Yağmur haykırıyordu geceye, acizliğini söyleyerek.
Yapamadıklarının pişmanlığından kendine kızıyordu. Üç beş kişilik bir grubun arasında sıkışıp kalmıştı. Bunlardan kurtulmadan ileri gidemeyeceğini biliyordu fakat kurtulmak için adım atacak cesaretinin olmadığını da biliyordu.
Bütün yollar tıkanmıştı, bir umudun kalmadığını çaresizce düşünüyordu. Kendini toparlamak için düşünmesi gereken vakti elinden alınmıştı. Sıkıldı, daralmaya başladı, nefes alıp vermekte zorlanıyordu. Gözünü açtı bembeyaz bir oda da kendini buldu.
Korku dolu gözlerle sağa sola bakınıyordu. Önünde bir tekerlek belirdi, yavaşça ilerliyordu, birden hızlanmaya başladı, sessizlik bozuldu, tekerlek gitgide hızlanıyor, sesler de aynı oranda artıyordu.
Tekerlek sallanmaya başladı, sesler de birbirine karıştı. Anlamsız bir bağrışma yankılanıyordu. Sessiz olun diye bağırdı ama kimsecikler yoktu, gördüğü halüsinasyondu. Ev ahalisi odalarına çekilmiş uyuyorlardı. Terini sildi, dışarı çıkmak için üstünü giydi, vakit gecenin ikisi. Bu saatte nereye gidebilirdi ki?
Kimse bilmiyordu, kendisi bile kapıyı açıp dışarı çıktı. Nefes aldığını sanki yeni hissediyordu, cebinden bir sigara çıkartıp yaktı, boş sokaklarda dolanmaya başladı sağa döndü, ıssız bir sokağa saptı içi biraz ürperdi, az ilerde sağda kalan bir bankın üstünde uyuyan birini gördü yanına doğru gitti, yaşlı bir adam "Çok yorulmuş herhalde, nasılda derin uyuyor!" diye kendi kendine söylendi durdu. Boynundan puşisini çıkartıp yaşlı adamın üstüne örttü "ne kadar da masum uyuyor! İnsanın en masum hali uykudaki halidir diye boş yere dememişler" diyerek uzaklaştı.
Üşümeye başladı, az ileride açık bir kahvehane gördü. İçeri girdi. Sobanın dibindeki çaylarını karıştıran üç genç yanan sobanın sıcaklığı ile sohbetin güzelliğine ritim tutuyordu farkında olmadan. Sohbetin bolluğundan muhabbetin samimiyetinden etkilenerek bir kahve söyledi, oysa kahve içmeyi pek sevmezdi. Tekrar bir sigara yaktı, sigara dumanına eşlik etsin diye kahvesinden bir yudum aldı, yüzünü buruşturdu. Bir türlü sevemedim diye söylendi.
Kahvehanenin kapısı açıldı. Bankta uyuyan yaşlı adam girdi içeri. Puşi, boynundaydı. "Tesadüfe bak" dedi puşiyi yaşlı adamın üstüne örten genç ancak yan tarafında oturan dilsizden başka sesini kimse duymadı. Televizyonun altındaki sandalyeye oturdu, sol cebinden bir tabaka çıkardı. Tütünü sardı, derin bir duman çekti içine. Dumanı bıraktığı vakit sanki yılların verdiği yorgunluğun acısını, kederini, sevincini dışarı bırakıyordu duman ile birlikte.
Demli bir çay bıraktı "hoş geldin üstat" diyerek kahveci. Gencin gittikçe merakı artıyordu. Kim olduğunu, neden kendisine üstat dediklerini çözülmez bir bulmaca gibi düşünüyordu yaşlı adam kahvehanenin kapısından içeri girdiğinde. Neden ayağı kalktıklarını ve onun etrafına toplanmalarının sebebini bilmek istiyordu.
"Ben de sandalyemi alıp yanlarına gitsem kabul ederler mi?" diye düşünürken genci de davet etti yaşlı adam. Sandalyesini aldığında duvarda bir yazı gözüne çarptı.
Ahenk içinde, bir ezgi
Sohbetin içinde, bir düş
Muhabbet ile kurulan
Samimiyetin yeridir
Eski bir kahvehane...
Çaylar tazelendi, herkes yerini aldı. Yalnızlığını unutmuş bu gencin, ilk defa girdiği bir kahvehanede, hiç tanımadığı insanların yanında bir sandalyesi vardı artık. Kahveci de yerini aldı.
Yaşlı adam hafiften öksürdü, kurumuş boğazını çay ile ıslatarak son yudumu aldığı sigarasını söndürdükten sonra gür bir ses ile
"Yağmurlu bir günde ağlayın
Aşksız ve sevdasız kalana,
Yağmurlu bir günde ağlayın
Hasret ve özlem ile yanana,
Yağmurlu bir günde, haykırın
Hapsolmuş toplumun, acısını...
Dur ve dinle
Gökten gelen bu sesi/gürültüyü
Ve diyor Tanrı 'hasret ile beklenen huzur dolu yarınların habercisidir
Bu yağmur'..."
Genç şaşırdı, düşünemiyordu, ne olduğunu anlamaya çalışıyordu, etrafını izledi, kimi sigara içiyor kimi çayını karıştırıyor kimisi de hayran gözlerle üstada bakıyorlar tekrardan gür bir ses:
"Ölüm kokuyor bu coğrafya,
Anne sütünde kan,
Denizde ölü bedenler,
Çaresiz ve kimsesiz kalan çocuklar,
Dur ve dinle,
Saz çalan ozanın ezgisini,
Umut yok,
Sevinç yok,
Yarın yok,
Sadece an var an!
Nefes al, at kendini sokağa,
Duy ve dinle bu yakarışı.
Ve gülümse korkuya rağmen, korkusuzluğu oyna…"