Çalışmaya başlamadan günün özetlerini alayım dedim.
Baktım, yine bir yığın gereksiz gündemlerle doluyuz.
Yine Ayasofya mesela.
Bir aydır tartışmak ve böyle tartışmak zerrece akıl işi olmayan, yüzde yüz memleketin zararına bir durum.
Ayasofya'yı açabiliriz.
Herkes açılabilir diyor.
Bu konuda farklı düşünen yok.
Tamam ama biz konuşacağız ve konuşturacağız, diyorlar.
Bu oyunu biz böyle hemen bitsin diye planlamadık ki..
Yine konuştukça konuşuyoruz.
Havanda su dövüyoruz.
Bataklık üretiyor, sinek çağırıyoruz.
Üzerinde durulmuyor ama Ayasofya'yı açıp da ne yapacağız?
Ne kazanacağız, ne kaybedeceğiz?
Bunlar ayrıca konuşulur.
Yalnız bir aya yayarak tartışırsanız burada iyi niyet yoktur.
Fayda yerine zarar getirir.
Atasözünü bilirsiniz, affınıza sığınarak vereceğim: "Çok ürüyen it sürüye kurt getirir."
Bakınız Amerika dahil herkes bu konuda bir şeyler söylemeye başladı.
Belki de asıl maksad buydu: Çünkü onlara rağmen açtık denecek.
Herkesin ağzından bu yiğitlik akacak.
Gel de ağır fatura getirecek bu basitliğe acıma, yanma!
Bir aydan fazla zamandır konuştuklarımızın ve yaptıklarımızın bu sonucu getirdiğini ve daha da ek faturalar getireceğini görmeliyiz.
Bu yayma-sündürme ve sokak ağzıyla tartışmalar içerde kısa zamanda prim yapabilir ama zamanla faturası çıkar.
Devlet işleri böyledir.
Birilerinin günü kurtarma ve yönetenlere, halka şirin görünme hevesleriyle götürülemez.
Fatura ağır çıkar.
Olan belli:
Bunu gündeme getirenler yine din üzerinden bir şeyleri kullanma peşinde görünüyorlar.
Ayasofya, din, cami...
Yine yanlış yapıyorlar.
Barolar meselesi de olacak iş değil.
Olanları anlatamayan ve çaresiz kalan bir dost, çok kullanılan bir tabiri söyledi.
Böyle bir değişiklik ancak Muz Cumhuriyeti'nde olur.
Bir diğeri orada da olmaz dedi.
Bu derece manasız bir iştir.
Bölen, parçalayan, kavga ettirecek, bozuk yargı sisteminin bir ayağını daha bozacak bir iştir.
Bunu görmek için hukukçu olmaya gerek yoktur.
Nitekim hukukçulardan da bu düzenleme iyidir diyene rastlanmıyor.
Fakat yine vazgeçilmiyor.
Buna şaşmak yetmez!
Sabah sabah bunlara ilave başka sahte gündemler de haberlere yansıtıldı.
Bunları seyrederken, dinlerken , hep 15 temmuz'dan hemen sonra yazdığım bir yazıda dediğim aklıma geliyor.
"Bu memleket hakıkatini kaybetti..." demiştim.
Ağır bir sözdü.
Ağır bir sözdür.
Hatta benim gibi milletine her şartta güvenen biri için de edilecek söz değildir.
Bunu düşündüğümde de Mehmet Âkif örneği gözümün önündedir.
O neler neler söyler.
Bizim dinin gerçeğinden uzaklaştığımızı söyler.
Çalışmadığımızdan şikayet eder.
Yalan yanlış yaşadığımızdan bahseder.
Bu durumda batmak normaldir, der.
"Hayret veriyorsun bana sen böyle değildin!" der.
Ve herşeye rağmen bizden ümidi kesmez.
Bununla da kalmaz, Allah'a sitemini en ağır, en edilmez sözlerle haykırır:
"Ağzım kurusun, yok musun ey adl-i ilâhî?"
Âkif bu, pür samimiyettir.
Söyler.
Bu gündemlere bakınca, bu memleket manzarasına bakınca ben de az söylemişim, az söylüyorum.
Bir Âkif gelse de o gür sesiyle diyeceğini deseydi.
Yok ve böyle bir yoksulluğu da yaşıyoruz.
Âkif kuvvetinde olmasa da diyenler tabii ki var.
Bu sahteliklere karşı az da olsa söz söyleyenler var.
İyi ki var!
Müsaade buyurulsun, ben de bunu diyeyim:
Bu memleket hakıkatini kaybetti.