Faşist dikta rejimleri hariç, hukukta apaçık bir kural vardır: Müddei, iddiasını ıspatla mükelleftir. İki örnekle müddeinin nasıl da müfteriye dönüşebileceğini görelim:
1. Bir kişi düşünün ki, Türkiye Cumhuriyetinin değerlerine gönül vermiş bir Türk milliyetçisi olduğuna tanıyan kimsenin şüphesi yok. Üstelik iktidarın kerli ferli bütün tayfası kendisini yakından tanıyor. İktidar ker-lilerinin törenle açtığı bir üniversitenin lokanta ve kantin işletmesini bedeli neyse ödemiş, işletiyor. Gün gelmiş hükümet o üniversiteye resmen ve alenen çökmüş. Hukukî gerekçe belirtilmeden üniversiteye çökerken lokanta-kantin işleten şirkete de çökmüş. Öyle ki, çatal-bıçağını bile vermiyor. Gerekçe? Üniversite FETÖ'cülerinmiş. İyi de; o üniversite kurumsal olarak bir suç işlemiş mi bilmiyoruz. Varsa, bunu ıspatlamak bağımsız(?) yargının işi… İyi de; siz, ne istedilerse verdiniz. Milletin vergisinden, milletin iradesinden. Biz ise istedikleri bedeli verdik, lokanta işletiyoruz. Suç bunun neresinde?.. İddia makamı bu lokantayı işleten kişinin FETÖ'cü olup olmadığının peşinde değil. Diyor ki: FETÖ'cü olmadığınızı ıspatlayın, mallarınızı geri verelim. İyi de; hukukun temel ilkesi? FETÖ'cüysek bunu sizin ıspatlamanız gerekmez mi? Yok, sen ıspatla! A be müddei abiciğim; benim gazetelerde, sosyal medyada Nurculuk ve Fethullahçılık üzerine yazdığım yazılar ortada. Sempozyumlarda bilimsel bildiri de sundum. Ben bunları yazar, konuşurken, siz "Ergenekoncu" deyip gazetenin kapanmasına neden olmadınız mı? Bugün nasıl oluyor da ben FETÖ'cü oluyorum ve mallarıma el konuyor? Tamam, çok lazımsa çatalları alıp kulağınızı kaşıyın, bıçakları alıp kanınızın ne kadar AlBayrak aktığını göstermek için damarınızı deşin. Ama aklı-mantığı, ilmi-irfanı, tarihsel gerçekleri hiçe sayıp oranızdan buranızdan "fiilî" (yani yasadışı) durum yaratırsanız, adaletin müddeisi değil, tarihin müfterisi olursunuz. (Bu durum için çok özlü sözlerim var ama bu yazıda küfretmeyeceğim.)
2. İddia odur ki; Y-Anayasa kabul edilir, Başkanlığa, yani tek adamlığa geçersek çok daha iyi olacak. Ne? Ne zaman? Nerede? Nasıl? Neden? Kim? Bu soruları sadece gazetecilerin sorması gerekmiyor. Herkes sormalı. EVET dememizi isteyen ve "Her şey güzel olacak" diyen müddei (bu durumda çoğul), HAYIR diyeceklerin neden neticenin facia olacağını ıspatlamasını istiyor. İyi de; "iyi olacak" diyen sensin, sen iyi olacağını ıspatlasana?!
Başkanlık taslağı ortada; Bütçeyi Başkan belirliyor, yasaları reddedebiliyor. Kafasına göre "Kanun Hükmünde Kararname" çıkarabiliyor. Her şeyi geçtim, Başkan, yeri geldiğinde kendisini yargılayacak yargıçları atıyor. Özetle Y-Anayasa yeni bir fiilî durum yaratıyor: Başkan istediğini asar, istediğini besler… (Bir de bu evetçilerin bulanık bir beyni var: Hem Padişahlıkla yönetilen Osmanlıyı yüceltiyorlar hem manda ve himayecileri, hem Yunan uçaklarıyla "teslim ol" çağrısı atan İskiliplileri yüceltiyorlar hem de Atatürk Cumhuriyetinin demokratik olmadığını söylüyorlar. Nasıl bir kafaysa, daha çok demokrasi için tek adamlığın daha iyi olacağını öngörüyorlar. Bu yazıda küfretmeyeceğim için uygun ifade arıyorum: Atatürk, milletin tebaa değil yurttaş olmasını dilemiş ama millî irade tarafından seçilmemiş bir demokrattır. Demokrasi tarihinin kadına seçme ve seçilme hakkı tanıyan ilk diktatörüdür(!). Bugün saygı ve minnetle anılıyor. Çağının seçimle gelen Mussolinisi bugün nasıl anılıyor? Ya seçimle gelen Hitler? Seçimle gelen Saddam kimlerin rahmetiyle anılıyor?)
* * *
Biz, yani "Ya istiklâl ya ölüm!" diyen Türkler, bunu sadece işgalcilere karşı söylemiyorduk ki, Cumhuriyeti kurduk ve sonra da demokrasiye geçtik ki birbirimize de kul olmayalım. Bizi, çok devlet kurup batırmakla suçluyorlar ki, haklılar. Ama düşününüz; kula kulluğu seçip devrimciliğimizden ve özgür irademizden her vazgeçtiğimizde, softaların her oyununa geldiğimizde batmaya yüz tutuyor, her "kula kul olmayız" dediğimizde kendimizi ve devletimizi tekrar inşa ediyoruz.
"Kanlı mı olacak, kansız mı?" Yobaz dikta rejimi, yer yer kanla soslanarak "demokrasi ve millî irade" kılığında geliyor. Şu da var ki; Türk'ün bütün istiklâl hamleleri çok kanlı olmuştur…
* * *
"Bize bir gençlik lazımdır. Temelinde cehalet, duvarlarında riya, tavanlarında dalkavukluk bulunmasın." (Hüseyin Nihal Atsız).