Evvela Yüce Hakk'ın selâmıyla başlayıp sizleri gönlümüzün semalarında ağırladığımızı bildirmek isterim. Bütün mihnetleri, yokluğu ve zulmü ayakları altına alan bir partinin sesi olarak 9 yıllık mazimizin tertemiz yüzüyle çıktık buraya. Burası Türkiye'yi yönetmenin, insanımıza dokunmanın, bir bütün hâlinde insanımızın bonkör nefesini hissetmenin ulvi mekânıdır. Ne demiştik 9 yıl önce, hatırladınız mı?
Kürsünün hemen altında, yüksekte bir şey varmışçasına yüksekteki şeye uzanmaya çalışan, kendinden geçen kahverengi ceketli, gür sakallı bir adam haykırarak cevap verir:
_"Onlar söylenir, biz söyleriz!"
Genel başkan; evvela dikkatle sevinçle bakar yerinde duramayan, yokuş aşağı tomruk misali yuvarlanıp yosun tutamayan adamın yüzüne ve sonra halkın tamamına dönerek:
_Hepiniz, bakın hepiniz diyorum! Hepiniz, en az bu beyefendi gibi hararetli, arzu dolu olmalısınız; yani kim olduğumuzu, neler neler başardığımızı, icraatın vazgeçilmez kimliğini nasıl yarattığımızı göstermelisiniz.
Dayanamaz; sorar, ara ara yerlere yatarak beş on kişinin dağılıp bomboş, geniş bir çember oluşturmasına sebep olan adama:
_Adın ne adın hemşehrim? Bana adını söyle de sana halkımızın kim olduğunu söyleyeyim!
_Abdulrezzak efendim Abdurrezzak! Ah başkanım ah! Senin yolunda kurbanlık koç, bastığın toprağın asfaltı olurum!
_Bakın, görüyor musunuz sayın yurttaşlarım; Abdulrezzak Bey'in sevgisini? Her birinizden böylesi yüce sevgiler bekliyor, yerinizde duramamayı emrediyorum sizlere!
Abdulrezzak "asfalt olurum asfalt" diyerek tutsak sevdasını höykürürken bu defa:
_Duydunuz mu ey milletim, duydunuz mu? Nasıl da "yol yol, beton beton" demek istiyor Abdulrezzak Bey!
Yaptıklarımız ortada, biz betonla, betona yaptığımız yatırımla nice Abdulrezzak kardeşimin karnını doyurduk; bebelerine süt, biberon, bebek bezi ve maması dağıttık. Biz betona yatırım yaptıkça siz halkımız daha kaygan olsun, gerekirse simsiyah, rugani bir cilayla parlasın yollarımız diye resmen parelediniz kendinizi, yalan mı?
_Yalan mı?
_Yalaaann!
Yanlış anlaşıldık galiba, durun bir dakika, tersten sorayım!
Bir dakika dolmadan sordu genel başkan:
_Doğru mu?
_Doğruuuuuhuhuhu!
_Şimdi cevap verin! Parlatmadık mı?
_Parlattınız!
_Bir daha söyleyin!
_Paaarlatttınızzz, par par parr parrr!!
Yeter bu kadar yeter, mestane bakışlarınız, güçlü seslerinizle yetinsem de kâfi değil ey milletim! Bakın, bunu saymıyor; toplu şekilde çığlıklar atmanızı, neşenizi tıpkı Aldulrezzak kardeşim gibi kendinizi yerlere çalarak sergilemelisiniz!
_ Anlaştık mı?
Yavaş yavaş onca kalabalık, yerinden oynayıp bomba etkisine maruz kalırcasına havalara zıplamaya, zıpladıkça yana yatmaya, alanı iyice açmaya başladı. Nasıl olsa saha geniş, yayıldıkça yayılıyor ahali!
_Tekrar soruyorum: anlaştık mı?
_Anlaştıkkk ık ık ık!
_Bir daha duymak istiyorum!
Bu kez son hecenin ünlüsünde kalınlaşma oldu:
_Anlaaşşştıııkkk uk uk uk!!
İşte böyle, şimdi ılgıt ılgıt dönüşüyor, hepiniz birer Abdulrezzak Bey oluyorsunuz kardeşlerim...Aferin aferin!
Abdulrezzak; binlerce insanın önünde, sanki platformda, sanki kürsünün az gerisinde, sanki halka seslenen sesin sahibiydi. Ortalarda, arkalarda sıkışıp kalan tüm yüzler Abdulrezzak'ı aramaya koyulmuş, birbirini itip dururken Abdulrezzak bir anda genel başkanın yanında belirir, genel başkana taparcasına sarınır, dizlerine kapanır "asfaltın olayım, silindirle geç üzerimden, toz duman et beni" diyerek hayranlığı ve aşkının dozajını artırır. Durumdan rahatsız olduğu yönünde görüntü vermemeye kalksa da aslında rahatsız olur, bunu kalabalığa belli etmemeye çalışır genel başkan. Bir yandan da göz işaretiyle yanındaki dev korumalara "neden geç kaldınız, neden dizime kapanacak kadar izin verdiniz bu herife" diyordu.
Korumalar, Abdulrezzak'ı yerlerden paspas gibi toplayıp platformun dışına çıkartırken rolünü son derece iyi oynayıp bu defa "bırakın biraz daha bağırsın sevdasını, bırakın da düşman partiler sevda nedir, görsün" deyip oy avcılığının senaryosunu yazıp final sahnesini pekâla etkin oynatıyordu figüranlarına. Yolda görse Abdulrezzak'ın yüzüne bakmazdı. Abdulrezzak gösterişin ayyuka çıkıp indiği sahnelerden habersizken nereden bilecekti dönen dümeni? İyice narkozlanan, politik girişimlerden cüzi seviyede habersiz adam, kamera ortamından uzak yerlerde Allah'ın selamını verse tenezzül edip o selâmı dahi almazdı biat ettiği kişi. O derece tribünlere oynuyordu ki bakıp göremeyen gözlerin ferini kendine aşık ediyordu genel başkan. Hüzün dedin mi dram ustası kesiliyor, komedi dedin mi ağızlar kulaklara varıyor, rakip tanımıyordu.
Abdulrezak'ın sırtını, betonlaştırdıkları yumruklarıyla okşar gibi yapan korumalar, Abdulrezzak'la yüz yüze geldikleri daracık alanda çatık kaşlarıyla: "Sakın bir daha genel başkanımıza yaklaşma, fena olur" diyen mimiklere sahiptiler. Farkına varamıyor, düştüğü çukurun düzlük olduğunu sanıyordu platonik aşkına yenik adam!
Albulrezak'ı tekrar kalabalığın önüne geçirip sağı soluna iki koruma dikilmesi emrini veren kürsülerin kralı, kaldığı yerden sürdürdü konuşmasını.
_Nerede kalmış, ne demiştik en son? Hatırlayan var mı?
_Olmaz mı olmaz mııı!
Aynı anda müthiş bir orkestre düzeniyle yankılanıp tekrarlandı sesler:
_Yol yol, beton beton demiştiniz!
_Eksik söylemişiz! Sadece zeminden bahsetmişiz, ya zeminin üstü? İnşaat, gökdelen, üst geçit, aklıma gelmeyen daha nicesi var! Kimin için yaptık? Söylesenize kimin için?
_Bizim için!
_Tabii ki sizin için, kendim için yapacak değilim ya! Neyime bu vakitten sonra gökdelen, toprakdelen, taşdelen? Yaşım 79! Büyük Allah ömür verirse dün nasıl çaldıysam kapınızı, girdiysem evlerinize içtiysem halktan birisi sıfatıyla çayınız, kahvenizi yarın da içerim. Ben sizinle çay, kahve içen tek genel başkan değil miyim?
_Öylesiniz! Yolunuzda patinaj eden gönül araçlarımızla çile çekip refaha erenlerden olmayı nasip eylesin bize Yaradan!
Abdulrezzak gaza gelip yine bir hamle yapacak, koşup kapanacak başkanın dizlerine korkusuyla mesafeyi daraltıp kıskacı sertleştirdi korumalar.
Geri gitmek, koridor açıp kaybolmak istedi bir ân. Umutsuzluğa düştü, karamsarlığa kapıldı. Oysa yarım saat önce pohpohluyordu Abdulrezzak'ı başkan. Bu böyle olmayacak, bari susayım da bitsin miting diye düşündü. Sustu Abdulrezzak, neden sustun diyen olmadı kendisine, bir dönem ansızın parlayıp sönen ünlüler misali yitip gitti. Kime anlatabilirdi derdini, kim dinlerdi onu mahşeri kalabalıkta yeri göğü inleten GBP(Geliyorum Bekle Partisi) lideri konuşurken?
Susmak mı? Neden susacakmışım? Madem susturuldum, susayım da sıra bana mı gelsin? Mümkün değil, susamam ben! Fena hâlde kıstırıldım, setleri yıkmanın zamanı gelmedi mi? Bari taşkınlık edeyim de dışlasınlar, olay çıkardı gerekçesiyle miting alanının dışına atsınlar beni! Boynumu büküp kırıla kırıla, ezile ezile döneyim evime. Döneyim evime de mutlu başlayıp kâbusa dönen rüyamdan uyanayım!
Korumaları dövmeye gücüm yetmez, şu yanımdaki kısa boylu adama bir güzel dayak atayım da sürsünler beni buradan. Yumruğunu sıkıp tam yanındaki adamın suratına indiriyordu ki genel başkan seslendi:
_Albulrezzak bey; duyuyor musun beni?
Yeni bir nefes, sıfırdan bir bedene girmiş de ruhu dirilmişti sanırsınız. Tarife sığmıyor duyguları, taşıyor sel oluyor. Hani o mahzun duruşun altındaki agresif bekleyiş ve çok geçmeden yüzeye vuran kızgınlık nereye gitti? Aniden değişir ya insan, değişmiş, içi içine sığmıyordu. Huzmeler fışkıran, gülen gözlerinin içiyle yanıt verip "efendim" dedi. Zaten elini atsa dokunacak kadar yakındı genel başkana.
_Biz sevdiklerimizi böyle test ederiz. Önce neşelendirir, ardından üzer, en nihayetinde ağır basan taraflarıyla yine kendimize çekeriz. Bizim sevdiklerimiz suyla demirin yan yana gelmesi değil; paslanmaz, kırılmaz çeliğin kendisidirler. Tebrik ediyorum, bu yola çıktıklarımıza ne kadar da benziyorsunuz Abdulrezzak Bey!
Abdulrezzak'ın hemen sağındaki kadınlar kendi aralarında:
_Biz de bağırıyor, sloganlarımızı partimiz ve partimizin genel başkanı için sarf ettiğimiz ortadayken ellere var da bize niye yok? Haksızlıktır yapılan, başka ne olabilir ki?
Kadınların arkasından yükselen bir ses:
_Ne siz Abdulrezzak olabildiniz ne biz olabildik. Olamadık, başaramadık, olsaydık böyle olmazdı. Hepimizin renkleri, yüzleri, gövdeleri aynıyken onun her şeyi farklı!
_Neyi farklı ki neyi? Abartıyorsunuz, kabul edin, diyerek miting alanından ayrıldı kendi aralarında konuşup yeterli ilgiyi görmediklerini düşünen üç beş kadın.
Keskin nişancılar damlarda, dikkat çekmeyen araçlarda pazarcı kıyafetleri içinde, köşede simit satan adam gerçekliğinde, yolların başında, sonunda, beş yüz metre ötede yalnızlığa terk edilen çınar ağacının dalları arasında, karşılıklı minarelerin tepesinde genel başkanı tehlikelerden korurken yakın korumalar da sinsi emelle yaklaşmaya meyilli dost görünümlülerin kokusunu duyacak kadar genel başkanın dört bir yanındaydı.
Haydi gel de zalim hislerinle sür elini genel başkanımıza, sür de göreyim seni, cüretkârlığınla diz çöktürmeyi dene ona, yeter mi takatin buna yeter mi? Ölüm dahi irkilirken ondan sen bağnaz muhalif tavırların, ürkek adımlarınla ancak kendi kendini bitirirsin!
Boşuna iğne atmayın, yere düşmez! Dünya tarihinde böylesine sağlam, birbirine kenetlenen, uçsuz meydanları doldurup taşan insan seline rastlanmamıştır. Beyhude niyetlerinizin közünü harlamayın, yangına körükle gidenlerin adını anmayın. Varsa yoksa GBP(Geliyorum Bekle Partisi) ve onun lideri sayın genel başkanımız vardır. Yatın kalkın, dua edin, dua edin ki Mevla'm size başkanın en hasını layık gördü. Eksikliğini gösterme insanlığa Rabbim! O'nun yokluğu merhametin yokluğu, varlığıysa dürüstçe yaşamanın çokluğudur! Sen her daim onun çokluğundan faydalanmayı sağla ki, berekete şükretmenin kadrini bilsin kulların!
Genel başkan ve adamları yüzlerce koruma eşliğinde vatandaşın vergisiyle satın alınmış, değeri asgari 1 milyon TL'lik araçlarına binip bomboş trafikte yol aldı, parti genel merkezine geçip günü değerlendirdiler. Esasında bir saat sonra muhalefet partisinin yapacağı mitingi çözümlemek, halkın duruşunu tespit etmek için toplandılar.
Korumalar ve keskin nişancılar değişmedi, sadece yerleri değişti. Bu defa parti binasının çevresinde, çevredeki çatılarda yerlerini aldılar.
Genel başkan parti binasının camından dışarıya göz atma gayesiyle ayağa kalkınca yanındaki birkaç dalkavuk da hareketlendi. Başkan ne söylerse aynısını söyleyip önce ağızlarından çıkan ballı sözlerle ardından da kafalarını sallayıp onayladılar.
Meteoroloji yağmur yağacağını söylediği ve dalkavuklar bunu bildiği hâlde başkan "ne güzel bir hava hâkim, şu güzelliğe bakın, bugün yağmur yağmaz, öyle geliyor bana" dediği an dalkavuklar avuçlarını ovuşturup "doğrudur sayın genel başkanım, çok güzel hava var, bugün yağmaz" deyip tasdik ettiler.
Alzaymırdan koruduğu yönündeki bilimsel uyarıları dikkate alan genel başkan, günde muhakkak üç fincan şekersiz Türk kahvesi içer, yurdu ve gelişmeleri yakından takip ederdi. Bazen konuşmaz, yalnızca parmaklarını konuştururdu. Hangi parmağıyla neyi talep ettiğini iyi bilirdi dalkavuklar. Başparmağını kaldırınca yeşil çay, serçe parmağını kaldırınca ballı süt, işaret parmağını kaldırınca da şekersiz Türk kahvesi isterdi. İşaret parmağını kaldırır kaldırmaz dalkavuklardan birisi kapıdakilere sadece bir bakış fırlattı. Kapıdakiyse bir diğer kapıdakine...Zincirin halkaları neyin nereden başlayıp devam ettiğine son derece kuvvetli bağlarla alıştırılmıştı. Leb demeden anladıkları şey ne nohuttu ne badem. Vücutlar otomatikman leblebi diyordu.
Başkanın kahvesi geldi, usulca önüne çektiği kahveyi yudumlarken orta parmağıyla işaret etti başkan. Bu arada kalkan orta parmağının bir emri de muhalif gazetelerin neler yazdığıyla ilgili manşet değerindeki cümleleri işitmekti. Anında aktardılar.
Miting bitti, bol lokmalı sözlerin sonu geldi; kimsenin boş laflarla karnı doymadı. İcraatın ne de güzel bir nimet olduğunu anlamak için kâhin olmaya gerek yoktu. Evine ekmek götürebiliyor, erken emekli olup alacağın emekli maaşınla geçinebiliyorsan amenna! Bebekliğinden çocukluğuna ve sonra tüm yaş dönemlerini kapsayan zamanını harcadığın ülkende uğraşların boşa gitmemiş demektir. Aksi durumda ha yaşamış ha yaşamamışsın!
İşsizdi Abdulrezzak, kaç kere istemli istemsiz küfretmişti düzene, eline bir şey geçmemişti; fakat en azından öfkesini kusup içinde biriktirmemişti. Kimi anlarda işe yarıyordu zararsız öfkeler. İşe yaradığının bilinciyle bir daha küfretti biçâre bırakan düzene. Cebinde beş kuruş yok, iş yok güç yok, baltayı buldu da sapı bulamadı diyemeyiz. Ne baltası var ne sapı. Yaş 47, yuva kuramamış, evi kirada, yakında kış gelecek, doğalgaza bindirilecek zamdan kaçacak vücut ısısı da yok!
Ekmeği, zeytini, peyniri ıvırı zıvırı bakkala yazdırıp umutsuzca aralıyor evinin kapısını. Her zaman uzandığı koltuğa uzanıp televizyonu açıyor, magazin haberleri falan derken onlarca zenginin şatafatlı yaşamına tanık oluyor. Kim kimi düzmüş, kimin eli kimin cebine girmiş de çıkmamış belli değil. TV'lere çıkartılıp insan yerine konulan, gündem yaratsın diye konuşturulan, paraya boğulan üç kuruşluk ünlüler bağırıyor çağırıyor, bir yandan da parti genel başkanlarına yalakalık yapıyorlar.
Geçenlerde bakkal, veresiye defterine peyniri, zeytini, ekmeği yazarken söylemişti. Bazı varlıklı sayılabilecek tayfayla varlıklılar; üniversite okuyan, fakir, kimsesiz birçok kızla yatıp kalkıyor. Elli, altmış yaşlarında evli, üç beş çocuk sahibi, varlıklı bu şahıslar; parası olmayan, gurbetteki birçok kızın masrafını karşılıyor, elindeki dairelerden birisine yerleştiriyor, bedava kalması karşılığında kızın bedeninden yararlanıyor ve bunlar sonra ne yapıyor biliyor musun? Senden benden evvel camiye koşuyor, ramazanda orucun kıymetini anlatıyor, namertlere kızıyor, sövüyor sayıyor. Çok var memlekette böyleleri, almış başını gitmiş pislik; yatan yatana, kalkan kalkana. Sen de burada parasız pulsuz, bir kilo zeytin, bir kalıp peyniri deftere yazdırıyorsun.
_İyi de bunların camiye gitmeyeni, oruç tutmayanı yok mu? Ayıptır, neden hedef seçiyorsun dindarı vesaireyi? Hem o kaşarın kabahati yok mu, niye veriyor bedenini el âleme, namuslu yaşamak bu kadar mı zor?
diye sitem etti Abdulrezzak.
_Yanlış anladın birader. Hiçbir kesim ve kimseyle bir derdimiz yok. Öyle görünüp öyle olmayanların etkisi daha çoktur, daha fazla yaralar seni, beni demek istiyorum. Dini, kitabı, imanı kalkan seçip her haltı yiyenlerden bahsediyorum. Tabii ki bunların oruç tutmayıp namaz kılmayıp her türlü rezilliği yapanları da çoktur. Ama bu, seni ne kadar etkiler? Zaten hassas, günahı, sevabı düşünecek biri değil deyip geçiştirmez misin? Geçiştirilmiyor mu? Ahlâkın yalnızca dini inançlarla elde edilebileceğini sananların peşin hükmü mevcut değil mi Türkiye'de?
Kaşar meselesine gelince kısmen haklısın, kaşarı da çok bu memleketlerin; lakin niyetin bedelsiz yardım etmek olmalı, biçâreyi, meteliksizi ağına düşürmek olmamalı dedi bakkalın sahibi.
Evin içinde bir ileri bir geri, bir sağa bir sola, dön dolaş nereye kadar?
Kapatıp açıyor televizyonu.
Mitinginde yerlere yattığı genel başkan uzak bir ilde konuşma yapıyor, hemen hemen aynı vaatleri sıralıyor.
Hani iki günden beri ara ara düzene sövüyordu Abdulrezzak, ne oldu şimdi? Ne olacak yelkenler suya indi. Platonik aşkı seksi seksi işmar etti, bizim melül aşığın kalbini yine kavradı, aldı avuçlarına, okşadı, yoğurdu.
Yaparsan sen yaparsın başkası yalan, yaşa genel başkanım, paşa genel başkanım deyip durdu.
Albulrezzak övgülerini sıralamayı sürdürürken iki gün evvel muhalefet partisi tarafından ülkenin en kalabalık şehrinde düzenlenen mitingin videoları düştü TV kanallarına, internete. Geç düşse de mulalefet liderinin miting görüntüleri TV kanalları ve internete Abdulrezzak açtı kulaklarını, kulak kesildi söylenenlere!
Yarın Değil Öbür Gün Partisi(YDÖGP) liderinden başlıklar halinde, madde madde sunuldu vaatler:
_Bundan böyle kadınlarımız 48 erkeklerimizse 52 yaşında emekli olacak.
_Yurdun tamamında işsiz tek kişi kalmayana değin çabamızı sürdüreceğiz.
_Evsiz barksız işçi yurttaşlarım en geç 43'ünde daire sahibi olacak!
_İşten çıkarılmaların kat'i surette önüne geçeceğim.
_Emeklinin maaşı ek bir iş yapmayı gerektirmeyecek düzeyde doygun olacak.
_Tarım ve hayvancılık eski günlerine kavuşacak, yeni istihdam sahalarında mesut gençlerle üreten Türkiye'nin fişini prize takacağız,
dedikten sonra mevcut iktidara yüklenmeyi de ihmal etmedi YDÖG partisi lideri:
Sevgili televizyonları başında sıcağı sıcağına beni izleyen ya da mitingin tekrarını TV kanalları ve internetten izleyecek, şahsıma oy vermemiş kardeşlerim; daha bir iki saat evvel çıkıp sizlere bir dünya yalan söylemedi mi? Soluduğu her nefeste sizleri yarınsızlığa iten bu siyasi iktidara daha ne kadar tahammül edeceksiniz? Evinde işsiz oturan bekârlar, kiracılıkla boğuşanlar; evli, çocuklu işsiz hanımlar, beyler; mesela ne söyledi sizlere siyasi iktidarın sahipleri emeklilik yaşınız, kiracılığınız, yoksulluğunuzla ilgili? Yaranıza merhem olacak tek cümle çıktı mı ağızlarından?
Sevgili şahsıma oy vermeyen vatandaşlarım; yapılan büyük binalar, dikilen gökdelenler zenginlerin yuvasıdır, sen istesen de o kapılardan içeri giremezsin. Elinizdeki ilkokul, ortaokul, lise diplomalarıyla asla ve asla uğratmazlar sizi oralara, oraların kaymağını zenginlerin kendisi ve çevresi yiyecektir. Dolayısıyla dikilen gökdelenlerin sıradan yurttaşa açılacak herhangi bir kapısı yoktur. Oysa tarım, hayvancılık, fabrikaya yapılan yatırım karşılığını aldıkça istediğiniz bölgede gidip iş sahibi olabileceksiniz. Üç beş üniversiteden mezun olsan iyi derecede yabancı dil bilsen de her işin, işe kabulun belli bir yaşı vardır, geçirdin mi yaşını, işin bitti demektir. Kentlere diktikleri süslü yapılar, yarınları zeval görebilme ihtimali yüksek siz yurttaşlarıma destek olmaz, olsa olsa köstek olur. Bu yüzden bizler tarıma, tohuma, hayvancılığa yer veren projeleri hayata geçirmeye, vasıfsızı da ekmekle buluşturacak yeni fabrikaların açılmasına dönük sözler ediyor, sözümüzün arkasında durmayı vadediyoruz. Siz bilirsiniz, düşünün taşının!
Hem kentlerde artan beton sayısı sağlığımızla oynadığı kadar işimiz gücümüzle de oynadı.
Sesini çıkarmadan gözünü kırpmadan telefonundaki miting görüntülerini izleyen, YDÖGP liderinin sözlerini dinleyen Abdulrezzak:
_Sen mi yapacaksın tüm bunları? Senin düşündüklerini, Geliyorum Bekle Partisi(GBP) lideri, liderim düşün(e)medi, öyle mi?
Sen ve icraat! Eritemem, asla eritemem, bu iki kavramı aynı potada eritemem! Kusura bak veya bakma, senden bir cacık olmaz, senelerdir boş boş konuşmaktan gayri hiçbir eylemin yok ülkemizde! Sen ve işsiz yurttaş vaadi; kime yutturacaksın bu dolmaları? Ben yutmam deyip ön yargılarından yakasını kurtaramadı Abdulrezzak.
Muhalif çıtırtıya dahi hazmedemeyen Abdulrezzak, o günün akşamında bakkala koştu. E yiyecek içecek da, nasıl ayakta kalacak, açlıktan mı ölsün!? Bana sorarsan gebersin dedi uzaklardan gelen bir iç ses! Gebersin de gerçekleri görmek isteyenlerin önünde holiganca tavırlarıyla engel oluşturmasın diyerek ekledi.
Bakkal kızmaya başladı. Adamın oğlu da diğer gençler gibi işsiz, üstelik üniversite bitirdi, aylardır iş bulamıyor, kaç firmaya gittiyse üst düzey İngilizce istediler, çocuk öğrendiği İngilizce'yle iletişim kurabiliyordu, daha ne olacaktı?
_Bak Abdulrezzak kardeş; defteri iyice kabarttın! İşin gücün yok, bir yere kadar anlar, sabrederim sana; fakat siyasi iktidara toz kondurmayışını anlamam, kesinlikle sana hak vermem! Madem bu adamlara, yani GBP lideri ve çevresine laf söyletmiyorsun o zaman git yiyeceğin, içeceğini onlardan karşıla kardeşim! Ya muhalif olacak, bu Lale Devri şatafatını sonlandırmak için çırpınacaksın ya da buraya gelip hırsızı, arsızı, milletini soyup soğana çevirenleri savunmayacaksın. Tekrar söylüyorum: madem ülkenin ekonomik durumu seni rahatsız etmiyor, otur evinde gökten yağsın sana istediğin kadar para!
Son kez yazdı veresiye defterine borcun tutarını bakkalın sahibi, artık başının çâresine baksın diyordu Abdulrezzak için.
Yakınmıyor, şükrediyor; yaz tahtaya diyorsun. Tahtaya yazdığımı ne zaman alacağım da meçhul. Oğlum perişan durumda, onca yıl boşa okudu; Suriyelisi, Iraklısı, Afrikalısı...geldi, vatanımda iş yeri açtı, patron oldu, hiç olmayanı işçi oldu; ama benim oğlum tarümâr oldu! Yok arkadaş yok, ya tuzun kuru olacak gıkını çıkarmayacaksın ya da seni yakanın kim olduğunu bilip elindeki közü alıp söndüreceksin!
Sınırlarımız, kilit noktalarımız alt üst olmuş, Dingo'nun Ahırı'na, kevgire dönmüşken bu ve bunun gibilerin arka çıktığı iktidarlar sözde yükselen yaşam standartlarından bahsediyor. Nerede huzur, nerede herkese hükmeden adalet, yazıp çizemiyorsun istediğin gibi, eleştirirken bile mahlaslar falan kullanıyorsun! Belden aşağı değil, salt yukarı konuşuyorsun, keserim sesini diyorlar. Kim vurduya giden bu hukuk çizgisiyle nereye varırız soruyor musun? Ne sorması, aklından bile geçmiyor! Karnın acıkınca buraya gelmesini biliyorsun, gelme gelme! Açlığın susuzluğuna, mutsuzluğuna sebep kim, hâlen kestirememişsen veya işine gelmiyorsa gelme gelme, adımını atma dükkânımdan içeri diyerek biraz da kendi içindeki dava adamına haklı isyanını sundu bakkalın sahibi.
ABDULREZZAK'A SON KEZ NE SÖYLEMEK İSTERSİN
Abdulrezzak'ı sokaklara taşıyan, aklı, duyguları ve düşlerini büyük bir umuda bağlayan güç kimin gücüydü? Yürüdü dağlar, taşların arkasından, dünyaya bir fotoğraf bırakacak, fotoğrafta bir eş iki de çocuk, hepi topu çekirdek aile olacak, yaşayacak, ölecekti!
Fotoğraflar hakiki değilmiş meğer; bazı şeyler dokununca rengini kaybeder, büyüsünü yitirir, çizgiler derinleşmez nice yüzde, ne kadar eğilip baksan da mana bulamazsın. Taş gibidirler, buzuldurlar, hep mi hep soğukturlar, erimezler! Erirlerse görürsün elbet en alttaki gerçeği. Yüzeyden verirler verecekleri mesajı ve sen doğru yerdeysen verilen mesajdaki bayağılığın farkına varırsın.
Çıkarları varsa aynıdır insanlar, ayıramazsın Abdulrezzak demek isterken vazgeçiyor, ayırırsın diyorum. Eski karın üstüne yağan yeni kar gibidirler, fark edemeyip tehlike anına kadar dengeyi koruduklarını bilemezsin. En küçük sarsıntı, gürültüde çığa dönüşür, zeminden beslenir, güç alır, paralel yönde ilerler, paralel bir kızağın kaygan seyrini takip ederler.
Nedir insanları insan olmaktan uzaklaştıran sinsi iksir? Felsefeleri, inançları, itikatlarındaki değişimin sebebi ne, anladın mı? Elmas değerindeki bağlarından incelip incelip kopmalarındaki gerekçeyi sezinleyebildin mi? Mesela acıyor mu bir yerlerin? Yok diyemezsin, kendi tezini çürütmeye meraklı olsan da kimseye inandıramazsın bunu. Hafif belirtilerle başlar sızın. Yer yer gördüklerin etine batan bir kıymığı andırır, zamanla yükselir ağrının şiddeti.
İnsan Allah'a iki kere inanmaz! Vardır dersin, taparsın olur biter. "Aynı suda iki kez yıkanılmaz" demeye ne kadar benziyor, öyle değil mi? Niçin üç, dört ya da beş demediler de iki ile yetindiler, düşündün mü hiç?
Çünkü her tekrar bir öncekinin aynısıdır. İkinci, üçüncü, milyon kezi de aynıdır. Kandırılmaya meyil verdin, kabul et. İki ile başladın, şimdi sonunu getiremiyorsun. Suç kürsülerdeki esrarlı sesin mi, yoksa aynı suda iki değil, beşinci, onuncu kez yıkanmaya sevdalı şahsının mı?
Seçtiğim özel isim incitmesin seni, her bir özel isim sadece semboldür. İşaret edebileceğim birisi değilsin aslında. Şayet üzerine alınmak gibi hassasiyet yaratacaksan peşin peşin söyleyeyim: "Engin" yaz öykünün başına, tüm eylemlerde benim adımı oku, eğer o kişi bensem aynı suda iki ve daha çok yıkanmaya meftunsam zaten sonuç değişmeyecek!
Dünyaya bir kez gelip bin kere ölmeyi seçmişsem istediğin kadar müdahale et, bininci kezden önce yaşamayı beceremem ben! Anladın sen!?
Engin Yeşilyurt
22 Nisan 2020