Moğolistan gezim boyunca yönlendirici olan Kazak Türklerinin önderi Sayran Kadir beyden daha sonra detaylıca bahsedeceğim. Orhun Yazıtlarına giderken beni yardımcılarından Osman Batırbeg'e emanet etti. Bu benim için büyük bir şans oldu. Çevre, tarih ve bu gün bilgisi ve yol sabrını unutmayacağım, teşekkürün yetmediği bir yardım aldım kendilerinden. Yola göz korkutan bir yağmur altında çıktık, yol ilerledikçe yağmur da azalarak sona erdi. Asya, stepler, sürüler, gökler son bahar başında başka türlü güzel. Benim için film karesi gibi görünen, atlı çobanların kollarının altına sıkıştırdığı uzun sopalarla büyük sürüleri yönlendirmesi, kâh otlağa kâh sulağa sürmesi oldukça ilginç. Kimi zaman atların yerini motosikletli çobanlar da alıyor. Niyeyse stres kasılması hissediyorum, motosiklet ile obaya- yaylaya gidenler haince bir iş yapıyor diye düşünüyorum. Sonra çağı düşünüyorum, artık her şey hız istiyor. Romantizmi bırakmak gerek Nurşencim diyorum, kendime.
Yol başkentten Karakurum'a 360 kilometre, oradan itibaren yazıtlara 47 kilometre gidiliyor. Aynı gün bu yol gidilip dönülecek, görmem gereken her şey için zaman kısıtlı, mekanın ruhuna ermeden bakıp dönecek olmak üzücü. İki ulu ata'nın huzuruna gidiyorum, keşke araç kullanma şansım olsaydı, yol sistemine güven biraz daha güçlü olsaydı… Aslında tahminimden daha iyi bir yolda gidiyoruz ancak turistlere ve oturma izni olmayan kişilere araç kullanma izni verilmiyor imiş. Birkaç yıl önce bir Arap turist aile kiraladıkları jeepin direksiyonuna on yaşındaki çocuğunu oturtmuş. Çocuk yolda yürüyen bir Moğol karı kocaya çarparak ölümlerine neden olmuş ve bu da yabancıların serbestçe araç kullanmalarını- kiralamalarının izinlerinin iptaline neden olmuş. Olay geçmişi "İçimden geçeni sen biliyorsun Tanrım, âmin!"duasına sebep oluyor. Zihnimi ata ruhlarıma odaklamaya çalışıyorum.
Ömürlerinin başında iken Kül Tigin şad ve Bilge şad, sonraları yönetim erkini kullanan iki eşsiz kağan. Kül Tigin ordunun başında savaşlar- barışlar kurarken kağanlık erkini kullanmasına rağmen daim kağan olarak ağabeyini belletmiş, Bilge Kağan yurdu derleyip toparlayan, töre kuran, bilen, bilgiyi korumaya antlı olmuş. İkisinin Ortak ülküleri Türk elini ve Türk adını yüceltmek olmuş. Çocuk çağlarından ömür sonuna kadar "öle yite" çalışan iki eşsiz kardeşin kurganları, Orhun Vadisi diye tanımlanan bölgede bucaksız bir ovada yer alıyor. İki kurganın arasında bir kilometreye yakın bir mesafe var. Müzedeki modellemeye göre mimarisi de birbirinin aynı. Sanki yaşamlarındaki birlikteliği ebediyete dek sürdürme kararına Tanrı yardım etmiş gibi.
Bilge kağan bu bölgenin bir uğrak yeri olduğunu söylüyor. İfadenin çağrışımı ile zihnimde canlandırmaya çalışıyorum, belki bölge oldukça kalabalık bir yerleşim merkezi idi, Karakurum'un uzun zaman kağanlığın devletin merkezi olduğu biliniyor. İnsanlar Türk ilinin dört bir yanından bu merkeze akıyor olabilir. Belki de Karakurum çevresine yakın olmakla birlikte bu ova kağanların ebedi dinlenmeye çekildikleri belde idi ve Türk çocukları o nedenle bu beldeye akıyordu, kim bilir? Bu günlerde yeni bir kurgan bulunduğu, büyüklüğü dikkate alındığında Kül Tigin ve Bilge Kağanın gömü alanına eşit olduğunun sanıldığından bahsediliyor. Tespiti yapılmakla birlikte henüz kazısı yapılmamış, mevcut alana uzaklığının bir kilometre civarında olduğu söyleniyor. Çevre teknik olanaklar kullanılarak genişçe bir inceleme ile taransa, büyük Türk'ün yaşam alanının şimdiki açık müzesi ve geçmiş kütüphanesi olabilir mi? Belki çaba gösterilir ve birkaç on yılda öyle olur, umutlu ve ısrarlı olmak gerek.
Ufukta birkaç ger çadırının (Moğol göçebe çadırı), çevrede otlayan sürülerin olduğu, sungurların göklerde süzülerek uçtuğu sessizliğe bürülü bir alanı izliyorum. Orhun Yazıtları ile ilgili bilgim, Türkçe- tarih derslerinden hatırladığım kadarıyla, Orta Asya'da bir yerlerde iki taş yazıt olduğu ve yazıt metinlerinden öte gitmiyordu. Eğitim programlarında –umarım değişip gelişmiştir- buluntular ve o dönemin yaşam kesitlerine dair bilgilendirmeler yer almıyordu. Müzeye gittiğimizde Orhun yazıtlarının yaşam alanı zihnimde birden bire genişledi. Böyle anlarda içimde heyecanlı bir kızgınlık oluyor. Zira orada sadece iki nasihat- vasiyet, tarih belirteci, anı kitabı yok. İki taş yazıtla sembolize, büyük bir milletin, canlandırdıkları medeniyetin, inancın, kararlılığın, dirayetin, kanun ve düzenin, tarihin, Türk devletlerinin hâkim olduğu coğrafyanın, sanatın ve daha çok şeyin detaylı bilgisi var. Müzede sergilenen zarif kağanlık tacı hakkında dahi yığınla söz söylenebilir.
Kadim medeniyetleri de arkeoloji ve etkileşimde bulunduğu bilim disiplinlerinin çalışmaları bu güne taşıdı. Yunan, Mısır, Sümer medeniyetleri de bizimle buluntular ve nadir yazılı kaynaklar vasıtaları ile konuştu. Türk medeniyetinin izleri ise ata yurdumuzda çöl kumullarının altında, steplerde terk edilmiş toprakların yüzeyinde ve altında bizleri bekliyor olabilir.
Türkiye, Türkmenistan, Azerbaycan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Kıbrıs, Tacikistan veya Türk ağırlıklı olmamakla birlikte Türklerin yaşadığı ülkelerdeki milletimizin evlatları, bu günün özgür ülkelerinin bilim insanları birleştirilip sahaya gönderilebilir. Arama, koruma, kayda geçirme, literatür bilgisini yayma faaliyeti neden bir avuç çok istekli bilim insanının küçücük bütçeleri ve azıcık zamanları ile sınırlı tutulur? Bu hız ile kaçıncı bin yılda tarihin gerçeğini rivayet ve hamaset eklerinden kurtarılmış bir biçimde göreceğiz, acaba?
Müze koridorlarında ilk kazı döneminden resimler ve kazı bilgileri yer alıyor. Orhun kazılarında tek bir Türk arkeolog yer almamış, yazıtı okuyan kişi bir Türk olmamış ya da Turanî ırktan gelen bir bilim insanı yazıtı okumamış ne garip. Dil bilimci Danimarkalı Vilhelm Thomsen bilmeceyi çözmüş. O günlerde toplumlar kanlı savaşlar ile boğuşuyordu, ancak 1889-1893 yılları aralığında savaşan toplumların bilim için savaşan insanları da vardı. Niye bizim soyumuzdan hiç bilim insanı buralarda yoktu? Şimdi bile biraz yetiştirdiğimiz ve topluma değer üretebilecek seviyeye ulaşanlar akın akın ülkemizden kaçıyor. Kaybımız hakkında çok düşünmek lazım!
Müzede dolaşırken yazıt metninin bazı kısımları aklıma geliyor. On yedi savaşçı Çin sarayına mı yoksa Çinsarayı içinde erimeyi kabul eden Kağanlara, şadlara, yabgulara mı isyan etti? Bence ikincisi, metin anlatısı bize işbirlikçi seçkinleri de anlatıyor "Ondan sonra küçük kardeşi büyük kardeşi gibi kılınmamış olacak, oğlu babası gibi kılınmamış olacak. Bilgisiz kağan oturmuştur, kötü kağan oturmuştur. Buyruku da bilgisizmiş tabiî, kötü imiş tabiî..Beyleri, milleti ahenksiz olduğu için, Çin milleti hilekâr ve sahtekâr olduğu için, aldatıcı olduğu için, küçük kardeş ve büyük kardeşi birbirine düşürdüğü için, bey ve milleti karşılıklı çekiştirdiği için, Türk milleti il yaptığı ilini elden çıkarmış,kağan yaptığı kağanını kaybedi vermiş. Çin milletine beylik erkek evladı kul oldu, hanımlık kız evlâdı cariye oldu. Türk beyler Türk adını bıraktı. Çinli beyler Çin adını tutup, Çin itaat etmiş. Elli yıl işi gücü vermiş. Doğuda gün doğusunda Bökli kağana kadar ordu sevk edi vermiş. Batıda Demir Kapıya kadar ordu sevk edi vermiş. Çin kağanına ilini, töresini alı vermiş." Duruma katlanamayan özgürlük savaşçılarını da İstemi Kağan'dan Bumin Kağan'dan başlıyor; onların il, devlet, töre kurmasını anlatıyor "Yukarıda Türk tanrısı, Tük mukaddes yeri, suyu öyle tanzim etmiş. Türk milleti yok olmasın diye, millet olsun diye babam İltiriş Kağanı, annem İlbilge Hatunu göğün tepesinde tutup yukarı kaldırmış olacak. Babam kağan on yedi erle dışarı çıkmış. Dışarıyürüyor diye ses işitip şehirdeki dağa çıkmış, dağdaki inmiş, toplanıp yetmiş er olmuş. Tanrı kuvvet verdiği için babam kağanın askeri kurt gibi imiş, düşmanı koyun gibi imiş. Doğuya, batıya asker sevk edip toplamış"Ardıllarının bu gün bile geçerli olan, bir tür sosyal genetik bozukluk halinde bu güne taşınan zaaf alanını tarif ediyor. Rahata kavuştuğu anda dışarıdaki rekabeti ve rakipleri unutup kendi boy ve soyları ile didişmelerini, çekişmenin kaybettirdiği gücü ve düzeni anlatıyor. Bilge Kağan o denli güzel özetlemiş ki, bayıldım bu tanımlamaya, bu gün bile çok geçerli "Türk milleti, tokluğun kıymetini bilmezsin. Açlık, tokluk düşünmezsin. Bir doysan açlığı düşünmezsin. Öyle olduğun için, beslemiş olan kağanının sözünü almadan her yere gittin. Hep orda mahvoldun, yok edildin. Orda, geri kalanınla her yere hep zayıflayarak, ölerek yürüyordun" çağından çağlar sonrasına yakarıyor, Türk milleti bu gün duy!
Vezir Tonyukuk ile başlayan bir çağ bilgilendirmesi ve gelecek nesillere kanun- vasiyet aktarımı 15-17 yıl sonra Kül Tigin ve Bilge Kağan yazıtları ile devam etmiş, on beş asır sonra Ata'mızın nutku gelmiş. Tüm çaba Türk milletinin hatalarından ders alması, toplumu ve devletinin gelişimini engelleyecek her türlü riskten uzak durması istenmiş, evlatların ders alma yetisi tartışmalı…
Elli yıl Çin sarayına baş eğmiş seçkinlere karşı özgürlüğe âşık ve savaşçı İlteriş Kağan gibi bir kağan Tonyukuk gibi bilgenin yanındaki on beş yoldaş ile başlayıp yetmişe, yedi yüze, yüz binlere, milyonlara ulaşılabiliyor. Geniş bir coğrafyaya çok kısa bir zamanda hâkim olabiliyor. Yeniden il ülke devlet kurabiliyorlar. Genç çağında kaybedilen İlteriş Kağanın 7-8 yaşındaki çocuklarını kardeş Kapgan Kağan devletin geleceğine taşıyabiliyor. Öncelenen Ülkenin – devletin geliştirilmesi ve geleceğe aktarılmasi iken gün geliyor yeniden her şeyin yıkımına izin verilebiliyor ve yeniden köleliğe giden yollar açılabiliyor, ne yazık! On beş yüz yıl sonra yeni bir başbuğ gelip "Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir." demek zorunda kalıyor.
İçim ısınıyor, bizim Kağanımız Gazi Mustafa Kemal'imiz sanki o dönemin kağanlarının yeniden bedenleşmişi, İlteriş Kağan'dan Bilge Kağan'a uzanan neslin tüm vazifelerini yerine getiren son kağanımız. İl tutan, devlet kuran, töre düzenleyen son kağanımız, O da bir yazılı metin bırakmış, tıpkı ataları gibi. Ardıllarının erken pes edişine sitem ediyorum. Ne tez unuttun, demişti ki ulu ata "Türk, Oğuz beyleri, milleti, işitin: Üstte gök basmasa, altta yer delinmese, Türk milleti, ilini töreni kim boza bilecekti? Türk milleti, vazgeç, pişman ol! Disiplinsizliğinden dolayı, beslemiş olan bilgili kağanınla, hür ve müstakil iyi iline karşı kendin hata ettin, kötü hale soktun" bu gün de aynı şeyi yapıyorsun.
Müze duvarlarındaki nişlerde olağan üstü ince işçiliğe sahip altınve gümüş buluntular var. Çoğu olduğu gibi bu güne ulaşmış objeler, takılara bu günün mücevher tasarımlarından daha incelikli ve güzel. Çepe çevre heykel parçaları, baş tarafta her iki orijinal yazıt sütunu var. Ortalarda bir yerde Kağanlık tacı ışıldıyor. Karşıya baktığınızda iki taş lahit görülüyor. Lahit içinde sonsuz uykuya çekilecek Kağanın görkemine yaraşırca, dış yüzeyi taşa oyulmuş çiçek desenleri bezenmiş. Lahitin ön kısmında da kazı bulgularından yararlanarak yapılmış kurganın canlandırması var. Ebedi uykusu bölünmüş Kağanlarımızın, varsamumyaları ya dabedeninden kalanlar nerede? Yazılı bir bilgiye rastlamadım.
Müze görevlisinin söylemine göre kazı esnasında bir envanter tutulmuş. Sadece altın eşyalar dörtyüzelli parça civarında imiş. Burada çok daha azı var, diğerleri nerede? Nişlerde yer alan buluntu eşyaların ince ve ustalıklı işçiliği bize çağları hakkında çok şey anlatabilir, bir katalog oluşturulmuş, nitelik ve nicelikleri anlatılmış mıdır? Moğolistan için değerli bir kültür ve tarih varlığı olması sebebiyle yazıtlar, yerleşim merkezleri, kurgan alanları özel önem taşıyor olmalı. Niçin bunca zayıf bir ilgi olduğunu da merak ediyorum. Fikrimce burası kapılarında kuyruklar halinde ziyaretçinin olması gereken, kütüphaneleri obur bir bilgi açlığı ile taranan bir anıt müze olmalı. Ne hazin bir sessizliği var. Fransa'da Luvr, İngiltere'de British Museum gibi batı müzeleri kadim topraklardan çalıntı eserler ile dolu. Bizler gidince saatlerce içlerinde dolanıyoruz. Burası aynı Türkiye gibi Müze ülke, bir açık müze, kıymeti takdir edilemeyen ata ve ana yurtlarım.
Müze binası küçük; giriş ve çıkış aynı koridorda. Görevlinin ilgilendiği cılız bir eşya satış yeri var. Bir kaç tişört, takı, Budist geleneğe dair objeler, az miktarda kart ve kitap... Gezdiğim diğer ülkelerdeki müzeleri düşününce bu denli azve anıt kabir ile ilgisiz materyal olmasına üzülüyorum.
Binanın hemen arkasında Bilge Kağan'ın gömü alanı var, antik görüntüsüne uygun duvar ile çevrelenmiş. Büyük mezar alanının kapısına yöneliyoruz, kapı bir bez ile bağlanmış. Osman Batırbeg çözüyor, İç bahçenin orijinal olmasa da yapıların aslına uygun canlandırmasını göreceğimi sanıyorum. İçeri girince çok büyük hayal kırıklığına uğradım. Dış duvarların çevrelediği alan talan edildikten sonra terk edilmiş bir virane görünümünde. Yazıtın yazısız bir kalıbı baş kısma dikilmiş, kabre giden o görkemli yolda hiçbir şey yok. Lahitin çıkarıldığını sandığım ana kabir alanının üzerine kaba bir beton konulmuş. Çevreyi yabani otlar bürümüş. Otların arasında yer yer mavimsi yaprakları bizdeki beyaz papatyalara benzeyen çiçek öbekleri var. Alabildiğine gürültücü bir ağustos böceği cırlıyor, Duvarın üstünde tüneyen Sungur kuşu bizden rahatsız olup mavi göğe doğru kanat çırpıyor.
Bilge Kağan ebedi uykusundayken rahatsız edilmiş, yağmalanmış, saygıdan uzak tutulmuş gibi geliyor. Israrla Ötüken'de tutmak istediği milleti Ötüken'i terk etmiş. "Silahlı nereden gelip dağıtarak gönderdi? Mızraklı nereden gelerek sürüp gönderdi.Mukaddes Ötüken ormanının milleti, gittin. Doğuya giden, gittin. Batıya giden, gittin. Gittiğin yerde hayrın şu olmalı: Kanın su gibi koştu, kemiğin dağ gibi yattı. Beylik erkek evladın kul oldu, hanımlık kız evladın cariye oldu. Bilmediğin için, kötülüğün yüzünden amcam, kağan uçup gitti" büyük emeklerin heba edildiğini öte âlemlerde görüyor ise çok hüzünlü olmalı.
Ebedi uykusunun bu şekilde bölünmesini hak etmediğini düşünüyorum. Elimde olsa bir cam kubbenin içinde tüm alanı korumaya alır, modellemede olduğu gibi alanı düzenlerdim, Kabrinden çıkarılan buluntuları, Mumyası ya da kemikleri, yani kendisinden ne kaldıysa aynen iade eder, müze alanında görsel materyal ile anlatan bir sistem kurardım. Çevresel olarak korumasını artırır tüm gelişmiş dünya müzelerinde olduğu gibi çok zengin bir külliyat ile Türk tarihine, devletlerine, özellikle Göktürk devletine ilişkin bilgileri Türk dünyası ve diğer dünyaya aktarmaya çalışırdım. Bilge Kağan'ın, Kül Tigin'invebilge vezirin Türk'e olan sevgisini bu günün Türklerinin kalplerine ve zihinlerine aktarabilecek saygın bir anıtlar bütünü oluştururdum. Yazık ki ben sadece hayal edebiliyorum.
Bige Kağan'ın dediği gibi; "Gören gözüm görmez gibi, bildiğim bilgi bilinmez gibi oldu. Kendim düşündüm. Sonsuzluğu Tengri yaşar. Kişioğlu hep ölümlü türemiş" Bu gün Ötüken ormanında Türk'ün neşesi çağıldamıyor. Elimizde hatıralar kalmış, tek biz unutmayalım ve çağların içinden o anları bu günlere taşıyalım.
Dönmek zorundayız yol bekliyor, daha ırmaklarımı göreceğim, tatlı sulardan içerek, belki ruhumu kandıracağım.
Nurşen Karakaş
Karakurum, Eylül, 2018
Bilge Tonyukuk - 1 - tahtapod.com | Blog
TULA-ORHUN - 3 - tahtapod.com | Blog