Bugün, yine bir 10 Kasım vesilesiyle, Cumhuriyetimizin banisi Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ile ilgili çok sayıda paylaşımda bulunuldu sosyal medyamızda; "ağlayan"lar da oldu ardından "sevinen"ler de, "dua"larla yâd edenler de oldu hatırasını "hakaret"amiz yorumlarla aşağılayanlar da, "Atatürk maskesi" ile dolaşırken bazı "sahtekar"lar o maskeleri "atış talim"i için hedef tahtası yerine kullanan "vicdansız"lar türedi hemen ve bazısı "ilah"laştırırcasına "put"laştırırken onun da bir kul olduğunu unutarak kimisi de "beton Kemal" yaftasıyla "deccal"laştırdı adeta. Özetle kendisinden olmayanı ötekileştiren iki kutuplu Türkiye görüntüsü serildi gözler önüne bir defa daha.
Aslında dün seyretmek zorunda kaldığımız film 94 yıllık Cumhuriyet tarihimizin bir özeti gibiydi, kelimenin tam manasıyla bir "dejavu" yaşadık. Ne acıdır ki; "emperyalist güç odakları"nın "İrade"sini en başından keşfedip Türk Dünyası ile ilgili planlarını onun "duruşu"na göre tekrar tekrar "revize" etmesine rağmen karşısında çaresiz kaldığı ve "Başbuğ"luğunu bu manada kabul ve teslim ederek önünde "saygıyla eğildiği" "eşsiz önder"i "uğruna canını feda etmeye hazır olduğu kendi milleti" aradan geçen onca yıla rağmen anlayamamıştı. O "Kurucu İrade" ki "tam bağımsız", millet "egemen"liğine dayanan ve gücünü "milli şuur" sahibi mensuplarının damarlarındaki "asil kan"dan alan bir "Milli Devlet"i hediye etmişti bu millete "yedi düvel"e karşı neredeyse "millet vasfı" kaybolmaya yüz tutmuş bir avuç "inançlı mücahid"i örgütleyerek. Büyük Türk Milleti adeta küllerinden ayağa doğrulmuştu "önderliği"nde ve "Cumhuriyet"le taçlandırılarak bu "kutlu şahlanış" zamana "Türk Damgası" vurulmuş, "Türk'ün esir edilemeyeceği" gerçeği tarihe altın harflerle kazınmıştı. Yahya Kemal'in:
"Şu kopan fırtına Türk ordusudur yâ Rabbi.
Senin uğrunda ölen ordu, budur yâ Rabbi.
Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın,
Galib et, çünkü bu son ordusudur İslâm'ın."
duası kabul olmuş "İslam Nuru" da "Türk Medeniyeti" de ayaklar altında çiğnenmekten kurtarılmıştı.
Zafer kazanılmasına kazanılmıştı ancak aynı "emperyalist güç odakları"nın güdümündeki iç ve dış mihraklar yıkım faaliyetlerine çoktan başlamışlardı bile. Bu durumu gören Gazi tam bir "Başöğretmen" olgunluğu ve öngörüsüyle "Bir millet savaş meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin o zaferlerin kalıcı sonuçlar vermesi ancak irfan ordusuyla mümkündür." diyerek tekrar kolları sıvamış ve "Büyük Türk Milleti"nin içine düşürüldüğü karanlıktan sıyrılıp yeniden "muasır medeniyetler seviyesine" çıkarılması mücadelesini başlatmıştı. Bugün "Cumhuriyet"imizin içine düşürüldüğü "Kurtuluş Savaşı"mız öncesini çağrıştıran "vahim" durum onun aramızdan ayrılışından sonra "eşsiz öngörü"sünden olması gerektiği gibi faydalanamadığımızın açık bir göstergesidir. Yaklaşık 15 yıla sığdırılan onlarca "inkılab"ın tek hedefi bana göre - çok iddialı bir ifade olacak ama - "Kızılelma"ya - "Türk Milleti"nin ülkü birlikteliğinin sembolleşmiş hali - ulaşmaktır. Çünkü "Başbuğ Atatürk" bizzat "kendi ifadesiyle" sabit olduğu ve "bütün ömrünü uğruna feda ettiği" üzere katıksız bir "Türk Milliyetçisi"dir. Onun milliyetçiliği "millî birlik ve bütünlüğe" büyük önem veren, "sınıf kavgası"na karşı, "gerçekçi ve vatan kavramı"na dayanan, "saldırgan" değil "barışçı", "milliyetçiliği" reddeden akımlara karşı, "millet egemenliği" ilkesiyle bağlantılı, "demokrasiye yönelik" ve belki de en önemlisi "ırkçı"lığı reddeden bir "kültür milliyetçiliği"dir.
Bu bağlamda onun gibi şuurlu bir "Müslüman Türk Evladı"nı ve "imanlı Allah(cc) kulu"nu şu veya bu sebeple "hakir" görme eğilimine girenlerin ve "şer odakları"nın emriyle "millet"inin gözünden düşürmek için "tarihi gerçekleri" bilerek çarpıtmak suretiyle hakkında "dinsizlik" algısı yaratma "bayağı"lığına yeltenenlerin önce "akli yetkinliği"nden devamında ise "milli şuuru"ndan ve aynı şekilde "ilah"laştırarak yüceltebileceğini zanneden zevatın ise "iman"ından şüphe ederim. Mustafa Kemal "Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben milletimin en büyük ve ecdadımın en değerli mirası olan bağımsızlık aşkı ile dolu bir adamım. Çocukluğumdan bugüne kadar ailevî, hususî ve resmî hayatımın her safhasını yakından bilenler bu aşkım malumdur. Bence bir millete şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın vücut ve beka bulabilmesi mutlaka o milletin özgürlük ve bağımsızlığına sahip olmasıyla kaimdir. Ben şahsen bu saydığım vasıflara, çok ehemmiyet veririm. Ve bu vasıfların kendimde mevcut olduğunu iddia edebilmek için milletimin de aynı vasıfları taşımasını esas şart bilirim. Ben yaşabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı kalmalıyım. Bu sebeple milli bağımsızlık bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketin menfaatleri icap ettirirse, insanlığı teşkil eden milletlerden her biriyle medeniyet icabı olan dostluk ve siyaset münasebetlerini büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak, benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin, bu arzusundan vazgeçinceye kadar, amansız düşmanıyım." diyordu hiç tereddütsüz.
Son söz olarak "Yüce Türk Milleti"nin her ferdine bir kez daha ısrarla hatırlatmak istiyorum ki devletimizi üzerine inşa ettiği "sağlam temelleri" birer birer sökmeye çalışanlar bunca çabaya rağmen hala başaramadıklarına göre anlayın "Gazi"nin ne kadar "büyük" bir deha olduğunu ve hatırası önünde saygıyla eğilin, ben öyle yapacağım.
Ya siz?