Komşular demişti öğretmenleri ama öğretmenleri Yunanistan, Bulgaristan, İran, Irak, Suriye'nin yanında Azerbaycan, Nahcivan, Ermenistan ve Gürcistan'dan da bahsetmişlerdi ama burada onları göremiyordu. Onların yerinde S.S.C.B diye garip harfler vardı. Elini tam o harflerin olduğu yere getirerek dedesine sordu.
Otogarda otobüsten indiklerinde kar durmuş gibiydi sokaklar sessiz, sakin adeta in cin top oynuyordu. Güneş tam batmak üzereydi en çokta bunu seviyordu ama o yüksek binalar önüne geçmeseydi daha güzel olacaktı.
Halbuki; binalar en fazla üç veya dört katlıydı ama sevmiyordu işte hep istasyonun oradan geçseler trenle gelip gitseler ne güzel olacaktı. Zaten ilçeye aile büyüklerini ziyarete için arada bir geliyorlardı. Hem istasyonun oralarda yüksek binalarda yoktu sadece istasyon binası ve onun yanında uzun tahıl siloları vardı ondan sonra gözün alabildiğine tren yolu uzayıp gidiyor en sonunda tek bir çizgi kalıyor ilerisi dümdüz ova oradan güneşin batışını seyretmek daha güzel oluyordu en ufak bir yükselti dağ, tepe hiçbir şey görünmüyordu. Küçük çocuk böyle düşünceler dalmış yürürken ani bir sesle irkildi.
Annesi;
"Hadi biraz hızlanalım hava kararıyor" dedi.
Biraz hızlandılar eve yaklaşmışlardı ilerdeki Türkmen Bilal'in evinin köşeyi döndükten sonra ev görünecekti. Evlerin sarı ışıkları pencerelerden görünüyor uzun kavak ağaçları rüzgardan bir o yana bir bu yana sallanıyordu. Evlerin çoğu bahçeli olduğundan sanki, bahçe sınırlarını belirlemek için nizami bir şekilde dikilmiş her evin avlusunu çeviren kavak ağaçları vardı.
Hava kararmadan eve gelmişlerdi dış kapının telini çekip açtıktan sonra az ilerde sofada küçük Oğuz'un dedesi Gederet'li Osman ağa belirdi. Yıllarca kazma, kürek tutmaktan, kerpiç kesmekten sertleşmiş, nasırlaşmış elleriyle küçük Oğuz ile kardeşi Deniz'in kafalarındaki şapkayı çıkardı saçlarını okşadı. Kalın sesiyle kızına seslenip;
"Hadi ne dikilip duruyon orda geçsana içeri yav" dedi kızı eve yönelmişken ardından ekledi;
"Kavak, yaprağını tepeden dökerse kış çok olur." "Derler eskiler gerçekten doğru söylemişler baksana kavaklara" dedi.
Kavaklara baktılar hakikaten hepsi de yapraklarını tepeden dökmüşlerdi. Demek ki bu sene kış uzun olacaktı. İçeriye girip selamlaşma faslı bittikten sonra yemek için damadı bekliyorlardı. Biraz sonra o da geldi. Yer sofrasına konan bulgur pilavıyla nohut yemeğini afiyetle yiyip çaylarını içerlerken bir yandan da soba çıtır çıtır yanıyor arada bir hiddetlenir gibi olursa altını biraz kısıp üst kapağını yarılıyorlardı.
Bu arada küçük Oğuz yine her zamanki yeri olan sedire oturmuş duvarda asılı olan duvar halısının üzerindeki geyikleri uzaktan incelerken gözüne yeni bir şey ilişti dikkatle ona bakıyordu. Okulda öğrenmişlerdi haritaydı bu Türkiye haritası ayağa kalkıp ona doğru yönelirken yerdeki çaylara dikkat ederek haritanın olduğu yere geçti. Memleketini Konya'yı arıyordu onu bulması kolay olmuştu okulda öğretmenleri göstermişti tam ortada Başkent Ankara'nın altındaydı sonra bir hevesle şimdi de bulunduğu ilçeyi Çumra'yı bulduktan sonra rahatlamıştı. Tam yerine geçecekti ki başka bir şeyler daha vardı haritada altındaki çizelgelere dikkatle baktı bir şey anlamadı. Okulda öğretmenleri sadece Türkiye'yi göstermişti ama burada başka ülkelerde vardı. Sonra birden hatırlar gibi olmuştu.
"Başka ülkeler" dedi kendi kendine evet evet başka ülkeler…
Komşular demişti öğretmenleri ama öğretmenleri Yunanistan, Bulgaristan, İran, Irak, Suriye'nin yanında Azerbaycan, Nahcivan, Ermenistan ve Gürcistan'dan da bahsetmişlerdi ama burada onları göremiyordu. Onların yerinde S.S.C.B diye garip harfler vardı. Elini tam o harflerin olduğu yere getirerek dedesine sordu.
"dede burası neresi?" diye.