Sâmiha Ayverdi'nin mektupları bir kaç seneden beri yayınlanıyor.
10. cildi elimde.
Bu cildde, ilim, fikir ve sanat adamlarıyla yazışmalar var.
Yerli yabancı yüzlerce isim.
Başlayıp bitirmek yerine zamana yaymayı düşündüm.
Çünkü zihnimi zinde tutacak olay ve dikkatleri gün gün sindirerek okumak istiyorum.
Her gün bir kaç mektubu okumak bile günümü dolduruyor.
Bazılarını dostlara da gönderiyorum.
İskender Öksüz ve Sadi Somuncuoğlu'na dün gönderdiğim Mehmet Dülger'e yazılmış 1980 tarihli uzun bir mektuptu.
12 Eylül'e bir kaç ay kala yazılmış.
Asıl konu, Başbakan Süleyman Demirel'in eğitim ve kültür meselelerine ilgisini rica etmek.
Bu ricayı öyle bir temellendiriyor ki gözünüzün önünde bir tarih mirası canlanıyor.
Dediği açık: İnsan yetiştirmeyi nasıl ihmal edersiniz?
Bu ilgisizlikle ve bir sıra yanlış uygulamalarla Türk çocuklarını nasıl başkalarının kucağına atarsınız?
Dedikleri bugün de daha da artarak devam eden dertlerimiz.
Yalnız Türkiye'nin bu dertlerle böyle derinden ilgili ve herkese dert anlatmaya çalışan böyle dertlileri yok.
O zamanlarda yazı da mektup da yazılırdı.
Kimse de niye yazıyorsun demezdi.
Fikri ve cesareti olan söylerdi.
Eleştiri hem haktı hem de şarttı.
Siyasetçilerin bağlıları tabii ki vardı.
Kıyasıya da savunurlardı.
Ama şöyle bir yeni zaman cümlesini duymazdınız.
"Demirel, veya Ecevit, veya Türkeş veya Erbakan düşmanlığından bıkmadın mı?" diyen aptallar ortalığı sarmamıştı.
Yiğitçe (hanımları gücendirmemek için erkekçe diyemedim) mücadele edilirdi.
Gösteriler de düzenlenir, kahvelerde de konuşulur, siyasiler hesaba da çekilirdi.
Şimdi arada bir yazanlara demediklerini bırakmıyorlar.
"Bizim dediğimizi diyecek, ettiğimizi edecek, ya alkışlayacak, ya da yuhlayacaksın" diyorlar.
Fikir yasak ama yasak da değil, yok gibi veya yok hükmünde.
Bizi bu duruma inkılap yobazlığı getirmedi.
Dinden geçinenlerle bu hale geldik.
O yobazlık bu yobazlığı doğurdu, biz arada kaldık.
Evet dinden habersiz dinden geçinenlerle bu haldeyiz.
Lider tapıcılığı yeni çıkmadı ama din üzerinden baskı kurarak tapıcılık hâkim hale geldi.
Dinin hiç istemediği ne varsa din adına o oldu.
Bunu göreceğiz.
Bunları düşünmeme ve yazmama sebep yine Sâmiha Hanım'ın bugün okuduğum bir mektubu.
Amerikadaki öğrencisi Mehmet Karpuzcu'ya (Bugün profesör, çevre mühendisi) 1976'da yazdığı mektuptan iki cümle zihnime çakılı kaldı.
Diyor ki:
"Türkiye bugün din bakımından %100'e yakın bir ekseriyetle müslümandır. Ama İslâmiyetin tavsiye ve telkin ettiği akıl, mantık ve şuurdan büyük ölçüde behresizdir."
Cesaretiniz varsa "Ya bugün?" diye sorarsınız.
Din, "Akıl, mantık ve şuur." diyormuş.
Neredeyse bize de gelsin!