Rüzgarlı ve her zamankinden soğuk olan bu gecede kendini olabildiğince korumak istiyor. Kül olmuş odunların içine kadar sokuluyor. Yanan küçük ateşi beslemek için yanında getirdiği odunları ateşe atıyor. Alevi besledikçe çatırdıyan seslerle birlikte gözüne, kulağına zihnine ve ruhuna huzur geliyor.
Onu tanıyanlar yaptığı kutsal yolculuklardan, büyülerinden tüm cihanı kontrol edebilirmiş gibi bahsetselerde çoğunun palavra ve saçma olduklarının farkındaydı. Yardıma ihtiyacı olan zavallı halkı için şamanların sözleri öte alemden gelmekteydi.
İnsanları ve onların sözlerini düşünme zamanı değildi. Bu yolculuğu neden yaptığını onca çileye katlanmasının sebebinin tabiattaki kutsal ruhlarla etkileşime geçmek olduğu zihnine geliyor hem de karmaşık bir anıyla.
"Hayır, hayır ben bu değilim."
O anda bunu kendine söylediğini sanıyordu.
İlerideki koyu bir kayanın ardından gülme sesleri geldi, derin ve hırıltılı bir şekilde
"Daha dur sana bir şey diyemedim." dedi ses bir anda kanat çırpınması gibi sesin ardından gecedende koyu kıyafetleriyle bir adam yanındaydı. Yüzünün buz gibi beyaz teni gözüküyordu ama bezlerle sarmalanmıştı.
Şaman dehşet içindeydi
"Sen de kimsin ey garabet ruh," dedi çekinerek.
"Bu tepe bana ait ismimi bilmesende beni anmayı unuttun."
Simsiyah dudaklardan çıkıvermişti bu sözler.
"Şu dilenci şamanı rahat bırakın ey ruh."
"Sabah tepenin ardından gelişinden beri seni izliyorum. Dünyada sahipsiz orman bile yoktur buranın sahibine armağan vermen gerekirdi."
"Tüm yemeğimi sana bahşediyorum ey azametli olan."
"Hediyeni artık kabul edemem sen de biliyorsun."
"Sana nasıl hizmet edebilirim?"
"Gitmene izin verecek olsam, saygısızlığa izin vermiş olurum."
"Kutsal sözlerim yanınızdadır."
"Gücüm seni defalarca aşar, bazı şeyleri önceden bilmelisin."
"Merhamet... Merhamet edin."
"Yargılamanı bitirdim bile cezan bu gece verilmeyecek bugün bağışlandın, dördüncü gün nihai hükmümü duyacaksın."
Bir anda kaybolmuştu ulu ruh, gittiğinde etraftaki dehşet duygusuda hışırdayan ağaçların arasında kaybolurmuşcasına dindi. Bu sessizliğe rağmen ölümün korkunç endişesi vücudunu kapladı.
"Artık buradan gidemem beni buraya bağlar, şimdiden o afsunlu büyü sözleri beni etkilemeğe başladı. Kim bilir benim için ne tür hileler hazırlamağa başladı."
Birden ayağa kalktı, şaman ya çabuk kendine gelmişti ya da korkusunu azaltmak için davuluna vurmağa başlamıştı. Düşünmeye başladı, yaşadığı her şeyi reddediyordu.
Yüce ezgiyi duymak isterdi o deruni tınıyı. Ruhunun yaşamdaki kutsallığı bulmasını isterdi. Oysa bu üst düşünceye bedeninde açtığı yaralarla ulaşabileceğini ve bu işkencenin onu yücelttiğini düşünürdü.
Bu uzun gecede yıllardan sonra ilk defa tuttuğu ritmin bir görü oluşturduğunu hissediyordu, hatta bu hayalimsi görüntünün içindeydi.
Hayalden öteye çıkmış gerçeklikle sarmalanmış bu görüntüler onu yere düşürürcesine vücudunda irkilmelere neden olmaya başladı. Şunları söyleyiverdi:
"Güneş aydınlatıyor şimdi bozkırı ve de birbirini takip eden atlıları. Nal sesleri ve haykırışlar yaşam yokmuş gibi gözüken bozkırda, efendilerini bildiriyor. Sanki yaşıyormuşsunuz gibi kanınızı döküyorsunuz diyor bozkır kendisine ait olan her şeyle.
Sancaklar ve tuğlar havaya kalkıyor erlerin ellerinden. Buraların cengaverleriyiz biz, öldürende, koruyanlarda biziz diyor. Yaylar gerilip oklar peşisıra havaya atılıyor."
Öylecisine bitiyor bu büyülü anlar.