Hoş geldin çocuğum! Toza bulanmışsın, bu deli sıcak günde kıyılarıma ulaşmak için uzun yola düşmüşsün, sefa geldin, sevindirdin.Bana dair merakın olmuş düşlemeye çalışmışsın, gerçeğimi görmek nasıl hissettirir bilmem.Şaşkın bakma Aral'ım ben! Gördüğün kadar değilim, düşlediğinden daha zenginim. Kurumama bakma, bildiğin gibi değilim. Haritaya bakıp şaşırmışsın, Anadolu'ya aslında ne kadar yakın diye. Öyle aslında, aramızdakiHazar'da yabancı değil, ardı arkasında olduğu gibi alabildiğince Türk yurdu. Bakma siyasal haritalara onlar suni şeyler. Türk'ün üzerinde yaşadığı her yer tek yurt, unutma.
Deniz mi göl mü olduğuma bile karar veremedi insanlarım. Öylesine engindim, billur rengi tatlı sularımda bin bir çeşit can kaynaşırdı. Kıyılarımda yaşayanlar, canımdan pay verdiklerim pek de umursamazdı bu kararsızları, suyumdan içer aşımdan yer doğup büyür, gün gelir zamanı dolan ölür hayat böyle akar giderdi. Diyorlar ki varlığımın yüzde doksanından fazlasını yitirmişim!Bu gün bile suyu çekilen kuruyan elimden uçup gidenlere rağmen kalan varlığım ile üç ülke için can suyu olmaya, son damlama kadar hayat sunmaya kararlıyım.
Suyum tatlıydı, hayatım canlı, kaynağım kadim zamanlardan beri Tanrı dağlarından, Pamir'den süzülen damlaların birikip, Sirideya- Amuderya nehirleri olup aka çağlaya bana ulaşmasıyla özetlenebilir. Onlar iki nehrin ortasındaki Türkistan'a can dağıta dağıta akıp sonunda bana ulaşırlardı. Işıl ışıl cıvıl cıvıl bir yaşam döngüsünü birlikte beslerdik. Sizin hatıralarınızda bu nehirler ki diğer adlarını siz Seyhun ve Ceyhun olarak bilirsiniz.
Eski zamanlarda buradan uğurladığım gidenler, küçük Asya'daAnadolu'm diyorsunuz ya işte orada yurt tuttuklarında, hatıralarını Çukurova'da akanküçük iki ırmağa taşıdılar, dediler ki bu ırmakların biri Seyhan diğeri Ceyhan!Dünya kurulalı yok olmaz damlalarım, buhar olup uçar yağmur olup yağar, hafızamız her günün anısıyla dolar, uzun asırlar boyunca hiçbir şeyi kaybetmeden taşır dururuz, dağılanlar toplandıkları zaman anlatırlar.O yüzden bilirim hatıramın izi olan o iki ırmak ta hasta, yaralı. Unutmuşlar çocuğum ben yoksam, hastaysam, kirletilmişsem, akıp yolumu bulamıyor toplanıp durulamıyorsam hayat da yok. Her şey çürümeye yok olmaya mahkum. Yeniden iyileşmem yüzlerce binlerce yıl alıyor.
Kendimi anlatmak için çok fırsatım yok, yolcu olup gelenlerim az, billur görünümlü sahillerim yok kıyılarım pudralanmış topraktan balçık oldu.Balalar kıyılarımda keyif çığlıkları ile yüzmüyor. Onların evlerinden köylerinden giderek uzaklaşıyorum, tabanımı bozkır kendine katıyor.
Sayıları az da olsa Turnalar uğrayıp hatırımı soruyor, soframdan suyu karınca kararı aşı sunuyorum onlara. Belki ben iyileştikçe daha çok gelecekler, umudumu kaybetmedim iyileşeceğim, son damlam bile iyileşeceğime inanacak. Deve ve at sürüleri de uğruyor, sulanmak için. Bozkırın ceylanları, kurdu kuşu uğrar arada. İçimde türlü çeşit canlı kaynamıyor, suyum gibi onlar da azaldı, balıkçı köylerim tenhalaştı, tekneler sefer edemiyor. Benden aldıkları azaldıkça çekilip gittiler. Onlar benim kadar acı çektiler ama gittiler, gelip enginime ufkuma seyran edenim seyrek.
Sirideya ve Amuderyaİki nehrin arasındaki Türkistan'a hayat dağıta dağıta gelirken, Atayurt dediğin bu topraklarda asırlarca sayısız şehirler kuran, nesiller üreten atalarını analarını türlü çeşit hediyeleri ile besleyip büyüten, yıkayıp aklayan döne döne akıp bana gelirken uğrayıp yıkadığı her toprak parçasının hakkını dağıtan bana kavuştuğunda canımı şenlendiren, bereketimi artıran damarlardı. Hala o billur damlalar toplanıp nehir oluyor, uçsuz bucaksız bozkır boyunca akıyor ama bana ulaşamıyor.
Hep önemliydi botlu boyunca bozkır, enginliğince zengindir, kıymeti zamana ve ihtiyaca göre değişir. Dünyanın Ticareti de nehirler gibi burada akıp giderdi. Her durak bir malın satıldığı, diğer malın alındığı, paranın zenginliğin taştığı yollardı. İpeği az bilirsiniz az giydiniz, yolunu da zihninizde zor canlandırırsınız. İpekyolu üzerinde yürümediniz, işte o yol geniştir, ip ince uzun bir yol değil koca bir bölgedir, coğrafyası büyüktür. Buralardan geçer, ata yurttan Anadolu'ya uzanır. Sanma ki senin geldiğin yurt ile farklıyız, atayurdun uç noktası Anadolu. Kıtanın öbür ucundan başlayıp aşağı yukarı hatlar çize çize uzanan benden, Hazar'dan geçilen o güzel yurt Büyük Türkistan coğrafyasının kısrak başı sadece.
Bu topraklar bin yıllardır nice hırstan doğan savaş ile yerle bir olup yeniden doğdu. Her devirde başka bir varlığı yağma konusu oldu,niceleri de olacak. İnsan nesli hoyrat olacak sen ve senin gibiler ata ve anayurdun kıymetini yeterince bilmeyince zalim eline bir daha bir daha düşeceğiz. Sana kıyasla bizim ömrümüz sonsuz, bin yıl hasta, diğer bin yıl iyilik içinde olabiliriz. Oysa sen bana kıyasla kelebek ömrü sürmektesin, iyi baksan bana kendi halime bıraksan bile cömertliğim sonsuzca sunulur, her neslin nasibini bol bol yaşar kıyılarımızda. Her şeye rağmen kırılıp döküleceğiz ama gücümüz yettiğince yine elimize ulaşana sofra kuracağız, bilerek bilmeyerek yapılan düşmanlığa derin bir iç geçirip elimizde olanca varlığımızı sunacağız.
İnsanoğlu deniyor, yıkıyor ama ders almayıp yeniden deniyor tekrar yıkıyor. Yazgımın son bölümü bunun bir örneği. Dünya zamanlarından bir dönem, ikinci dünya savaşı sırası, öz evlatlarım birbirini yeme telaşından başını alamamış -böyledir hep, hepsi reis olmak ister çeri olmaya dayanımları yoktur. Biri biraz başarsa diğeri paçasından aşağı çeker, başaran diğerini zayıf tutmak ister her yüzyıl bir devlet kurar batırır, yıkımlarından ders almaz bir türlü sevdiğim nesillerim- Akıllıca yaşam kurma geliştirme yeteneği, kazanma, kendisi bay iken komşusunu da hatta kardeşini de zengin kılma, yurdu evi gibi özenle koruma, tehlikeye karşı bölünmeme birlikte hareket edebilme yeteneğini kullanmamışlardı.
Uzatmayayım o dönemlerde evlatlarım yine bir kırım dönemine sıkışmışlardı. Karar bozkırın Türkistan'ın Türk yurtlarının sahiplerinin değildi, Kazak Kırgız Özbek ve diğer sayamadığım Türk yurtlarının isteğinin, kararının oy gücünün önemi yoktu.Sovyetler Birliği'ne dâhildik. Sovyetler birliği Alman işgali ile başlayan çatışmalar sebebiyle Dünya ile savaştaydı. Dünyada bazı hammaddeler önemliydi, pamuk hammadde olarak savaş etkisiyle önem kazanmıştı, Amerika yeterince üretme gücünü kaybetmişti. Piyasa mal istiyordu. Çağın içinde bulunduğu şartlarda daha çok para kazanma fırsatı, dünya piyasasını doyurmak yoluyla devrimin siyasi ve ekonomik doğruluğunu ispatlama fırsatı gündeme gelmişti. Sovyet Amerika'dan daha çok üretecekti vahşi bir devrimci sovyet kapitalizmi çağıydı, içerde yaşananların özeti. Ne var ki para yine proleteryaya ulaşmıyordu ancak hastalık, sefalet, kölelik, su, toprak, hava kirliliği, hastalıklar süratle hayatın merkezine konumlanacaktı.
Temel gıda maddesiolarak tanımlananpirinç te su oburuydu ve nehir havzalarında üretilmesine karar verildi. Öylece benim olmayan savaş bütün yıkıcılığı ile gündemime girdi. Uçsuz bucaksız bozkırda suyun boşa akmasına(!) müsaade edilemezdi, kanallar açılacak bozkır sulanacak yüzbinlerce dönümde pamuk-pirinç yetiştirilecek, piyasaya aktarılacak, tüm para kazanılacak Amerika'nın ağzının payı verilecekti.
İnsan hayatının zaten değeri yoktu. Benim asırlarca dizgin vurulamayanevlatlarım birer kol gücü unsuru pamuk pirinç kölesine dönüştü. Kanallar açıldı, pamuklar ekildi, pamuk balyaları pazarlara aktı. Daha çok ürün en çok ürün için kanallardan tarlalara basılan sular toprağın derinlerindeki tuzu yüzeye çekti, tuzlanma verimi düşürdü artırmak için yeniden su basıldı. Sorunun çözülmediği görülünce bu kez su ile birlikte tarım ilaçları normalin yirmi kat fazlasını aşacak şekilde engin tarlalara saçıldı. Gökte kuşlar yerde börtü böcek zehirlendi, hayat gide gide durdu yok oldu. Buna rağmen pamuk- pirinç isteği durmadı her gün daha fazlası istendi. Can damarlarım yollarda kesildikçe bana ulaşan su azala azala kurudu. Buraya gelirken seni yakan güneş, beni de yaktı gün gün suyum buharlaştı. Deniz Aral göl Aral'a dönüştü, ardından dabölünmüş parçalanmış su gruplarına ayrışmaya başladı, otuz yılda bedenim parçalandı!
Bu otuz yıl içinde evlatlarım pamuk-pirinç köleliği, eksik gıda, çok çalışma zehirlenmiş topraklar ve sular, kirletilmiş hava ile boğuşurken ciğerleri söndü, başta verem olmak üzere her türlü bulaşıcı hastalık, kanser, gelişme bozuklukları, şeker hastalığı gibigeçmişte nadir olan hastalıkların pençesinde kıvranıp durdular. Binlerce insanın geçim kaynağı balıkçılık yok oldu. Bozkırın kadim zamanlardan beri süren ekonomik değerleri ve düzeni birer birer yok oldu. Meyveleri, çiçekleri soldu. Yıkım bir iki türlü değildi, Bozkır Sovyetin nükleer deneylerinin de merkeziydi, bu deneylerin Bozkırın tabiatına verdiği hasar ölçülmedi daha.
Savaş yılları geçti, dünya yeni bir gerçeğe akıyordu, bir gün muktedirler dediler ki bu Sovyet deneyi meğer çok da başarılı bir şey değilmiş, gelin ayrılalım. Sizden aldıklarımız bey hakkı, bizde kalsın siz çorak topraklar yok olan hayat ile baş başa duradurun. Para bizim, bilgi bizim yük sizin diyerek, hiçbir şeyi tazmin etmeyiz, gidiyoruz ile gittiler. Giderken işlerine yarayacağını düşündükleri şeylerin mülkiyetini de korudular. Mesela yolda gelirken gördün ya Baykonur'u, hani görmeyi istemiştin, ne dediler sana hatırla 'oraya Rusya izin vermeden içeri giremeyiz, bize kapalı'. Razıydım tek ellerini yakamdan çeksinler, kırıp dökseler bile gittiklerine sevindim.
İşte böyle evlat, burası Korkut Ata'nında dediği gibi dünyanın dışına en yakın kısmı. Nerden bilirdi bilmem ama öyle söylerdi kendi çağında. Bozkırın bu bölümü Dünyadan en kısa zamandayıldızların evrenine girebildiğin tek yer, sekiz saniyede dış uzaydasın. Göklerin çocuğu olduğunu söylerler atalarının dolayısıyla senin, belki haklılık payı yüksektir, ne dersin?
Umuttan bahsetmiştim sana, nasıl umutlu olmayayım? Yakın zamanlarda evlatlarımın ülkeleri toplanıp bir birlik kurdular, şükürler olsun! Can damarlarımı biraz olsun açmayı düşünüyorlar. Önce Amuderya'dan biraz can suyu saldılar bana, şimdilik gümrah akmıyor lakin yavaş yavaş birikintiler oluşturmaya başladı. Zaman içinde Siriderya da bana koşacak, çoğalacağım çoğaltacağım günleri bekliyorum.
Para evladım ölçülerin en yükseğinde, ihtiyaçlar ve zenginlik kavramı üzerine biraz daha düşünmelisiniz. Son yüz yılın deneyimi buraları alt üst etti, geri dönmek onarmak hemen mümkün değil. Bozkırın kadim evlatlarının bir şekilde bu günün şartlarına yenilmeden hayatı dönüştürüp zenginleştirmeleri gerek. O ezici dönemin iki ürünü, pamuk ve pirinçten birden vaz geçilemiyor, o ürünler hala para ediyor, bu çağın gereğine uygun üretim ve ekonomi hızla değiştirilip kurulamıyor, zaman gerek.Otuz yılda bozdukları düzen belki üç yüz yılda düzelecek, uzun sancılı bir hastalıktan iyileşme dönemim olacak meğerki başka bir acı yaşamayayım. Her şeye rağmen hayatta umut var!
Ayak bastığın bu topraklar dünyanın başka zenginlik kaynaklarına sahip. Enerjinin, dünya kurulalı insanları büyüleyen altının, uranyum gibi nadir elementlerin ülkesi burası,sanma ki bizi rahat bırakacaklar. Bak daha güneyde olan ülkeleri bitmeyen bir savaş ile meşgul ediyorlar.Şimdiki çağdaülkelerin kendi insanlarına birbirini boğazlatıyorlar. İlkelliği vahşiliği yaymaya devam edecekler.
Anayurdunun cennet ormanları bu günlerde boşuna mı alev alev yakılıp kavruluyor? Bitmeyen aç gözlülük, umursamazlık, vaz geçmişlik ölüm dirim kavgasına dönüşecek, meğerki izin vermeyin!Kaderinize sahip çıkın ki Dünya durulsun, yurt kalsın ilde yaşayanlar mutlu olsun.
Yine gel, yazgımı unutma unutturma, ilinde anlat kızım. Günün merhametli, nasibin bol, yolun uğurlu olsun!
01.08.2021, Aral, Kazakistan