Atatürk ile ilgili bir yazı oluşturmaya karar verdim. Atatürkçülüğün bitişini yazacaktım. Ama sonra sildim. Bir fikrin bitip bitmediğine ben nasıl karar verecektim ki? Üstelik Atatürkçülük " bir gelenek, bir yaşantı, bir üst insan modeli yaratan sistemler bütünü " değildi ki... Sonradan Atatürkçülüğün bir yönetim ve hayat felsefesi olduğuna kanaat getirdim. Hem bireysel hem de toplumsal yanı olan bir ağaç. Ağacın kökü geçmişe, insanlık tarihinin acı tecrübelerine ve ezilmiş bir Türk toplumunun yarattığı çıkmaza dayanıyordu. Atatürkçülüğün bireysel yönü hiç vazgeçmemek, hedefe doğru emin adımlarla ilerlemek ve zamanın ruhunu iyi koklamak üzerinedir. Yeise kapılmak, düşmana teslim etmek, evinin önünü başkasına temizletmek gibi acizliğin önüne geçmek ister.
Toplumsal yönü ise bir milletin ezilmemesi için gereken çalışkanlığı, akılıclığı ve şüpheciliği temsil eder. Geçmişindeki bağı ve yobazlığı Türkler unutmasın diye tek adama bağlılıktan uzak dursun, kendi yöneticisini hem seçsin hem de alaşağı etmesini bilsin niyetiyle ortaya koyduğu bir ülküdür. Bu yön hiç anlaşılmamıştır. Türkler en başta bu ülküyü Atatürk'ün bizatihî kendisini yücelterek bozmuştur. Şu anda da aşırı sağ ideolojide tutunmaya çalışan birini daha tutarak iyice dejenere etmektedir. İşte Atatürk bugünlerdeki " kahraman " arayışını görse ve yeni rakının fiyatına baksa, sigaranın artış eğrisine baksa sirozdan değil stresten ölürdü.
Burası ufak bir latife ama Atatürk'ün şimdiki düzenden ve geçmişteki aksaklıklardan hiç hoşlanmayacağı aşikardır.
İsmet İnönü gibi bir lider de eğer olmasaydı Türkiye 60'larda veya 70'lerin başında askeri sol bir cuntaya teslim olmuştu bile...
O hâlde Atatürk'ü sevip saymanın ötesinde ne yapmalıyız?
Başta onu tanımalıyız. Nasıl bir ailede büyüyüp geldiğini, fikirlerini hangi olaylar tezahüründe geliştirip ortaya koyduğunu ve en önemlisi fikirlerini uygulamaya koymak için cesareti nerden aldığını... Bugün 19 yıllık faşist bir iktidarı bile seçimle alaşağı etmekten korkan bizler onu anlamaktan ne kadar da uzak olduğumuzu göstermiyor mu?
Sonra cumhuriyet ve inkilâp hadiselerinde cereyan eden toplumsal eğilimlere bakmalıyız. Batılı gibi hareket etmeyi bırakın öyle düşünmekten bile imtina eden bir topluma neden bu kadar ' sosyal yükleme ' yapıldı? Şapka, harf, medenî kanun, soyadı kanunu, ezanın ve Kur'an'ın Türkçeleştirme çalışmaları... Bunların bir kısmını tahayyülünüzde yanlış diye kodlasanız bile neden yapmaya çalıştığının bir anlamı yok mu?
Cevabı modern ulus yaratmak gibi klişe bir şey olabilir. Ama bunun ötesinde uyuşmuş bir toplumu ayağa kaldırmak için yapılan hamlelerdi. Eski alışkanlıklarındaki morfini görmeyen ve işgale kadar harekete geçmeyen bir milletin dizlerinin üstünde durmasını sağlıyordu. Cumhuriyetin ve ulusal egemenliğin tek otorite sağlanması sayesinde ülke dinamizim kazandı. Lâkin sadece hayattayken gösterdiği yol kadar...
Bütün ahval ve şerait vahim. Memleketin her köşesi önce Allahçılarla, şimdi de partizan tek adamcılarla doldurulmuşken yine de yeise kapılmıyorum. Gençliğe hitabenin satırları aklıma geliyor :
"Vazifeye atılmak için içinde bulunduğun imkan ve şeraiti düşünmeyeceksin...
...Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakruzaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur. "
O yüzden bizim en vahim ve mühim görevimiz cumhuriyeti ve Atatürk felsefesini korumak, kollamak ve geliştirmektir. Lâkin bir insana, bir orduya, bir partiye bağlanmadan...
Atatürk ağacının altında yaşamak gibi bir niyete sahip olmalıyız.
Ne diyordu çapkın şair:
"Yaşamak bir ağaç gibi, tek ve hür
Bir orman gibi kardeşçesine...
Bu memleket bizim.
Bu memleket Atatürk'ün...
Biz de Atatürk olmalıyız!"