İnsan sermayesi, tek tek insanların üretim kapasitelerinin ölçüsüdür. Bir ülkede ortalama insan sermayesi 10 ise, bir milyon kişinin insan sermayesi on milyon olur. Sosyal sermaye böyle değil. Tek kişinin sosyal sermayesi her zaman sıfır. On milyon kişi de tek tek ele alındıklarında yine sıfır... Robinson Crusoe'nun sosyal sermayesi, Cuma ortaya çıkıncaya kadar sıfırdır. Cuma'nınki de öyle. Sosyal sermaye bir araya geldiklerinde doğuyor. Toplum sermayesi toplum varsa var.
Demokrasi mafya ahlak kalkınma sosyal sermaye
12 Eylül partileri: Adamıni bul…
Sosyal sermaye yan yana duran insanların ilişkisinden doğuyor. Bu yüzden onu tarif ederken "yatay", "ufkî" sıfatlarına başvuruluyor. Muhasebeye giren çokluklarla cebir yapılır. Sermayenin artı işaretlisi gibi eksi işaretlisi de vardır. Sosyal sermayenin de var: Düşey, otoriter ilişkiler, metbu-tabi, himaye eden- himaye bekleyen (patron-client) münasebetleri sosyal sermayeye eksi işareti ile giriyor. Siyasiler büyük veya küçük rüşvetler dağıtıyor, alttakiler ayrıcalık, torpil arıyorsa… İnsanların yüksek yerlerde "adamları" varsa, veya bir iş yaptırabilmek için "adam" arıyorlarsa… Hani rahmetli Celal Şahin'in o güzel Karadeniz şiveli tavsiyesindeki gibi:
Adamıni bul, adamıni bul…
Adamıni bulamazsan,
Madamıni bul…
kültürümüzse, o zaman sosyal sermayenin burnu aşağı dikiliyor ve cemiyet sermayeden yemeğe başlıyor.
Toplum sermayesinin önemli bileşenleri güven, değerler, cemiyetler, sosyal ağlar, sivil toplum kuruluşları. Siyasî parti teşkilatları da cemiyetlerden sayılabilir; bir şartla ki onları ayakta tutan bağlar yataysa, aynı değerlere, ideallere, programlara bağlılık hisseden insanların bir araya gelmesiyle parti aşağıdan yukarıya doğru kurulmuşsa, eşit insanların yan yana kenetlenmesiyle yükselmişse. Tepeden aşağı bağlantılarla ayakta duran ve genellikle menfaat ağı görevi gören siyasî partiler de mümkün. Bizdeki 12 Eylül partileri böyle… Yatay başlayıp bir diktatörün el koymasıyla dikey hale gelen kurumlar da var.
Kuzey İtalya ahi cumhuriyetleri
Geçen yazıda bahsettiğim Putnam çalışmasında belirtildiği gibi İtalya'nın kuzeyindeki kalkınmış şehirlerde, Floransa, Venedik, Bolonya, Ceneviz, Milano, Siena ve benzerlerinde sosyal kapital depoları zengin. Mezzogiorno denilen Güneyde, Napoli, Sicilya, Sardunya ve benzerlerinde ise depolar boş. Putnam ayrışmanın 11. asırda başladığını söylüyor.
11. asırda Kuzey ile Güney arasında fazla bir refah farkı yok. Varsa Güney'in lehine. Her iki bölgede de feodal çekişmeler gırla. Derken Güney Norman istilasına uğruyor ve bölge zaptu rapta alınıyor. Norman barışı altında çıt çıkmıyor.
Kuzey gerek iç çatışmalar gerekse dış tehditler karşısında kendi göbeğini kesmek zorunda kalıyor. Bölgelerde ve yeni büyümeğe başlayan şehirlerde vatandaşlar bir araya gelip bağlılık antlaşmaları imzalıyorlar. Saldırıya, hırsızlığa, haydutluğa karşı şehirlerini birlikte savunacaklar, zora düşenlere yardım edilecek, birlikte çalışacak, birlikte eğlenecekler. Bu anlaşmalar zaman içinde loncalara, sonra lonca federasyonlarına, konfederasyonlarına dönüşüyor. Bizim Ahi Cumhuriyetleriyle benzerlik var. Zaman bakımından da birbirlerinden çok uzak çağlar değil. Şehirler büyümeğe başlayınca eski feodal zenginlerle şehirli seçkinler kaynaşıyor ve birlikte yönetiyorlar. Vatandaşlar şehir yönetiminde yarı zamanlı da olsa görev alıyor. Siena gibi 5 000 erkeğin yaşadığı bir şehirde 860 kişi yarı zamanlı şehir görevlisi olabiliyor. Daha büyük şehirlerde binlerce kişilik şehir meclisleri var ve hemen bütün üyeler tartışmalara katılıyor.
Her yer hain dolu
Güney'de Normanlar Baronlardan vergi alıyor, Baronlar halktan. Halk Baronların, Baronlar Normanların gözüne girmeğe çalışıyor. Herkesin gözü bir üstte ve yukarıya baktıklarında birilerinin poposunu görüyorlar çünkü o yukarısı da kendi üstüne bakmakta, aşağıya veya yanına değil. Yatay yakınlaşmalar yok. İnsanlar yukarıdan gelecek nimetleri için birbirine rakip. Yanındakine yaklaşmaktansa onu hain diye bir üste ihbar etmek daha akıllıca. Böylelikle üstten gelecek lütufların dağıtılacağı ortak sayısı da azalıyor. Günümüzün parti teşkilatlarına benziyorlar. Şereften anladıkları lidere sadakatten ibaret. Bu yol sonunda mafyaya çıkıyor.
Kuzeyde karşılıklı güven, dayanışma ağları, esnaf loncaları kredi kuruluşlarına ve ortaklıklara dönüşüyor. Tek tek esnafların altından kalkamayacağı bir proje mi düşünüldü: loncaları kuran anlayış ve ruh, böyle büyük işler için şirketler halinde teşkilatlanmayı, ortak gemiler donatılmasını, bu gemilerin Çin'den Grönland'a ticaret seferler yapmasını sağlıyor.
Kalkınmadan modernleşme
Güney'de babalar oğullarına, "Evladım" diyor, dünya kötü. Sakın kimseye güvenme…" Bir mafya ailesi çocuk yetiştirirken baba çocuğu bir duvara çıkarıyor ve "at kendini aşağı" diyor, "at, ben seni tutacağım." Çocuk atlıyor ve yüzüstü kapanıyor. Ders: Babana bile güvenmeyeceksin! Güvenmiyorlar ve asırlar boyu ve bugün de fakirliğe mahkûm oluyorlar. Atasözleri bile uygun: "Komşunun evi yanıyorsa suyu kendi evine götür." Paris bombasında taksiler yaralıları bedava taşıyordu. Yeşilköy'de bazı şoförler sadece yabancıları ve 100 dolara taşımışlar. Ahlâk? Ahlâkla bunun ne alakası var; ahlâk apış aramızdadır!
Asırlar geçmiş. Nomanlar yıkılmış, Habsburglar, Burbonlar gelmiş ama yapı değişmemiş. Baronların, sonra da Mafya'nın hâkimiyeti devam etmiş. Bir araştırmacı, Anthony Pagden, bu yabancı egemenlerin "tebaalarında sistemli şekilde karşılıklı güvensizlik ve çatışmayı teşvik ettiğini; düşey bağları, muhtaçlığı ve sömürüyü devam ettirmek için yatay bağları ve dayanışmayı tahrip ettiklerini" söylüyor… Napoli gibi şehirler büyümüşler ama Fukuyama'nı tabiriyle, "kalkınmasız modernleşme" mekanizmasıyla. Napoli, memurlardan, hizmetliler, hizmetkârlar, papazlar ve dilencilerden ibaret.
Kuzey daha bir Avrupa'nın ortası… Veba salgınları, Fransızlar, Almanlar… Zaman zaman işgaller, yakılıp yıkılmalar. 16., 17. asırlarda bazı kuzey şehirlerinin nüfusları yarıya, üçte bire düşüyor. Fakat sivil toplum hafızası her zaman var ve felaketler geçer geçmez geri geliyor. Bir toplum hürriyeti ve demokrasiyi bir defa öğrendi mi bir daha unutmuyor. Şüpheyi ve tabi olmayı da…
Putnam, Kuzey- Güney farkını anlatmak için Makyavel'in bir sözünü naklediyor: "Kitlelerin ahlaksızlaşmadığı bir devlette yönetmek kolaydır. Eşitlik varsa prenslik kurmak imkânsızdır, eşitlik yoksa Cumhuriyet kurulamaz."
Prof. Dr. İskender Öksüz yazdı: Babana bile güvenmeyeceksin!