O 1999'u hatırlıyorum.
Hatırlıyoruz.
Gel gör ki 21 yılda ne tedbir aldık bunu konuşmuyoruz.
Arada zelzele yoklarsa da öyle bir hatırlanıyor.
Konuşacak oluyoruz.
"Aman birinci sıradaki işler sırasında bunu da düşünelim" diyoruz.
Düşünmüyoruz.
Uzmanlar yalvarıyorlar.
En keskin ifadelerle fotografı çiziyorlar:
"Deprem uzak değil. Yine gelecek. Ve bu sefer daha yıkıcı olacak. Çünkü hemen hiçbir tedbir almadık, almıyoruz."
Kime söyleniyor diye etrafa bakınıyoruz.
Hiç üstüne alınan yok.
Burada bir kaç yönden ciddi bir durum ortaya çıkıyor.
Belki, -belki değil muhakkak- bu temel arızayı konuşmalıyız.
Çünkü herşey o arızamızdan çıkıyor.
Yaptıklarımızdan anlaşılan şudur:
Dikkatimizi dertlerimize değil başka başka yerlere veriyoruz.
Başka şeyler düşünüyoruz.
Derdimiz önce kendimiz ve etrafımız, diğerleri ölse de olur gibi bir sonuç çıkıyor.
Kendimize odaklanıyoruz.
Hiç şüpheniz olmasın, nepotizm ve kayırmacılığın her türlüsü bu sonucu verir.
İşin tuhafı bizde şimdi bu normalleşiyor.
Bu aptal yakınları kollamak yüzünden büyük zekaları kaybediyoruz.
Ülkenin üst makamları feryad eden halka karşı yılışan veya olur olmaz yerde paylayan yüzlerle doluyor.
Hakıkaten araştırılması gereken bir durumdur.
Buradan kaç sosyoloji, siyaset, psikoloji, felsefe.. tezi çıkar.
Tabii bunu yaparsa da elin adamı yapar.
Bu manzarada bunlar burada rahat araştırılamaz.
Bu da acıdan acı bir sonuçtur.
Daha yumuşak ve daha soğukkanlı bakalım:
Meselelerimizi sayıp dökmekte ve sıraya koymakta iyi değiliz.
Kaynakları doğru kullanmada benim gibi çok anlamayan birinin dahi hemen onlarca örneğini sayacağı yanlışlar içindeyiz.
Gördüğüm netice şudur:
Bu memlekette sistem insan merkezli çalışmıyor.
Evet insanı ihmal ediyoruz.
Onun hakkını hukukunu dikkate almıyoruz.
Devlet aygıtı çiftlik mantığıyla işletiliyor.
Kurallar kolayca rafa kalkabiliyor.
Düşünün!
Mesela Almanya'da bizde yaşananların biri yaşanabilir mi?
İsraf eden, gereksiz harcama yapan, usulsüzlük eden anında gider.
Kim olursa olsun gider.
Koca Cumhurbaşkanı, kendi cebinden uçak bileti aldırırken küçük bir aykırılık ortaya çıkınca anında istifa etti.
Bizde neler neler oluyor, adamlar yerini pekiştiriyor.
Bu ahlak galiba ahlak değildir.
Ahlâk "elin gâvurunda".
Düşünün!
Bu 21 yılda betona gömdüğümüz paranın ne kadarı gerekliydi ben bilmiyorum.
Yalnız herkes gibi, hepimiz gibi şunu ben de biliyorum: Üçüncü Havaalanı lüzumsuzdu.
Atatürk havaalanı'nı kapatmak ve sonra salgında milyarlarca dolarlık pistlerini kazıp üstüne barakalardan hastane yapmak da lüzümsuzdu.
Büyük paralara ihale ederek yaptığımız köprüler lüzumsuz değildi, böyle yapılması kat kat pahalı ve lüzumsuzdu.
Bunlar gibi daha neler var.
Bu saydıklarımızdaki israfın bilançosunu çıkarsak, sadece İstanbul'u değil, bütün Marmara'yı depreme karşı koruyacak kaynak çıkar.
Bırakın bunu, şu yokluk günlerinde hala hazırlıklarını sürdürdüğümüz İstanbul Kanalı( Kanal İstanbul diyorlar da ben Türkçeleştiriyorum)'na gidecek para İstanbul'u depremden kurtarır.
Amerika'yı memnun edeceğiz diye girdiğimiz yükün ağırlığını varın hesap edin!
Teklifim şudur:
21 yılda kim ne yaptı, ne yapmadı, niye yapmadı?
Hadi varsa mazeretlerini duyalım: Niye yapılmadı?
Yarın deprem olur da yine 20 bin veya -Allah korusun- uzmanların dediği gibi 100 bin insanımızı kaybedersek bunu nasıl yorumlayacağız?
Yine Veli Göçer'ler bulup onunla mı suçumuzu kapatacağız?
Boş boş şeyleri ekranlarda tartıştırarak gerçekleri örtemeyiz.
Deprem açık ve acil derdimizdir..
Canımızı yaktı, yakıyor, yakacak.
Hükumet, belediyeler, vakıflar, dernekler, kim bu dertle ilgilenmiyorsa bir başka hıyanet de budur.
Başta hükumet, illa hükumet tabii
Sorumluluk onlardadır.
Bir zamanların Başbakan'ı İstanbul'a ihanet ettik demişti.
Ettiler ve ihaneti yine devam ettirdiler.
İhanet kolay kullanılır bir söz değildir.
Bedeli ağırdır.
Yalnız, nasıl oluyorsa onun bedeli de ihanet edenlere değil halka düşüyor.
Dedim ya, bu memlekette ölçü kalmadı.
İşte ölçüsü bu ölçüsüzlüktür.
Yıllardır bu yıldönümlerinde içim acır ve yazamam.
Bunları söylemek de içimden gelmezdi.
Bıçak kemiğe dayandı.
Ne olur, artık harekete geçelim!