By İbrahim Kürşad ACAR on Cuma, 23 Ekim 2020
Category: Siyaset

CANIM ÜLKEM: DEVLET İLE ALLAH'IN YER DEĞİŞTİRMESİ

İslam inancında Allah ezeli ve ebedidir. Her şeyin sahibi, her şeyin yaratıcısı. Doğurmamıştır ve doğrulmamıştır. İslam inancını yaşayan bireyler ya da toplumlar her şeyi Allah'ın verdiğini ve her şeyi de Allah'ın aldığına inanırlar. İnsan öldüren ya da Allah'ın kanunlarını uyguladığını iddia edenleri dışarıda bırakırsak bu inanç tarzı çok güçlü ve insanı teskin eden bir inanç tarzıdır.

Üç yüzyıla geçen süreyi düşündüğümüzde batılı felsefi yaklaşımlar ve hayat tarzı dünyaya hakim olunca dini bağlar yerinden koptu. İnsan ile toplumu iç içe gören İslami hayat tarzı ise bundan etkilenmeden edemedi. Cumhuriyet devrimi ise batılı hukuk sistemi, hayat tarzını ve felsefeyi merkeze alınca İslam sosyal hayatın parçası olmaktan çıkmaya başladı. Türkiye Devleti geç modernleşmeye başlamış ve yeni yeni bireyselleşen bir toplumun devleti. Sanayileşmeye çalışmış ama batılı anlamda beceremeyince devlet tüm alanları kontrol etmeye başlamıştı. Türkiye 29'lara kadar yeterli olmasa da liberal ekonomiyi gerçekleştirmeye çalışmış fakat 29'daki büyük ekonomik buhran fakir Türkiye'nin üzerinde bir kabus gibiydi. Atatürk'ün ülkesi geri kalmışlığın nedenlerini iyi tahlil etti nerden baksanız. Fakat değişimin yavaştan gerçekleştiğini bildiğinden Atatürk modernleşmeyi devlet eliyle hızlandırmaya çalıştı. Ben bu hızlandırma çalışmasının derin yaralar açtığını bilmekle beraber zaten her şeye geç kalmış bir ülkenin mantıklı ve ilerici bir adımı olarak görmeden edemiyorum.

Aslında bugün bir noktadan Atatürk'ün istediği yere gelindi. Kendisini dini referanslarla değil de insanlığı ya da ülkesiyle veya milliyetiyle tanımlayan kişiler toplumun dinamik gücü oldu. Aynı zamanda bu değişim ve dönüşüm gerçekleşirken demokrasinin tabana yayılması çok gecikti. Kurumlar vesayet altında kaldı. Askeri darbeler, karma ekonomi denemeleri ve 68 kuşağının sol rüzgarı devletin sosyal hayattan ve ekonomiden el çekmesini zorlaştırdı ve bir yerde sürekli Demokles'in kılıcı gibi kalmasını sağladı. Devlet vatandaşından bağını koparmamak ve siyaset usülü ile tanzim etmek ve hakim olmak adına kendini mutlak verici ilan etti. Yani devlet ben ne dersem o olmalı diyerek vatandaşların üzerinde tahakküm kurmaktan vazgeçmedi. Askerler hükümetlere, hükümetler halkına taarruz etmekten vazgeçmedi. Devlet her şeye el uzatabilmek adına yavaş bürokrasisi ve alt takımının tembelliğine rağmen tavandan değişim hareketini desteklemekle inat etti. Geldiğimiz nokta ise yorulmuş bir devlet ve ümitsiz bir halk kitlesine evrildi. Oysa girişimci, sosyal ve çok kültürlülüğe açık bir millettik. Liberal demokrasi ve ekonomiyi, kapitalizme teslim etmeden yaşatabilirdik.

Devlet geçmişinden ve halkından aldığı güçle her şeye gücü yetebileceğine inanan zavallı bir mekanizma haline geldi. Gerçekleşen olayları öngörebilmek ve buna önlem almak gibi bir meseleyi bile beceremeyen bürokratik mekanizma aslına bakarsanız çöktü. Devlet, Allah'ın yerini almaya çalışınca hem Allah devletten gitti, hem de toplum devlete olan güvensizliğiyle birlikte Allah'ın bir kandırılma aracı olarak görülmesine şahit oldu. Bugünlerde yalnızlaşmış bir devletin ümitsiz halkı tamamlanmamış bir yapbozun parçaları olarak karşımıza çıkıyor.

Ne diyelim Allah, devletimize zeval vermesin ! 


Related Posts

Leave Comments