Yola çıkarken büyüleneceğimi bilmiyordum ama öyle oldu. Gobi Altaylarına gideceğim sabah Cengiz Han havaalanı uçuş bilgi ekranlarında uçuş saatim ya da uçması gereken uçak yoktu. Panikle bileti aldığım acente sahibi Ira'yı aradım. Ira birkaç dakika sonra uçuşun gecikmede olduğunu, saat 11-12 gibi uçabileceğimizi söyledi. Beklemeye tahammülüm olmaz, şükürler olsun ki önceki günden Sayran Kadir bey'in torununun düğününden aldığım erzak- çok hoş bir gelenek, anlatacağım- yanımda, bir şişe kımızım da var. Mütemadiyen yiyerek zamanı unutmaya çalıştım.
Uçuş saatinde yeni bir sürpriz ile karşılaştım, Moğolistan iç uçuşlarında maksimum bagajınız el çantanız ile birlikte 15 kg. artan yarım kilo bile olsa ücrete tabii. Çok pahalı olmasa da sürpriz ödeme yapmak zorunda kalıyorsunuz. Bana söylenenin aksine küçük bir jet uçuyor. Öyle eski püskü değil yani. Gecikme alışılmış bir uygulama imiş, dönüşte de sabah yedide girdiğimiz hava alanından akşam yedi otuzda uçabildik. Uzaklardan gelen sınırlı zaman sahibi insanlar için büyük kayıp.
Bayan Ülgey'e (Bayan Ölgii) yerel adı Zengin Beşik, müslüman Kazakların nüfus yoğunluğunu oluşturduğu bir tür muhtariyete sahip bir aymak, . Bölgeye doğru uçarken aşağılarda gördüğüm zemin mars resimlerine benziyor, ara ara nehirler, çadırlar seçiliyor.Ücra bir yaylada bir çadır görünce aklıma Gala geliyor. Bana Cengiz han'ın Moğol imparatorluğunu anlatırken " yedi yaşında bir kız çocuğu altın dolu bir at arabasını, ülkenin bir ucundan diğerine sürse, en ufak bir güvensizlik duymadan sürerdi"diye anlatıyordu. Moğol ya da Kazak hala kendini güven içinde hissediyor olmalı. Yol bir buçuk saate yakın sürüyor. Çölün ortasında bir yerde küçük bir alana iniyoruz. Şehir olduğu söylenen yer irice bir kasabaya benziyor. Dağların rengi gibi okside bakır rengi binalar sıralanmış. Açık havaya rağmen sarsıcı bir rüzgâr var. Kalacağım yurdun sahibi Akmaral'ın kardeşleri beni hava alanından aldılar. Çok temiz bir İstanbul Türkçesi konuşuyorlar, Buluntay ve ablası Akmaral Türkiye'de üniversite okumuşlar. Kardeşler yirmi beş ger çadırından oluşan bir yurt işletiyorlar, normalde sezon kapanmış, şu andaki tek müşterileri benim.
Buluntay telaşla beni doyurmaya çalışıyor, burada en ünlü restoran Türkiyeli bir işletmeciye ait Pamukkale, pek meşhur ancak beklentime uymuyor, Kazak çorbasını yerel bir aş evinde içmek isterdim.Çorba ikramından sonra şehirde bir küçük tur yapıyoruz, pazaryeri kurulum ve işletin biçimiyle ilginç fakat tıklım tıklım ucuz Çin malı malzemeyle dolu. O sebeple Moğol şehrinde çöl rüzgârları arasında yerel ürünleri ile dolu olsa farklı bir tat alırdım
Etnografya müzesine yöneliyoruz; Bayan Ülgey'in şehir olarak yapılanması 1944 yılında başlamış. Şehirdeki her meslekten ilk erbabın hatırası yaşatılıyor, müzede. Öğretmenden berbere, şairden mühendise ilk emek verenleri onurlandırmışlar. Bölgenin yaşadığı son savaşlar, kahramanları, yaşam araç gereçleri, tarihten bu güne giysi örnekleri, bölgede bulunan mineral, tabi çevrede bulunan vahşi yaşamdan örneklenen doldurulmuş hayvanlar, içinde bir atın pişirilebildiği ziyafet kazanları… Küçücük bir şehirde büyük bir yaşam bilgisi taşıyor müzeden.
Zamanı belirtilirken "Türkler zamanından kalan" diye anlatılantaş yazıtlar, Balballar(heykeller) dan örnekler var, yurt dışına kaçırılmak istenirken yakalanmış ve müze alanında koruma altına alınmış. Buluntay bana özenle işlendiği belli olan dikdörtgen bir taşı gösteriyor. Taşın üzeri eski Türkçe yazı ile yazılıymış, bu tip taşlar, o çevredeki halk göç ederken geriden gelenlere mesaj olmak üzere, nereye gittiklerini öğrensinler diye dikilirmiş.
Bölge balballar açısından aslında çok zengin imiş fakat put olduğu ve İslam açısından yok edilmesi gerektiği gibi düşünceler taşıyan kimi insanlar tarafından zarar veriliyor imiş. Bu büyük bir tehlike; atalarımızın hayatlarından, tarihlerinden zengin bilgiler taşıyan kalıntıların yok edilmesi, tarih ve geçmiş mirasımız açısından büyük kayıp olur. Moğolistan'da eski çağlardan kalan mağara ve açık sahada kaya resimleri kalıntılarının da çok fazla olduğu. Yarın beni o resimlere ve balballara götüreceklerini anlatırken ekliyorlar, çobanlar hayvanlarını dağ ovalarında dolaştırırken, kadim savaşlardan kalan, ok parçaları buluyor imiş. Buluntu ok ve parçalarından oluşan bir koleksiyon da var müzede.
Müze gezisinden sonra şehrin yüksek bir tepesine çıkartıyorlar beni. Burası Çin tarafından Bayan Ülgey şehrine armağan edilmiş bir seyir terası. Hovd ırmağına ve vadiye hakim bir tepede esen rüzgâr eşliğinde yavrularına uçma dersi veren avcı kuşların eşliğinde okside bakır renkli vadiyi, ışıldayarak akan nehri izleyebiliyorsunuz. Kuşlar sabah gün ağardıktan sonraki iki saat ve akşam gün kararmadan önceki iki saatte yavrularına uçuç dersi veriyormuş. Moğolistan'ın genelinde zengin bir vahşi yaşam var. Yaylalar arasında ilerlerken kürkleri için avlanan kürklü fareleri oldukça sık görmüştüm.
Ağaç kıyımı burada da olmuş, dağlar toparlanamamış, geçen yıl çok büyük bir sel yaşanmış. 'Yağışın başlaması ile sel arasında yarım saat yoktu, neyse ki öğleden sonra herkesin dışarıda olduğu bir zaman diliminde oldu da yıkılan beş yüz seksen evde ölen olmadı' diye anlatıyor Buluntay. Selin geldiği alanı gösteriyor ve az ilerisinde yapılan afet evlerini gösteriyor, hala evsiz olan afetzede varmış. Su baskınları sık yaşandığından HOVD nehrine yerliler Kanlı nehir diyorlarmış, beklenmedik taşkınlar çok kez ölümlere neden olmuş. Akşam ışıklarının suya vurmuş yansılarını izlerken, sakince yakamozlanan nehrin katile dönüştüğünü düşünmek hoşuma gitmiyor.
Bölgenin karakteristiği sulak birçöl olması. Pek çok nehir kolu var ağaç yetiştirmek mümkün fakat özenli bir takip gerekiyor. İnsan ve mali kaynak azlığı ana problem ve kısa vadeli bir başarıya engel oluşturuyor. Çok az çiçekli bitkileri var, sevmelerine rağmen fazlasını yetiştiremiyorlar, şehirde dolaşırken seyrek kasımpatıların dikildiği yol kenarında bir inek iştahla çiçekleri yiyordu. Kardeşler gülüşerek "bu inek birazdan tutuklanacak, sahibi dört dolar ceza ödeyecek eğer hemen gelip almazsa hapis yattığı her gün için iki dolar ödeyecek"diye anlattılar. Bayan Ülgey'de belediyenin uyguladığı dolar cezası şaşırtıcı, emperyalizmin kolu ne uzun, Türk lirasına göre üç kat pahalı para birimleri Türüg değil, Amerikan doları!
Yurda dönünce Buluntay, bir arkadaşının davetine katılabilir miyim, diye soruyor, arkadaşının oğlunun okula başlamasını kutlayacaklar. Aile yaşamından bir kesit göreceğim için hoşlanıyorum bu davetten. Kazaklar okullaşmaya çok önem veriyor, çocuklarının mutlaka iyi bir eğitim almalarını istiyorlar. Mümkün olan her şehir ve ülkeye gönderiyorlar evlatlarını, iyi eğitimin iyi bir yaşamın anahtarı olduğuna inanmışlar,imkân mutlaka yaratılıyor. Tüm yıl boyunca yapılan çobanlık ile geçinen aileler, az gelir, evde ağılda, yaylada yardımcı bedava işçi gibi algılamıyor çocuklarını. Elbette eve döndüklerinde bu işleri yapıyorlar lakin okul çağında okuldalar. Fakat üniversite sonrası eğitim aldıkları alanlarda iş bulmakta zorlanıyorlar. Sermaye birikimleri de olmadığından edindikleri kabiliyetleri yaşama geçiremiyorlar pek çoğu yine nitelik gerektirmeyen işlere ve aile üretimine katılıyor. Başka bir şikâyet konusu da siyasi yozlaşma, rüşvetle iş bulabilme ve yönetim değişimlerinde işin kaybedilme riski. Genç eğitimli nüfusun uzaklara gitmesine sebep oluyorlar.
Burada bir Kazak okulu ziyareti yaptık, okulu Şeyh Zayed vakfından yardım alarak inşa etmişler. Okul ve yapılan cami mimarisi arap çizgilerini taşıyor. Acaba yardım şartlarından biri midir? Benzer uygulamaya Balkanlarda da şahit olmuştum. Para veren ortama imzasını da koymak istiyor. Son yıllarda Türkiye Maarif vakfı yoluyla küçük katkılar yapmaya başlamış. İnşallah şartları Kazak Türklerinin yaşam ve sanat çizgileri ile uyum içinde olur. Ailemiz ile daha fazla yabancılaşmaya tahammülümüz yok, zira.
Çocuk ailenin içinde büyük öneme sahip; doğumu, okula başlaması, bitirmesi, evlenmesi büyük bir heyecanla kutlanıyor. Devlet aileleri daha fazla çocuk sahibi olmaya teşvik ediyor. Her çocuk için devlet yardımı var, sayı arttıkça yardım da gelire oranla önemli bir miktara ulaşıyor.Uçak beklerken çok hoş ve genç bir aile görmüştüm, anne hamile ve yanında birbirine yakın yaşlarda üç çocuk daha vardı. Anneleri ile güzel bir oyun tutturmuşlar, çocukların babaları da bazen onlara katılıyordu. Başka bir yolcu kadın anneye sordu "kaç balan var?"anne "dört canım var"diye cevapladı. Sesinin yumuşaklığında "can"vurgusu içime işledi. Değerli olduğuna inanarak büyüyen insanlarla dolu bir ülkem olsaydı, Türk bu kadar maskara edilir miydi?Düşünmeden edemiyorum.
Akşam birlikte gidiyoruz; hoş beşten hemen sonra sıcak süt çayı, masada atıştırmalık Kazak yemekleri, börekleri, meyveler, kuru peynir ve ilerleyen saatlerde koyun kaburga eti ile pişmiş havuç ve patates yemeği ikram ettiler. Konuklar okula başlayan ocuğa hediyeler veriyor, amcanın verdiği harçlık ile okul yakınında satılan bir tür şekerlemeden kaç tane alabileceğini hesaplanıyor, alabileceği miktara seviniyor. Çocukların neşesini hiç engellemiyorlar. Yine çocukluğumdan bir anne çimdiği anısı çekip çıkarıyorum, bizde büyüklerin huzur ve mutluluğu öncelenirdi, burada çocukların. "Güzel nene ben sana ne edeyim!"diye içimden geçirip annemin hayali ile şakalaşıyorum.
Buz gibi kuru bir gecede yıldızlar yere inmiş gibiydi, yurda dönerken. Çadırdaki sobayı yakmışlar, erken kalkılacağı için uykuya çekildik. Sabah Buluntay'ın telaşlı seslenişi ile kalktım el yüz yıkamak için çadırdan çıktığımda gördüm ki çepe çevre kar altında kalmışız, telaş ettim doğrusu. Normalde kar yağmıyor imiş uzun zamandır bu kadar aşağılara yağan ilk kar olduğunu söylüyorlar. Yola çıkmadan giysilerimi takviye edip montlar kazaklar veriyorlar, yolda da kar devam ediyor. Bulutlar, yağış, bozkırın yeşilden sarıya dönen rengi, kar altında arazideki koyun keçi, sığır, yak, at sürüleri güzel. İçten içe yolda ilerleyemezsek endişesi ile şanssızlığıma yanıyorum. Yol nerdeyse yarılanmışken yağış azalıyor ve belli bir yükseklikten sonra açık güneşli nispeten ılıman bir havaya kavuşuyoruz. Tam bu sırada nazlı bir nehir eşlik etmeye başlıyor. Çoğu yerde yol yok, yaylalar arasında "her Moğol'un kendine ait bir yolu vardır" deyişini haklı çıkarırcasına ilerliyoruz.
Steplerde ilerlerken sağlı sollu taş öbekleri var, Buluntay işaret ediyor, buralar eski Türk mezarları, büyük yığınlar savaş meydanında ölen savaşçıların gömülü olduğu toplu mezarlar diyor. Savaşçı mezarları sadece kazanan tarafın ölenleri içinmiş, kaybedenlerin ölüleri kurda kuşa bırakılırmış. Tuhaf bir duygu hâkim oluyor; bir çağ varmış, insanlar başka türlü hayatlar yaşarlarmış… Taş öbeklerinin altında yatan muzafferlerin ruhları, yukarıda kurda kuşa ikram edilen kaybedenlerle birlikte hala buralarda mıdır, bu güzel dağların gölgesinde, süzülerek akan ırmakların sesinde, sürülerin meleşmesinde, kurdun nefesinde, kuşun kanat çırpışında kayıp hayatları hakkında uzlaşmışlar mıdır?
Yüksek bölgelerden geçerken yolda bir küçük köye giriyoruz, Buluntay ve kardeşi bankamatik arıyorlar. NE BANKAMATİĞİ, NE GEZER BU YAYLA KÖYÜNDE?Diyemiyorum, varmış. Sonradan steplerdeki çadırlarda elektrik ve sabit telefon olduğunu da görünce şaşkınlığımı zor yutuyorum. Hareketli yaşam gittiği her yerde elektrik, telefon, televizyon, internet bulabiliyor. Alt yapı mevcut olduğu için çadırlar dünyanın geri kalanına dâhil olabiliyor. Hep batılı ülkeler "nasıl yapmış?" diye bakardım. Artık uzak Asya için de bunu sormalı. Üç milyona ancak ulaşan halkın yetmiş milyondan fazla hayvan sahibi olması ve kendini fazlasıyla doyuran fazlasını satabilen ülke olmasının sırrı bu olmalı. Ücrada bile dünyanın içinde olabiliyorlar. Yine yolda bir kasaba girişinde kocaman bir müzik temalı heykel görüyorum. Şehirde müzik niçin önemli anlama fırsatı bulamadım.
Yer yer şamanların dua noktalarını görüyoruz. Genellikle yüksek noktaları, yol geçişlerini, doğada ruhsal olarak önemli buldukları yerleri seçmişler. Rengârenk kurdeleler, bayraklar ile süsledikleri taş yığınlarına farklı inançlara sahip insanlar da saygı gösteriyor.
Yılanlı nehir vadisinde çok güzel sakız çamları var, koku ve lezzeti çok güzel. Havalar ısındığında dağlardan nehre inen yılanlar sebebiyle, nehir bu ismi almış. Can alıcı berraklıkta aktığı vadide nehir martılarına, balıkçıl kuşlara sıkça rastlanıyor. Kıyılarında su içmeye giden at sürüleri, develer ve yak sığırları serbestçe dolaşıyor. Mevsim kış başı olduğu için yaylalardan daha alt kısımlara göçler başlamış, yüksek tekerli kamyonlar, Sovyet döneminden kalan minibüsler ve eskiden olduğu gibi kervan halinde kışlak bölgelere yapılan göçleri görme fırsatı da oldu.
Yüksek yaylalara doğru yol alırken alabildiğince uzanan kurganların arasından ilerliyoruz. Bu bölge yaşam sonrasına ayrılmış ülke duygusu uyandırıyor. Küçüklü büyüklü mezarlar, bazıları uzun kılavuz taşlarına sahip, bir kısmı göçerek krater benzeri oyuklar oluşturmuş bin yıllardır bir tarafında ırmak ya da dağ, aşağılarda tatlı su gölleri karşıda Sıralı Küpeler diye bilinen Altay dağlarının karlı zirveleri gün ve gecenin yıldızları altında uyuyorlar. Büyüklükleri fikir vermekle birlikte hangi mezarda kimin uyuduğunu kestirmek mümkün değil. En son durağımızda bozulmamış bir kurgandan küçük bir taş almak istiyorum, Buluntay engelliyor. Mezardan alınan her şey ölünün lanetlemesine yol açarmış ve kötü şans getirirmiş. Fark ediyorum ki, batıl inançlar bu kurganları koruyor, iyi ki de öyle oluyor.
Taşlara tırmanıp oturuyoruz,Sıralı küpeler kristalize olmuş ışıyor, masal güzelliğinde. Eriyen kar sularının oluşturduğu göl kenarında kamp çadırları var. Birileri gölün buzlu tatlı sularında yüzüyor. Yol boyunca dikkatimi sıklıkla çekmişti, bol miktarda tırmanan batılı turist var. Kadim yurtlarımızı bizden önce keşfe gelmişler, yürüyerek, bisiklet ile veya bir şekilde dikkatlice keşiflerine devam ediyorlar.
Yarın dönüş yolum başlayacak, buz nehirlerini görmedim, göllerinde şifalanmadım, hep anlatılan kaplıca bölgesi… vakit azlığı nedeniyle gidemediğim pek çok rota va. Bölge kartal yetiştiriciliği ile ünlü yaz başında kutladıkları kartal bayramı var. Av için dişi kartallar kullanılıyor zira erkek kartal hem cüsse itibariyle küçük hem de avını eve getirmek yerine yakaladığı yerde yemeyi tercih ediyor. Oysa dişi kartal anaç, evdekileri besleme güdüsüyle hareket ediyor. Bundan dolayı av için yetiştiriliyorlar, ömürlerinin on yıllık esaretinde efendileri için avlanıyor sonrasında özgür kalıyorlar ve gecikmiş hayatlarını yaşamak için doğaya doğru kanat çırpıyorlar. Dişi için hayat doğada da dezavantajlı, aile için bedel ödüyorlar. Son yıllarda zengin Arap turistler yetiştirilmiş kartallar için müşteri olmaya başlamışlar, korkarım kontrolsüz talep doğal dengeyi bozabilir.
Büyükçe bir kaya üzerinde çizilmiş kaya resimlerini gördükten sonra dönüyoruz. Sırada büyük bir ovanın ortasında dikili bir balbal var, gün kararmadan yetişiyoruz. Heykel bel hizasına kadar toprağa gömülü, elinde bir kupası var, ant suyu imiş, hazırsızlık yakalandım ama Buluntay'ın sürprizi çay ile birlikte karşılıklı antlaştık, Tanrı izin verirse daha geniş bir zamanda döneceğim. Dönüş yolunda Kazak bir ailenin çadırına misafir olduk, büyük sürüleri olan aile kartal terbiyeciliği de yapıyor. Dokunup uçurabilmem için eldivenler getirdiler. Zincirinin izin verdiğince uçurabildim(!)
Çadıra davet edildik, her zamanki gibi her an misafire ikram yapılmak üzere masa ortada ve artık alıştığım yiyecek ile dolu. Süt çayı ve kımız ikram ettiler. Burada kadınların özellikle evin en yaşlısının kıdemi fark ediliyor. İkramı büyük anne yapıyor, kımız deri bir tulum içinde muhafaza ediliyor. Misafire ikram için tulumdan kaba alınan kımız büyük anneye getiriliyor, büyük anne ağaç bir kepçe ile taslara kımız koyarak misafire sunuyor. Buluntay deri tulum ve servis edilen ağaç kepçenin özel olduğunu, kımız dağıtılan kepçenin başka hiçbir şey için kullanılmadığını söylüyor. Kazaklar davetlerinin geri çevrilmesinden hoşlanmıyorlar, birkaç dakika bile olsa misafirliği ve ikramları kabul etmeniz bekleniyor. Hediye alınıp verilmesi de sevilen davranış biçimlerinden. Hal hatır soruluyor, iyi dilekler alınıyor. Yıldızlar iyice belirgin hale geldiğinde ayrıldık, ev sahiplerimizden. Uzun yol var bizim yurda.
Burası kesinlikle yaya veya at sırtında dolaşılması gereken yerlerden. Yeniden gelme fırsatı için dua edeceğim.
Nurşen Karakaş,
Bayan Ülgey,
Eylül 2018
Bilge Tonyukuk - 1 - tahtapod.com | Blog
Bilge Kağan ve Kül Tigin Yazıtı - 2 - tahtapod.com | Blog