Devlet kendini topluma "Tanrı" olarak kabul ettirmiş de o yüzden… Oysa devlet – toplum bir bütündür. Biri olmadan diğerinin olması mümkün değildir. Birbirlerine olan üstünlükleri söz konusu değildir. Bunu ne zaman anlayacağız, merak ediyorum.
Bu sıralar kendi kabuğuma çekildiğimden ülkenin ve toplumun ahvalini unutur olmuşum. Birey olarak kendine önem verdiğiniz zamanlar işte böyle sosyolojik olaylardan uzaklaşabiliyormuşuz. Türk milletinin bir mensubu olarak bu durumun millet genelinde olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Neden bir denge unsurumuz yok ve neden bir profesyonel olamıyoruz?
Birey olarak çıkarlarını düşünmek bir yandan insanı kendi alanında geliştirmesini sağlarken bir yandan toplumsal çıkarları ihmal etmenize neden oluyor. Aslında millet olmuş toplumlarda birey – toplum çıkarları doğru orantılı bir şekilde ilerler. Fakat bizim gibi "halk" merhalesinde kalmış toplumlarda bu ilişki zıt bir şekilde işliyor. Birey olarak kendi çıkarlarınıza hizmet etmek istediğinizde toplumu dışlamak gerektiğini görüyorsunuz. Diyelim ki fedakar, cefakar ve çilekeş olmaya karar verdiniz ve toplum ya da kamu hizmeti yapıyorsunuz ; o zaman da kendi benliğinizi çürümeye mahkum ediyorsunuz. Örnek mi istiyorsunuz? Gidin devlet memurlarının haliyle kendi işlerini yapanları bir karşılaştırın. Bu birey – toplum zıtlığını rahatlıkla görebilirsiniz.
Kendi kabuğuma çekilmiştim, demiştim ya… Aslında benim durumum "kendi çıkarlarımı" ön plana atmak değildi. Toplumsal gelişmelerden ve kurtuluşa giden yollardan ümidimi kesmiş olmamdı. Ben toplumcu biriyim ve toplum yararıma hizmet etmek hoşuma gidiyor. Çünkü insanın doğasındaki o fedakarlık insana gurur verici bir huzur sağlıyor. Fakat bu durumu Türkiye'de muhafaza etmek hiç kolay değil. Çünkü Türkiye gibi devletin "Tanrı" sayıldığı ülkelerde toplumcu herkes aslında birer köledir. Herkes ama herkes devletin kontrölünde, devletin kurallarına göre ve devletin sınırları çizdiği kadar yaşamalıdır. Kardeşim anarşikliğin ne luzümü var diye soruyorsanız ; size cevabım şu olacaktır:
" Devlet – toplum – birey hiyerarşisinden bıktım çünki… İç içe birbirini tamamlayan bu değerlerin yazdığım şekilde üstünlük olarak algılanmasından bıktım. Devletin topluma, toplumun da bireye olan tahakkümünün bu ülkede sınırı yok. Baskılayıcı bir çemberi devlet dürtüp duruyor. Toplum buna alkış tutuyor, birey ise bu durumdan zevk alıyor. Psikopatça bir şey bana göre…"
Neyse anlatmak istediğime gelmek istiyorum. Devletlerin farklı farklı yönetim şekilleri olabilir, hükümet sistemleri değişebilir, partiler kendi arasında koltuk kapmak için canavarlaşabilir, liderler sultan olmak isteyebilir. Bunlar Türkiye ve diğer dünya ülkelerinde olan ve olabilecek şeyler. Bu tip durumlar buzdağının görünen kısmı. Bizim hangi şekle girersek girelim ; bakmamız gereken tek bir mesele var. Birlikte yaşama ve öz insan değerlerini nasıl bir arada tutacağız? Yani kuracağımız ekonomik sistem, eğitim sistemi ve toplumsal birimlerin işleyişi nasıl olur da birbirimizi tamamlayacak şekilde zuhur edebilir? Herkes kendini toplum ya da devlet için kurban etmek zorunda değil! Bu zorunluluk tıkanıklığa sebep oluyor. Toplumdaki her meslek grubunda –özellikle güvenlikle ilgili meslek gruplarında- gereksiz bir fedakarlık aşkı doğuyor. Asker, polis ölmediği takdirde vatanın elden gideceğini düşünüyor. Peki bunun sebebi ne? Devlet kendini topluma "Tanrı" olarak kabul ettirmiş de o yüzden… Oysa devlet – toplum bir bütündür. Biri olmadan diğerinin olması mümkün değildir. Birbirlerine olan üstünlükleri söz konusu değildir. Bunu ne zaman anlayacağız, merak ediyorum.
Devletin bu psikolojik üstünlüğü devam ettikçe ve toplumun bireyleriyle beraber kendisi de bu durumu kabul ettikçe yıllardır yaşadığımız şu buhran bitmeyecektir. Osmanlı'nın kalmaması gereken tek anlayışı olan "Tanrı Devleti " anlayışı bize miras kalmış. Liberal demokrasiler, sosyalizm, kapitalist ekonomik model, milliyetçi devlet, barışçıl devlet gibi kavramların önemi yok. Bunlar sadece yönetime talip olacak kişler tarafından gücü elde etmek için bir araç olarak kullanılıyor. Çünkü herkes biliyor ki Türkiye'de devlet yönetimine hakim olursan kendi anlayışını toplumda çok kolay yerleştirebilirsin. O yüzden bitmek bilmeyen bu kavgalar, koltuk hırsları… Fakat biz toplum ve birey olarak devetin bizden bağımsız olamayacağını ve biz istersek devletin yöneticilerini bir çırpıda değiştirebilceğimizin farkında olursak hiyerarşiyi yıkarız. O zaman bu bermuda şeytan üçgenini üç parçalı bir puzzle haline getiririz. Büyük resmi göremeyip tek bir pencereden bakışımız bizi hep yaralıyor. Sadece şunu düşüneceğiz :
"Vatan üzerinde yaşadığımız toprak parçasıdır. Bu toprak parçasında yaşamak uğruna nice kanlar dökülmüştür. Bu vatan toprakları şanlı Türk'ün hakkı. Özgürlüğünün, bağımsızlığının en büyük delili. O halde bizim bu vatan üzerinde kurduğumuz yapı bizi feraha kavuşturmalı. Şehit olanların ya da vatanına ömrü boyunca çalışmış insanların emekleri boşa gitmemeli. Kendi kurduğumuz yapıya tapmamalıyız. O devlet ki bizim kanımızın parçası ve kanıtı. O biz var olduğumuz için vardır. Bizle beraber büyüdü ve bizle beraber yok olacaktır. O yüzden devlet, bizim kontrolümüzde gerçekleşen bir örgüttür. Yaşayış biçimimizin resmi belgesidir. Dünyadaki yerimizi belli eden bir nişanedir devlet. O halde o bizim isteğimize göre şekillenmeli bizim isteğimize göre tavır almalıdır. Biz devletin kendini muhafaza etmesinde ve güçlenmesinde ortaya atılacak yemler değiliz. Biz bu devleti oluşturan Türk milletiyiz! …"
Bağlılık, vatan toprağının kutsallığı böyle sağlanır. Aidiyet duygumuz, millet bilincimiz, toplumsal etiklerimiz, bürokrasimizin sağlamlığı, devletimizin gücünün çokluğu böyle tamamlayıcı bir düşünce ile gerçekleşir.
Söyleyin o halde ; milli mücadele dönemindeki gibi akl-ı selim olursak bizi kim durdurabilir?