"Bir bulut olsam, yüklenip yağsam
Dökülsem damla damla toprağıma.
Bir deli nehir, bir asi rüzgar olup
Kavuşsam kendi toprağıma.
Bir çiğ tanesi, bülbülün çilesi;
ANNEMİN SESİYLE GÜNE UYANSAM!..
Radyoda yanık içli bir keman,
Ağlasa nihavent acemaşiran."
...
Çoğu kimse için 23 Şubat 365 günden herhangi bir gündür. Biz Ardahanlılar için ise yılın en özel günlerinden biridir.
Ardahan'ın "kurtuluşunu" kutladığımız gündür. Tarihsel süreci bilenler bilir; merak edenler de bulabilir. Benim için önemli olan doğup büyüdüğüm ve aşkla sevdiğim memleketimi anmaktır.
Çocukluğumuzda kar kış demeden yaptığımız coşkulu kutlamalar siyah beyaz bir film şeridi gibi şimdi. O günlerden geriye ne kaldı bilmiyorum. Mesela bugün kutlama yapıldı mı, şiirler okundu, marşlar çalındı mı? Gece kutlamaları yapıldı mı? Fener alayı geçti mi yine…Bizim yaptığımız gibi, çocuklar caddelere bakan pencerelere koşup, fener alayını seyretti mi?
Atatürk Caddesi'ne " Zafer, 'Zafer benimdir!' diyebilenindir" yazan taklar kuruldu mu?
Birkaç sene önce bir nedenle gitmiştim Ardahan'a… Gördüğüm, o eski halinden eser kalmadığıydı…Birçok şey her yerde olduğu gibi zamana yenik düşmüş, birçok şey de değişmiş, ama gelişmemişti.
Küçük yerlerin makus talihi çarpık kentleşme en belirgin değişimdi. Eski bakımsız harabe binaların yanına iki üç katlı büyük şehirlerin kenar semtlerindekine benzer apartmanımsı yapılar vardı. O güzelim parke taş döşeli caddelerin üzeri kötü bir asfaltla kapatılmıştı. Her yer toz içinde. O zaman gördüğüm ve beni ağlatan bir şey de, yapımında büyük dedemin de emeği geçen tarihi köprü olmuştu. Köprüden şehrin su şebekesinin devasa borularını geçirmiş, köprüyü de her iki tarafından kapatmışlardı. Neyse ki sonradan bu yanlıştan dönüldü ve köprü bazen kültürel etkinliklerin yapıldığı bir mekana dönüştürüldü.
O köprü, Kura Nehri üzerindedir. Ardahan'ı ikiye böler Kura Nehri, her bakımdan. Köprünün öte yanında çiftçilik ve hayvancılık yapan aileler otururdu. Onlara göre öte yanında da şehir merkezi… Ticaret yapanlar, memur aileler, devlet daireleri, okullar, askeriye ve asker lojmanları…Öyleydi o zamanlar.
Bizim evimiz de köprü başı tabir edilen şehir merkezinde, Kura' ya çok bir yerdeydi. Evimizin camekanlı balkonundan ağaçların arasından Kura üzerinden güneşin batışını izleyerek büyüdük. Nehirdeki tek balıkçı teknesi tablo gibi dururdu nehrin üzerinde. Benim için çocukluğumun ve ilk gençlik yıllarımın masal şehriydi Ardahan, sinemaları da olan…Şimdi hiç sinema yokmuş. Geçen gün bir sosyal medya paylaşımında gördüm, "Ardahan' a sinema istiyoruz." Diye. İçim acıdı.
Kimseyi suçlamak istemem. Sözüm hem hiç kimseye değil, hem de hepimize…Ben payıma düşeni aldım. Sadece sevmekle yetinmemeliydik. Galiba biz A. Kutsi Tecer'in şiirinin etkisinde çok kaldık.
"Orda bir köy var uzakta, o köy bizim köyümüzdür;
Gitmesek de gelmesek de o köy bizim köyümüzdür." Diyerek, sadece sevmeye devam ettik.
Oysaki; kim demiş bilmiyorum ama bu durumda söylenecek güzel bir söz söylemiş:
"Gidemediğin yer senin değildir."
Bizim için "gitmediğin yer" demek daha doğru olur sanırım.
Gidenlerin yerine gelenler de kendi kültürünü beraberinde getirmiş.