkinci bir örneği de şu şekilde verebiliriz: Gözleriyle uzunluğu çok iyi tahmin edebildikleri iddiasında olan bir grup arkadaş yolda gördükleri tahta parçasının boyu üzerine iddiaya girişirler. Beş arkadaş sırasıyla çubuğun boyunun 4, 5, 6, 7 ve 8 santimetre olduğunu iddia ederler. Ardından içlerinden bir cin fikirli çıkarak "bu tahtanın boyu bana göre 4 cmdir, size göre daha uzun olabilir, bu benim doğrum" diyerek tartışmayı bitirir. Hâlbuki bir altıncı arkadaşlarını çağırıp "gelirken de cetvel getir" derlerse cetvel geldiğinde tartışma sona erecek ve tahtanın boyunun 9 cm olduğu ortaya çıkacaktır. Şayet cetvel gibi bir araç icat edilmiş olmasa bu bilgi bizim için meçhul olarak kalacaktı.
Verdiğimiz iki örnekten hissemize düşen şu olmalıdır: Birinci örneğimizde görülmüştür ki, bir bilgi alanında farklı fikirlerin mevcut olması o bilgilerin hepsinin doğru olduğunu diğer bir söyleyişle kişiden kişiye doğru cevaplar olabileceğini kanıtlamaz. İkinci örneğimiz de göstermiştir ki, farklı bilgiler olan bir bilgi alanında nihaî sonuca ulaşılamıyor olması o bilginin konusunun yokluğunu kanıtlamaz.
Şimdi verdiğimiz örnekleri "zevkler ve renkler" alanına taşıyalım. İlk örneğimizi hatırlayarak onun üzerinden devam edelim: Bir sanat galerisinde yan yana asılı duran beş adet resim olduğunu düşününüz. Bu sanat galerisini ziyaret eden 100 ziyaretçiden en beğendikleri resmi ellerinde bulunan forma işaretlemeleri istensin. Bu ziyaretçilerden 20 kişi birinci resmi, 20 kişi ikinci resmi, 20 kişi üçüncü resmi, 20 kişi dördüncü resmi ve nihayet 20 kişi beşinci resmi beğenmiş olsun. Böyle bir durumun ilk örneğimizden farkı nedir? Elbette bu 100 kişinin birbirinden farklı hayat tecrübeleri, birbirinden farklı fizyolojileri ve birbirinden farklı psikolojik durumları olabilir. Ali'nin 1 numaralı tabloyu beğenmesi resimde yer alan evi çocukluğunun geçtiği köy evine benzetmesinden ya da Veli'nin 2 numaralı tabloyu beğenmesi galerinin girişinde içtiği gazozun etkisinden kaynaklanıyor olabilir.[1] (Gazozun bu denli etkisi olup olmayacağı başka bir bahis konusudur. Ha, gazozu bünyeniz kaldırmıyorsa da içmeyiverin!) Ancak bu 100 kişinin her birinin psikolojik, fizyolojik ve hayat tecrübesine dayanan sapmalarını paranteze alsak, tamamen rasyonel düşünebilen tüm insanlık için ideal bir üst insan tasarlasak bu üst insan hangi tabloyu seçerdi? O hâlde beğenilerden yalnızca bir tanesinin doğru olduğu, diğerlerinin yanlış olduğu iddia edilebilir. Yanlış değer yargısında bulunan yani yanlış tabloya güzel diyen kişiler belki psikolojik ve fizyolojik faktörlerden veya estetik bilgilerinin yetersizliğinden yanlış değerlendirmede bulunmuş olabilir. Ancak bu onların fikirlerini doğru yapmaya yetmez ya da her fikrin, her beğeninin eşit kıymette olduğu anlamına gelmez.
Yahut ikinci örneğimizi hatırlayarak düşünecek olursak Aristoteles insanların tabiatı itibarıyla kimisinin efendi olmaya kimisininse köle olmaya uygun yaratıldığını iddia ediyordu ve ahlâken iyi olanın efendi tabiatlı olan insanı efendi yapmak, köle tabiatlı olan insanı köle yapmak olduğunu iddia ediyordu. Rousseau ise köleliği insan ırkına yapılmış bir hakaret olarak görüyordu ve insanların doğuştan eşit değere sahip olduklarını iddia ediyordu. Birbiriyle çelişen bu iki görüşten hangisinin haklı olduğunu insan aklı bulmaya muktedir değil midir? İnsan aklı bulmaya muktedir olamasa bile bu, bu bilgilerden bir tanesinin doğru bir tanesinin yanlış olduğunu değiştirir mi? Birbirine zıt olan iki iddianın her ikisinin de aynı anda doğru olması mantığa aykırı değil midir?
Zevkler ve Renkler Nasıl Tartışılır?
"Bence" veya "bana göre" tabirleri günlük hayatta kullanılan ve elbette kullanılması gereken tabirlerdir. Bu tabirler her şeyden önce bir tevazu göstergesidir. Zira yukarıda ifade edildiği gibi nesnenin hakikatine dair doğru bilgiye sahip olduğumuzu hiçbir zaman kesin olarak bilemeyiz ya da en iyi ihtimalle bundan çoğu zaman emin olamayız. O hâlde insanların "bana göre bir numaralı resim en güzelidir" demeleri "benim kısıtlı bilgim içerisinde bir numaralı bilgi en güzelmiş gibi gözüküyor ancak belki de beni manipüle eden şeyler var veya belki de bazı noktaları yanlış değerlendiriyorum o durumda güzel olan resim bu değil de bir başkası olabilir" anlamına gelen daha kısa bir ifadedir. "Bence" ve "bana göre" ifadelerinin kullanılması bilginin göreceli olduğuna değil, öznenin bu konuda kısıtlı bilgisine vurgu yapmakta ve diyalog imkânını korumaktadır. Bir kendinde şey/numen olarak nesne özünde tek bir hakikate sahiptir ve bazen insan bu hakikati anlayamaz ve yanlış bir değerlendirmede bulunabilir. Yanlış bir değerlendirmede bulunmak ayıp değildir, doğrusunu hep birlikte bulabilmek için insanların zevklerini ve renkleri tartışmaları gerekir[2].
Bir defa zevklerin ve renklerin tartışılması böyle bir dogma ile engellenmese objektif estetik değerlerin ortaya çıkartılabilme ihtimali vardır. Ancak bu engellemeleri aşarak tartışma yapmak çoğu zaman mümkün olamamakta ve bu ihtimal tümden ortadan kalkmaktadır. En iyi ihtimalle bu çok bilmişleri uzaklaştırana kadar çokça zaman ve emek israf olmaktadır. Bir diğer husussa zevkleri ve renkleri tartışılmaz kılmanın demokrasi ve çoğulculuğa katkı yaptığı iddiasıdır. Demokrasinin ve çoğulculuğun gereği farklılıkları birbirinden izole hâle getirip diyalog imkânını ortadan kaldırmak olabilir mi? Bilakis farklılıkların karşılaşması, kaynaşması ve tartışması, kurulacak diyalektik ortamla eski bilgilerin aşılması (Aufhebung) daha doğru bilgilerin ortaya çıkmasına imkân sağlar.
Tüm bunlardan sonra şunu da ifade etmek gerekiyor: İnsanlık için değerler yalnızca estetik zevklerden yani "olmasa da olur", "uzlaşılmasa da olur" kabilinden değildir. Söz gelimi ahlâkî prensipler insanlığın ortak yaşamı için temel toplum normlarıdır. Ahlâkî değerler alanında rölativizmin hâkim olması toplum yaşamının bir arada devam edebilmesini oldukça güçleştirir ve hatta ortadan kaldırır. Dolayısıyla insanlığın ahlâkî farklılıklara saygı duymak yerine, ahlâkî prensiplere sahip olan insanlara saygı duymaları ve bu insanlara saygının da bir gereği olarak yanlış ahlâkî prensipleri ve yaklaşımları kınayarak doğru ahlâkî prensipleri dayatmaları gerekir[3]. (Burada "dayatmak" ifadesini kullanıyoruz. Bu ifadenin amacı biraz espri ve biraz da retorik olarak fikrimizin güçlülüğünün altını çizmektir. Yoksa dayatma yapılırken doğru bilgiye yani ahlâkî hakikate sahip olmanın güçlüğü veya imkânsızlığı üzerine sahip olunması gereken ve yazımızda yukarıda da yer alan şüpheyi unutmamız gerekiyor. Her ne kadar "izah mizahı bozar" düsturuna aykırı düşse de kendi çarpık ahlâkî yargılarını insanlara dayatan saldırgan zihniyetle aynı doğrultuda gözükmemek için bu açıklamayı düşmek durumunda kaldık. Ancak şunu da ayrıca izahın izahı kabilinden ifade etmemiz gerekiyor ki; başkasına zarar vermemelisin gibi kategorik bir emri elbette dayatmak gerekiyor ve bu dayatmayı yapabilmek için devlet, mahkeme, jandarma gibi kurumlara sahibiz.)
Her bir haksızlık içeriğinin karşılığı olan yaptırım farklıdır. Bir insanı öldüren ömür boyu hapis cezasıyla çarptırılır. Yerlere tüküren kişi idarî para cezasıyla cezalandırılır. Menfaat için alçaklık yapan kişiye selam verilip alınmaz. Dostlarına sırt çeviren, yola çıktığı arkadaşlarını yolda satan bir alçağı arkadaşları dışlar. Ancak yetmez: Sütlacın üstüne fındık değil de tarçın serpen kişiyle de -aşikâr bir hakikati inkâr etmenin cezası olarak- hakikati kabul edene kadar mücadele etmek, tartışmadan kaçmaya çalışırsa da damaksızlığına sövmek gerekir.
22.07.2024 / Pirali
[1] Burada üzerine çalışmakta olduğumuz Yeni Kantçı bilgi felsefesi tartışmalarına atıf yapıyoruz. Kısaca ifade etmek gerekirse: Büyük Alman filozofu Immanuel Kant bilginin bir insandan bir de nesnelerden kaynaklanan iki yönü olduğunu ortaya koymuştur. Kant'a göre fizik alandaki nesnelerin hakikatini (ki o bunlara "numen" der) hiçbir zaman saf kendiliği içinde, kendi kendine her ne ise o şekilde ("Ding an sich") bilemeyiz. Nesneler bize her zaman zihnin bilgi mekanizmalarından geçerek birer görünüş ("fenomen") olarak görünürler. O hâlde bilgilerimiz tamamıyla fenomenlerden ibarettir, diğer bir söyleyişle fenomenler dışında bir bilgiye sahip olamayız. Kant'ı takip eden kimi düşünürler (Eduard von Hartmann, Otto Liebmann, Friedrich Albert Lange gibi Yeni Kantçı öncüler ile Dilthey gibi kimi Kara Avrupası düşünürleri) Kant'ın yukarıda yer alan bilgi felsefesine "psikolojik" ve "fizyolojik" bir yorum getirmişler, fenomenal bilginin insanın zihnî mekanizmasının bir ürünü olması dolayısıyla fizyolojik ve psikolojik faktörlerden etkilendiğini iddia etmişlerdir. Ancak diğer bir takım düşünür ise (özellikle Ortodoks Yeni Kantçılığı temsil eden Marburg ve Güneybatı Okulu düşünürleri) Kant'ın evrensel bilginin temellerini ortaya koymak projesine sahip olduğu gerekçesiyle psikolojist ve fizyolojist Kant yorumlarını eleştirmişlerdir. Bu tartışmanın ayrıntıları da yazımızın maksadını aşacaktır, arzu eden okurlarımız ismi geçen düşünürler üzerinden tartışmayı takip edebilirler.
[2] Elbette bizim de "güzel"e ve diğer değerlere ilişkin "bence" ile başlayan fikirlerimiz mevcut. Bu fikirlerimizi muhakkak yazmak istiyoruz. Ancak bu konudaki fikirlerimizi inşallah bir başka blog yazısına erteliyoruz.
[3] Bu ifadelerimiz İoanna Kuçuradi'nin sözlerinden ilham almıştır. Kuçuradi mealen şunları demektedir: "Fikirlere değil fikirlere sahip olan insanlara saygı duyulur, saygının konusu insandır, yanlış fikirler saygının konusu değildir".