O kadar darbe karşıtı yiğitler ki 28 Şubat'ta Erbakan Hükümeti muhtırayı yiyince gemiyi ilk terkedenler onlar oldu ve "Yenilikçi Hareket"i başlattılar. O hareket evrildi, AKP oldu. O hareketin ABD derin devletinin düşünce kuruluşlarında ne konferanslar verdiği, Yahudi cemaatleri tarafından nasıl "Üstün Cesaret Ödülü" aldıkları tarih oldu ve unutuldu gitti. (İktidarlarında 28 Şubat'ın paşası Büyükanıt'ı neden zırhla ödüllendirdikleri de halâ muamma).
40 yıllık hocaları Erbakan muhtıraya maruz kalmış, iktidardan indirilmişti ama hiçbiri, adına "postmodern darbe" denilen hadisede tankların üzerine çıkmamış, ilk iş gemiyi terketmişlerdi. Bugün "milli irade" diye methiyeler dizilen halk da terketmişti Erbakan gemisini. 2002'de 40 yıllık ideallerine(?) rağmen sattılar "milli görüş"ü.
Erbakan ve yakın arkadaşları hep mesafeli durmuştu Fethullah hareketine. Hatta sık sık sürtüşüyorlardı. Meselâ The Cemaatçiler, "milli görüş"ün arka bahçesi sayılan İmam Hatiplere çocuklarını göndermiyordu. "Milli görüş" satışından sonra iktidara gelen "Yenilikçiler" ilk iş 28 Şubat sonrası ABD'ye kaçan Fethullah'la işbirliği yaptılar. Erbakan geleneğine tamamen aykırı bir gelişmeydi. Erbakan AKP'yi "İsrail Projesi" olarak anlattıkça eridi ve sanırım gözü açık gitti.
Erbakan'ın "milli görüş"ünün hep mesafeli durduğu Fethullah, Erbakan Hükümetine "Beceremiyorsunuz, artık bırakın" derken, Erbakan bırakmıyor ama hemen sonrasında Yenilikçiler bırakıyordu... The Cemaat okullarının resmi açılışlarına katılanlar, methiyeler dizenler, "Hoca efendiyi çok özledik" diyenler, Cemaatin istediği her şeyi verenler, The Cemaati eleştirenleri hakaret ve küfür karışımı bir tonla lanetleyenler ve iktidarlarına fiili ortak yapanlar işte bu Yenilikçi APK'lilerdi. Hatta önemli makamlara cemaatçilerin getirildiğini ve kadrolaştıklarını söyleyenlere "buna kargaların güleceği" cevabını veriyorlardı.
FBI savcılarının Ergenekon ve Balyoz savcılarını eğittiği ortaya çıkınca Adalet Bakanlığı bunu yalanlayamıyor, zamanın Başbakanı da "ben bu davaların savcısıyım" diye kükrüyordu. Savcısı olduğu davalarda birçok vatan evladı mahpusta yaşamını kaybetti. Kimisi 5-6 yıl yattıktan sonra hastalanıp çıktı. Uzatmayayım, siyasî ve ahlâkî münafıklar dışında o yaşanan sürece takla attıran yok.
Rivayet çok ve tam olarak aydınlanmadığı için bahsetmeye de gerek yok. Şahsi kanaatim, AKP'nin askeri ve sivil bürokraside kendi adamı olmadığı için 11 yıl boyunca The Cemaatçileri kullandı. Sonra da, önce liberalleri uzaya fırlatılan bir aracın bir parçasını bırakması gibi bıraktılar. Artık gerek görmemiş olacaklardı ki The Cemaate de aynı muameleyi yapmaya kalktılar. Bahanesi de "dershaneler" oldu. Derken 17-25 Aralık patlak verdi. Bütün karineler bir yana "iftira, düzmece" diyenler, polisin yerleştirdiği iddia edilen valiz dolusu paraların neden faiziyle geri alındığına cevap verememektedir. Tape denen kayıtların uyduruk olduğuna dair ortaya sunulan argümanlar ise sadece güldürü niteliğinde…
* * *
Bir devlet adamının "kandırıldık" deme lüksü yoktur. Bunu dediği an istifasını da sunmalıdır. Vatandaş kandırılabilir ama devlet adamını kandırılamaz bulduğu için o makama oturtmuştur.
EĞER Oslo, Habur, İmralı görüşmeleri, Dolmabahçe Mutabakatı ortada duruyorsa ve KCK mensupları ihanetten yargılanıyorsa, iktidarın da en azından "yardım ve yataklık"tan yargılanması gerekmez mi?
EĞER The Cemaat mensupları devlet içinde kümelenmiş ve gayri meşru işler yapıyorlarsa iktidarın da en azından "yardım ve yataklık"tan yargılanması gerekmez mi?
Hukuk Muhakemeleri Usulü açısından "kandırıldık" demek elle tutulur ve gözle affedilir bir gerekçe midir?
Hep hata yaptığı (kandırıldığı) halde, bir sonraki seçimde daha da güçlenen bir siyasi yapı karşısında, adına "milli irade" denilen insanların demokrasi bilincinin sorgulanması neden "milli irade" düşmanlığı olsun?..