Arapların
Nazi
Tarihi
Arapların
Nazi
Tarihi
Mahmut Sabit çoktan mazi olmuş bir çağdan arda kalmış gibi duran zarif bir beyefendi.
Kahire’de 19. yy.’da yapılmış villasının oturma odasında loş ışıkta antika koltuğuna oturduğunda, odanın duvarlarında asılı olan yağlı tablolardan biri gibi duruyor adeta. Tablolar Sabit’in atalarının portreleri.
Mahmut Sabit
Villa Sabit’in baba evi. Ailesi Osmanlı İmparatorluğu ve Mısır Kırallığı’nda önemli görevler üstlenmiş, bir çok devlet adamı yetiştirmiş köklü bir aile.
"General Schmitt..." diye anlatmaya başlıyor Mahmut Sabit. Anlatacakları çok gizli olmasa da, tarihin pek bilinmeyen bir kesiti.
Sadece General Schmitt’in değil, birçok eski Nazi subayının ve savaş suçlusunun hikayesi.
İkinci Cihan Harbinden sonra müttefiklerin işgali altında olan Almanya’dan kaçan veya kaçmasalar da artık Almanya’da dışlanan bu Naziler, Katolik Kilisesi’nin de yardımlarıyla Ortadoğu’ya kaçmış ve orada yeni görevler üstlenmişler: Kimi lobici olmuş, kimi propaganda danışmanı, kimi istihbaratçı, kimisi de yeryüzünden yok etmek istedikleri Yahudilerin kurduğu devletin burnunun dibinde, Arap ordularına general.
Mahmut Sabit, tarihçiler tarafından yeterince önemsenmeyen bu konu hakkında teferruatlı bilgi sahibi olan az insanlardan biri…
Maziden koparak yeniden söze başlıyor, 1940’ların sonundan itibaren anlatmaya devam ediyor Mahmut Sabit.
"Arap Birliği 1947’de yeni kurulmuş olan İsrail Devletine karşı ilan ettiği savaşı kaybettikten sonra askeriyesinin zayıf ve çağ dışı olduğunu kabul ederek yardım almaya karar verir. Yardımlarına başvurmak için eski sömürgecileri İngiltere ve Fransa söz konusu olamaz. Ayrıca İngilizler o zamanda halen başta Süveyş Kanalı olmak üzere Mısır’ın önemli bölgelerini kontrol etmekte ve yerel halk tarafından büyük tepki görmektedirler.
Arap Birliği Genel Gekreteri Abdelrahman Azzam, modern savaşın mucidinin Almanlar olduğu kanaatindedir. Zaten Hitler döneminde de Araplar Almanlara sempati beslemişlerdir."
Bu sempatinin oluşmasında en çok katkısı olanlardan biri de dönemin Kudüs Müftüsü Muhammed Emin el-Hüseynî'dir. El-Hüseynî 1939’a kadar Araplar’ın Filistin’e yerleşen Musevilere karşı sürdürdüğü direnişi örgütlemiş, 1937’de Hitler ile işbirliği yapmış, Alman ordusunda Boşnaklardan oluşan 13. SS Waffen Dağ Tümeni „Handschar“ Birliğinin (Hançer Birliği) kurulmasında etkin rol almış, Ekim 1941’den savaş sonuna kadar Almanya’da yaşamıştır hem de, Almanlar’ın gerek Kırım’da sırf sünnetli oldukları için ‘bunlar da Yahudidir...’ diyerek öldürdükleri binlerce Müslüman Kırım Türk’üne ve Nazi kamplarında sadece Yahudileri değil, 10 binden fazla Müslüman’ı da öldürmesine rağmen, Arap Yarımadası’da Nazi propagandasının yayılmasını sağlamıştır.
El-Hüseynî & Adolf Hitler
1896-1897 yılları arasında Kudüs’te doğduğu tahmin edilmektedir.
1921’de İngilizler tarafından Kudüs müftüsü olarak atanır ve kendi devletlerini kurmak isteyen Filistinlilerin lideri olur.
Muhammed Emin el-Hüseyni siyasal İslamcı, Musevi düşmanı dünya görüşüne uygun komplo teorileri uyduran ve bunları yayan biridir.
1936-1939 yıllarında Musevilere ve İngilizlere karşı olan ayaklanmaların önderliğini yaparken, 1937’den sonra Nasyonal Sosyalistlerle işbirliği yapar.
1941’den 2. Dünya Savaşının sonuna kadar Almanya’da yaşar ve Arap Dünyasına Nazi propagandasının yayılmasını sağlar. Holokost’u etkin olarak destekler, Musevilerin Doğu Avrupa üzerinden kaçmasını engeller ve Müslümanların SS’e katılmasını sağlar. SS’te Boşnak Sançar Birliği’nin kurulmasına etkin rol alır.
Savaştan sonra 1948’te savaş suçlusu olarak tutuklanır ama mahkemeye çıkarılmaz, Mısır’a iltica eder, faaliyetlerine Mısır’dan devam eder ve Müslüman Kardeşler ile birlikte çalışır.
1948 Filistin Savaşından sonra siyasi önderliğini kaybeder. Buna rağmen 1951-1962 yılları arasında Dünya İslam Konferansı’nı yönetir.
Muhammed Emin el-Hüseyni aynı zamanda Jassir Arafat’ın akrabası, öğretmeni, akıl hocası ve destekleyicisidir.
Görüş ve söylemleri günümüzde Hizbullah, Hamas, el-Kaide ve IŞİD tarafından hala kullanılmaktadır. Osama bin Laden ve Omar Saeed gibi isimler eylemlerini, el-Hüseyni’nin fetvaları ile meşrulaştırmışlardır.
El-Hüseyni 1974’te Beyrut Amerikan Üniversitesinde ölür.
Mısır kralı I. Faruk 1947’de gizli bir planı yürürlülüğe geçirmek için kuzeni Adel Sabit, yani Mahmut Sabit’in babasını görevlendirir. Adel Sabit ve I. Faruk yeni bir ordu kurmak üzere kısa zamanda bir isim üzerine anlaşırlar. Anlaştıkları kişi Alman Afrika Kolordusu komutanı olarak Libya çölünde İngilizlere karşı savaşan 61 yaşındaki Korgeneral Artur Schmitt’tir.
Artur Schmitt & Adel Sabit
Kahire
Kahire
Schmitt 1949’da Kahire’ye gelir ve ‘Bay Goldstein’ adı altında şehir merkezinde bir otelde yaşamaya başlar. Görevi silah altında 1 milyon askeri, tek bir komuta merkezi, tek bir askeri doktrini olan bir ordu kurmaktır. Arap Birliği bu projeye sadece askeri açıdan değil, aynı zamanda ülkeleri arasında oluşturmak istedikleri bir siyasi federasyonun da ilk adımı olarak değerlendirmektedir.
1888’de doğan Artur Schmitt, lise eğitiminden sonra 1907’de Bavyera Ordusu’nun Prens Ludwig Erhard‘ piyade birliğine girer. Münih Askeri okulunu bitirdikten sonra teğmen olarak o dönem Alman sömürgesi olan Alman Güneybatı Afrikası’nda göreve başlar.
1. Cihan Harbinde savaşır ve esir düşer. Kaçmak isterken yakalandıktan sonra esir olarak İngiltere’ye gönderilir ve 1918’de savaş esiri takası kapsamında tekrar Almanya’ya gelir ve Münih’te Yüzbaşı olarak göreve başlar.
1919’da gönüllü olarak Litvanya ve Yukarı Silezya’da savaşır.
1920’de Bavyera’ya geri döner ve Aschaffenburg ve Münih’te polis teşkilatında çalışır.
1935’te yeniden Alman ordusunda görevlendirilir ve görevine Albay rütbesi ile başlar.
Göttingen, Mainz ve daha sonra Wiesbaden’de görev yaptıktan sonra İkinci Dünya Savaşı başlamadan tümgeneralliğe terfi eder.
Savaş başlangıcında Piyade Birliği 626’nın komutanı olarak Üst-Ren cephesinde savaşır ve Straßburg’u fetheder. Akabinde savaşa Polonya ve Rusya’da devam ettikten sonra Afrika Zırhlı Birliği’ne tayin edilir. Libya’nın Bardia kasabasına saldırıda 1942’de İngilizler tarafından esir alınır.
1948’de serbest bırakılıncaya kadar esareti ilk önce Kahire’de, sonra Güney Afrika, Kanada ve İngiltere’de geçer. 1949’da Arap Birliği’nde danışman olarak göreve başlar. 1950’de Mısırlı generallerin entrikası yüzünden danışmanlık görevini bırakır ve Almanya’ya geri döner.
1966’da aşırı sağcı NPD partisi için Bavyera Eyalet Meclisine seçiler Artur Schmitt, hayatının sonuna kadar Nasyonal Sosyalizmi savunmuştur.
Buna rağmen proje gizli tutulur. Sadece Arap Birliği üye ülkelerin liderleri, kral I. Faruk ve Adel Sabit plandan haberdardırlar. ve Mısır Kırallığı’nda önemli görevler üstlenmiş, bir çok devlet adamı yetiştirmiş köklü bir aile.
Mahmut Sabit ailesinin 19. yy’dan beri tuttuğu arşivini elektronik mecraya kaydetmiş. Bir kaç yıl evvel Tahir Meydanı’ndaki isyanlar esnasında yaralananlara sığınak ve yardım sunduğu bir odada küçük bir masa üstüne duran bilgisayarını açarak, kaydettiği fotoğrafları gösteriyor.
Binlerce eski fotoğraf, belge ve film….
Fotoğraflardan birinde Londra Elçiliğinin açılışında diplomat olarak bulunan büyük babası, diğerinde Nil kenarında lüks bir araba önünde poz veren anne ve babası...
Başka bir fotoğrafta General Schmitt. Fotoğrafı babası Adel Sabit çekmiş.
Schmitt’in çok resmi var Mahmut Sabit’in arşivinde.
Schmitt ve eşi palmiyeler altında çay içerken,
Schmitt Şam’da,
Schmitt Alman Afrika Kolordusunun çölde savaştan geri bıraktığı bir tank hurdasının üstünde,
Schmitt arazi etüdü için Golan Tepelerinde...
Schmitt’in babasına gönderdiği bir raporu gösteriyor Mahmut Sabit.
Bu raporda Schmitt 1948’de Arapların mağlup olmasının sebebinin ‘beceriksiz Mısır komutasının’ olduğuna dair görüş bildirmiş. Schmitt’e göre Mısırlı komutanlar Yahudilere savaşı kendi şartlarında zorlamayı ve böylece İsrail devletini bir Yıldırım Harbi* ile iki hafta içinde yok etmeyi başaramamışlar.
"Babam Schmitt’i severdi." diyor Mahmut Sabit "Çünkü Schmitt’in her askeri soruya verebileceği bir cevabı vardı. Schmitt kendisini Alman ordusunun (Wehrmacht) generali olarak görürdü. SS ile alâkası yoktu. SS ona göre ‘tarihin bir hatasıydı’, askeri zekaları yoktu, fanatiklerdi."
Mahmut Sabit’in sözlerinden babasının eski bir Nazi ile işbirliği yapmasını hiç yadırgamadığı anlaşılıyor.
_____
*Almanca: Blitzkrieg (tam tercüme, şimşek savaşı), yani uzun sürmeyen, düşmanı hazırlıksız yakalayarak şaşırtan ve çok kısa sürede neticeye ulaştıran askeri saldırı
Vatikan
Vatikan
Eski Nazilerle işbirliği yapan tek ülke Mısır değildir.
1948-1949 yıllarında Mısır’ın komşusu Suriye 50 eski Nazi subayını Schmitt’in Mısır’da üstlendiği göreve benzer işlerle görevlendirir. Bu 50 subayın bir çoğu Hitler’in kurduğu SS’de bizzat görev almış isimlerdir ve aynı Schmitt gibi Wehrmacht örneği doğrultusunda yeni bir ordu kurmak ve istihbaratı teşkilatlandırmaktır.
Şam, bu isimlerle Roma üzerinden irtibat sağlamıştır.
İkinci Dünya Savaşı sonrası her ne kadar İtalya ‘Nazilerden kurtarılan mağdur ülke’ konumunda olsa da, bürokrasisinde hala Mussolini’ye uzak olmayan çok faşist mevcuttur. Bunların yanı sıra Vatikan’da özellikle Alman / Avusturyalı veya Hırvat Krunoslav Draganovic gibi kardinaller de, Nazi Almanya’sına çok yakın durmaktaydılar.
Hala varlığını devam ettiren ve Papa’ya bağlı Santa Maria dell'Anima Enstitüsü’nün görevleri günümüzde de Hıristiyanların ağırlıklı olarak Kudüs’e Hac seyahatlerini düzenlemek ve Katolik Kilisesinin Almanca konuşan etki alanındaki papaz adaylarının eğitimini koordine etmektir. Enstitü Roma’nın merkezinde olmasına rağmen turistik mekanlardan uzak bir sokaktadır. Ağır bir kapı ile girilen bahçenin içinde Kutsal Roma İmparatorluğu Alman Kraliyeti’nin armasının işlendiği bir lahit durmaktadır. Bahçeyi bir kilise ve papaz adaylarının eğitimlerini gördüğü binalar çevrelendirmektedir. Bu binaların birisinin ikinci katında bir koridorun duvarlarında enstitünün eski müdürlerinin porteleri asılıdır ki, bunlardan biri de ‘Alois Hudal’ın resmidir.
31 Mayıs 1885’de Avusturya Graz’da doğan Hudal, 1904’ten 1908’e kadar memleketinde teoloji okuduktan sonra 1908’te rahip olarak yemin eder.
1911’de yine Graz Üniversitesi’nde teoloji dalında doktorasını yaptıktan sonra eğitim için Roma’ya Alman Rahip Koleji Santa Maria dell’Anima’ya gider. Kolejde Eski Ahit üzerine yaptığı araştırmalar üzerine yeni bir doktora yapar ve profesörlük ünvanı alır. Daha sonra Doğu Kiliseleri hakkında araştırmalarına devam eder ve bu konuda Viyana Üniversitesi’nde kürsü sahibi olur.
1923’te Santa Maria dell’Anima’nın müdürü olarak atanır. Roma’da Vatikan’ın Alman Büyükelçisi Euginio Pascelli ile tanışır. Pascelli daha sonra papa olur ve XII. Pius ismini alır ve 1933’de Hudal’i piskoposluğa atar. Hudal, Hıristiyanlık ve Nasyonal Sosyalizmin ortak hedefleri olduğuna inanıyor ve ikisi arasında bir sentez oluşturmaya çalışıyordu.
Avusturya ve Almanya’nın birleşmesinden dolayı 6 Nisan 1938’de Paskalya Pazartesi için düzenlemek istediği kutsama töreninin Vatikan tarafından onaylanmaması, XII. Pius ile Hudal arasına bir mesafe oluşması sonucunu doğurdu.
Gerek Vatikan’da gerekse Nasyonal Sosyalistler arasında Hudal’ın görüşlerini çok eleştirenler bulunmaktaydı. Her ne kadar Hudal Hitler tarafından altın parti rozetine layık görülmüş olsa da, NSDAP içindeki kilise düşmanları ve Yeni Pagan akımının mensupları kilisenin Hudal sayesinde NSDAP’ye sızmak ve yönlendirmek istediğini savunuyorlardı. Vatikan ise, her ne kadar Hudal’ın Musevi ve bolşevik düşmanı eylemlerine karşı olmasa da, görünüşte tarafsız olmayı tercih ediyordu.
Eylül 1943 ile Haziran 1944 arasında Roma Almanlar’ın işgali altındayken, şehirde Musevilere karşı büyük çapta bir toplama operasyonu gerçekleştirileceğinden haberdar olan Hudal, Alman şehir komutanı General Rainer Stahel’den‚ Papa’yı protesto mecburiyetinde bırakmamak için' bu tür eylemlerin sonlandırılması için ricada bulunur. Roma’da Hitler’in emrettiği gibi 8000 değil ancak 1000 Musevi tutuklanır.
Hudal’ın savaş sonrası anlatımına göre Stahel Himmler ile irtibata geçip, Roma’nın özel durumu nedeniyle bu tür eylemlerin azaltılmasını sağlayabilmiştir. Lakin bu söylemin doğruluğunu kanıtlayabilecek belge bulunmamaktadır.
Savaştan sonra Hudal Vatikan’ın birçok kurumunun gayri resmî desteği ile çok sayıda Nazi’nin kaçmasına yardımcı olmuştur. Buenos Aires’de von Leers be Gerhard Bohne gibi bazı eski Nazi tarafından çıkarılan Yol dergisinde makaleler yayımlayan Hudal, ömrünün sonuna kadar bu yardımlarının sadece ‚Hıristiyan İnsan Severliği’nden kaynaklandığını savunmuştur.
1952’de Vatikan’ın baskısı ile Santa Maria dell’Anima’nın müdürlüğünden feragat eden Hudal, 1953’in sonuna kadar Roma-Katolik Kilisesi İnanç Öğreti Merkezi (Congregatio pro doctrina fidei) için bilir kişi olarak çalışmış ve Papa’ya yazdığı bir mektupla Kilise’nin tutumuna karşı düştüğü hayal kırıklığını dile getirerek, bu görevden kendi isteği ile ayrılmıştır.
Hudal’ın 19 Mayıs 1963’te Roma'da ölümünden sonra yayımlanan hatıratında, Nasyonal Sosyalizmin uygulanmış halini desteklemese de, Hıristiyanlık, Katolik toplum öğrenimi ve milliyetçilik sentezine ve anti-bolşevik tutumuna sonuna kadar inandığı ve savunduğu anlaşılmaktadır.
Avusturyalı Alois Hudal 1937-1952 yıllarında enstitüde müdür olarak görevdedir. Nasyonal Sosyalizm ve Roman Katolik Kilisesi’nin ortak hedeflere sahip olduğunu savunan Hudal, 1936’da yayımladığı ‘Nasyonal Sosyalizmin Temelleri’ kitabını ‘Alman kalkınmasının lideri ve Alman umudunun ve yüceliğinin muzafferine’ („Dem Führer der deutschen Erhebung [und] Siegfried deutscher Hoffnung und Größe“) sözleri ile Hitler’e ithaf etmiştir.
Nasyonal sosyalistlere beslediği hayranlık onun ‘Nazilerin saray teologu’ lakabıyla anılmasına sebep olmuştur.
Hudal savaş sonrası kazananların hukukundan kaçan Nazilere yardımcı olmayı kendine görev edinmiş ve hatıralarında ‘sözde(!) savaş suçlularına’ yardımcı olmakla övünmüştür. Yani savaş bittikten sonra bile Nazilerin savaş suçu işlediklerini kabullenmemiştir.
Bu şartlar Roma’nın eski Nazilerin ortadan kaybolmak için barınabilecekleri bir şehir olmasını sağlar. Aynı zamanda durumun farkında olan ülkeler bu Naziler ve işbirlikçilerinin arasında işlerine yarayacak olanları Roma’da ararlar.
Latin Amerika kapılarını Nazilere sonuna kadar açarken, ABD ve Rusya gözünü mühendis ve bilim adamlarına diker. Şehirde Nazileri kendi taraflarına çekmek isteyen ajanlar ve yargılanmaktan kaçarken kendilerine yeni imkanlar arayan Naziler cirit atmaktadırlar.
Bu Nazilerden biri de RSHA’nın (Reichssicherheitshauptamt- Reich Güvenlik Baş Dairesi) üst düzey yöneticilerinden, RSHA Kuzey İtalya bölge amiri Walter Rauff’dur. Himmler tarafından kurulan RSHA, Gestapo, SS ve emniyet gibi birimlerin bağlı olduğu üst kuruldur ve dolayısıyla Rauff, Yahudilerin, Romanların, sosyalistlerin, engellilerin yani Nazi rejiminin üstün ırk anlayışına uymayan ve rejime karşı gelen herkesin Nazi imha kamplarında veya kamplara giderken yol esnasında yok edilmelerinde etkin rol oynamıştır.
Seneler sonar Rauff: "Mahkumları kurşuna dizmenin askerler için büyük bir psikolojik baskı olduğunu fark ettim. Askerlerin bu baskıdan kurtulması benim için ön plandaydı. Gaz arabalarını kullanarak bu baskının ortadan kalktığını tesbit ettim." diyecektir.
Mevzu bahis ‘gaz arabaları’, mahkumların sevkiyatının hava geçirmez bir kabinde sağlandığı ölüm kamyonlarıdır. Kamyonların özelliği ise motordan çıkan egzoz dumanının mahkumların kabinine verilmesi ve mahkumların böylece sevkiyat esnasında zehirlenerek ölmeleridir.
Walter Rauff savaşın bitmesinden hemen sonra Milano’da tutuklanır ancak müttefikler tutukladıkları Nazinin soykırımının baş sorumlularından biri olduğunu anlayamadan kaçmayı ve Roma’da izini kaybettirmeyi başarır.
Roma’da geçici olarak güvende olsa da uzun vadeli kalamayacağını bilen Rauff tam geleceği ile ilgili çözüm ararken, 1948’de ‘Dr. Homsi’ (bazı belgelerde de Dr. Hamsi olarak geçer’) ile tanışır. Dr. Homsi asıl adı Akram Tabarr olan, savaşta gönüllü olarak Almanların safında savaşmış Suriyeli bir ajandır ve Roma’da Arap Birliği’nin planlarına uygun Nazilerle irtibat sağlamakla görevlidir.
Rauff Dr. Homsi’nin teklifini kabul etmekle kalmaz, onun başka Nazilerle tanışmasında ve onları Suriye’ye gönderilmelerinde etkin rol alır. Rauff’in biyografisini yazan Alman tarihçi Martin Cüppers’e göre Rauff’un Santa Maria dell'Anima Enstitüsü’nde bir çalışma odasında diğer Nazilerle buluşup onları Suriye’deki yeni görev için işe alır, Hudal ve Draganovic ise tutuklama emri ile aranan Nazilere sahte pasaport ve seyahat belgeleri hazırlar.
Vatikan bünyesinde Hudal veya Draganovic gibi ‘din adamlarının’ Nazilere yardım ettiklerinin farkındadır. Örneğin Vatikan’ın arşivinde bulunan 1947 tarihli bir telgrafda Vatikan papazları ‘yabancılara sığınak sağlamamaları’ gerektiğine dair uyarır, lakin bu uyarıya karşı gelindiği takdirde uygulanabilecek bir ceza yoktur. Alman dış istihbaratı BND’nin (Bundesnachrichtendienst) arşivinde Draganovic’in Vatikan’ın istihbaratında görevli olduğunu kanıtlayan belgeler mevcuttur ve Vatikan bu bilgiye hiç bir zaman itiraz etmemiştir.
Zaten Vatikan’ın o dönemki resmî tutumu ‘eski düşmanlarla barışmak gerektiği’ doğrultusundadır. Vatikan’ın amacı bu şekilde doktrininde ateizm olan komünizme karşı mücadeledir.
Bütün bunlar olurken İtalyan hükümeti bu olan bitenlere göz yummaktadır. Bunun nedeni, bürokraside hala Mussolini taraftarlarının bulunmasının yanı sıra, İtalyanlar Alman savaş suçlularının yakalanıp müttefiklere iade edildikleri takdirde sıranın çok kısa zamanda İtalyan savaş suçlularına geleceğinin farkındadırlar.
Alman Roma Konsolosluğu’nun raporlarında üst düzey bir İtalyan bürokratın “ilk Alman savaş suçlusunun iade edildiği gün, İtalyan savaş suçlularının iadesini talep eden ülkelerde isyan dalgası başlar.” diye beyan ettiği kaydedilmiştir. Gerçi savaş sonrası Alman dışişlerinin de Nazilerin yakalanması konusunda çok hevesli davrandığını söylenemez. Aksine, ellerindeki tüm imkanlarla aranan Nazileri uyarmış ve yakalama ve yargılama sürecini engellemiştir.
Bu şartlar altında Rauff’un 50 Nazi subayını Şam‘a gönderebilmesinin çok da zor olmadığı anlaşılmaktadır. Wehrmacht’ın paraşütçü, pilot gibi değişik birimlerinden SS mensuplarından oluşan bu 50 Nazi arasında Sobibor ve Treblinka İmha kamplarının kumandanları olarak toplam 1 milyondan fazla insanın ölümünden bizzat sorumlu olan Gustav Wagner ve Franz Stangl gibi isimler de bulunmaktadırlar.
Franz Stangl, Sobibor ve Treblinka Nazi kamplarının komutanı
Şam
Şam
Rauff, savaş sonrasında, Almanya’daki eşini ve çocuklarının gizlice İtalya’ya gelmesini sağlar. Bugün Hamburg’da yaşayan yeğeni Jochen Emsmann, kendi anne babasının bu kaçışa nasıl yardımcı olduklarını hatırlıyor: “Çocuklara, yani kuzenlerime uyku ilacı vererek uyumaları sağlandı. İtalyan gümrüğünde kontrol esnasına kimse uyuyan çocuklarla tek başına seyahat eden bir bayandan şüphelenmediği için yengem kuzenlerimle rahatça İtalya’ya giriş yapabildi.“
1906’da doğan Rauff, 1924’te İmparatorluk Donanması’na (Reichsmarine) girer. Eşini aldattığı için görevden atılmanın önüne geçmek için 1937’de donanmadan kendi istifa eder ve Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’ne (NSDAP) üye olur (Üyelik numarası: 5.216.415) ve 1938 Ocak ayında SS’te göreve başlar (SS-Sicil numarası: 290.947). 1938 Nisan’da SS- Hauptsturmführer’liğine (yüzbaşı rütbesine denk) terfi eder ve görevine Sicherheitsdienst’te (Güvenlik Servisi) devam eder.
1939’da Polonya'nın İşgalinden sonra Reinhard Heydrichs’in yönetiminde SD toplantılarına katılır ve toplantıların protokollerini tutar. Toplantıların konusu, Polonya’nın işgalinden sora Alman askerleri tarafından işlenen toplu katliamlardır. 1940-1941 senelerinde gönüllü olarak Hitler’in donanmasına görev aldıktan sonra Reichssicherheitshauptamt’taki görevine geri döner II D, VI F birimlerinin yönetimini üstlenir. Heydrich Bohemya ve Moravya Protektorası görevini üstlendikten sonra onunla beraber Prag’a gider.
Almanya’nın Sovyetler Birliğine saldırısından sonra Rauff II D biriminin amiri olarak Rusya’da işlenen Roman-Çingene soykırımının (Porajmos) sorumlusudur. 1942’den sonra Alman ve İtalyanların Afrika seferinde elde ettikleri başarılardan sonra Rauff Kuzey Afrika, Filistin ve Ortadoğu’da Yahudilerin sistematik katledilmesinden de sorumlu olan birimin amiridir.
Müttefiklerin 9 Mayıs 1943 Tunus seferinde Almanlara karşı elde ettikleri başarılardan sonra Rauff ekibiyle Napoli’ye geri getirilir. 4 gün sonra Alman ve İtalyanlar Tunus’ta teslim olurlar.
Daha sonra bir kaç hafta Korsika’da görev aldıktan sonra, Kuzey İtalya’da partizanlara karşı mücadeleden sorumlu Yukarı İtalya amiri olarak RSDH’da göreve başlar. 21 Temmuz 1944’de SS-Standartenführer’liğine (alay önderi, albay rütbesine denk) terfi eder ve 1945’de kısa bir süre için Almanların İtalya’da teslimiyet müzakerelerine katılır. 30 Nisan 1945’de başka SS üyeleri ile barındığı Hotel Regina’da tutuklanır.
Rauff’un sorgulamalarında müttefiklere aşırı düşmanlık beslediği ve savaş sonrasına asla olumlu katkısı olmayacağı anlaşıldığı için müebbet cezası tavsiye edilir. Aralık 1946’da Rimini’de Amerikan esir kampından kaçmayı başaran Rauff kendi ifadesiyle Kardinal Alois Hudal’ın yardımıyla 18 ay boyu Vatikan’ın değişik kilise ve kurumlarında saklanır. Kasım 1948’de Suriye ajanı Akram Tabarr için başka Nazileri Suriye için işe aldıktan sonra ailesi ile beraber Suriye’ye gider.
1949 Suriye’yi terk ederek sahte kimlik ile Roma üzeri Ekvador’a oradan da Şili’ye kaçar. Rauff 1979’da bizzat Augusto Pinochet tarafından Şili’ye davet edildiğini söyleyecektir.
1958’de Rauff Alman istihbaratında göreve alınır. Hala uluslar arası savaş suçlusu olarak aranmasına rağmen 1960 ve 1962 yılları arasında‚ Enrico Gomez adıyla BND’nin eğitim ve konferanslarına katılır.
BND’de V-7.410 sicil numaralı ajan olarak kayıtı olan Rauff’a 2000 Mark maaş bağlanmıştır. 2. Dünya Savaşı esnasında işlediği savaş suçları yüzünden süren mahkemelerde savunmasını yapan avukatlarının ücretinin bir kısmını da BND üstlenmiştir. 1961’de Rauff’un adı İsrail’de Eichmann duruşmasında geçer.
Aralık 1962’de Şili’nin güneyinde Punta Arenas’da tutuklanır ama Şili kanunlarına göre cinayet suçu 15 yıl sonra zaman aşımına uğradığı için İsrail veya Almanya’ya teslimi reddedilir.
Şili’de 1970’te Salvador Allende başkan seçildikten sonra özellikle İsrail ve ABD Rauff’un teslim edilmesi ve mahkemeye çıkması için çok çaba gösterseler de, başarılı olamazlar. 1980’da İsrail ajanlarının planladığı bir suikast girişimi de başarısız olur. Rauff Şili’de kurduğu balık konservesi fabrikası ile büyük servete kavuşur ve hayatını büyük bir çiftlikte hayvancılıkla uğraşarak geçirir.
Uzun süredir akciğer kanserine yakalanan Rauff 14 Mayıs 1984’de geçirdiği bir kalp krizi sonrası ölür.
_____
1984, Santiago, Şili'de Walter Rauff'un cenaze töreni.
50 Nazinin Suriye’ye gitmesini sağlayan Rauff, 1948’de ailesi ile beraber Şam’a gider. Emsmann o dönem amcasının babasına yazdığı mektupları saklamış. Yazışmalardan Rauff’un ve diğer Nazilerin Suriye’de çok sıcak karşılandığı anlaşılıyor. Zaten Suriye halkı İngiliz ve Fransız sömürgesinden kurtulmayı hayal eden diğer Arap toplumları gibi, savaş esnasında Almanları desteklemektedir. Şam’da dükkanlarda Hitler portrelerinin asılı olduğu, halkın “Yukarıda Allah, yerde Hitler…“ dediği bir dönemden söz ediliyor.
Drittes Reich (Üçüncü Reich, yani Üçüncü İmparatorluk, Nazi Almanya’sında Hitler’in kurmak istediği ve hükmettiği devlete verilen isim) sayesinde sömürgeci İngiliz ve Fransızlardan kurtulamasalar da, Arap Birliğinin hükümdarları artık Drittes Reich’ın ithal ettikleri savaş uzmanları sayesinde yeni kurulan İsrail’den kurtulmanın hayalini kurmaktaydılar.
Arap Birliği bu hayalleri kurarken tabii ki İsrail istihbaratı da boş durmamaktaydı. Arapların askeri konumlarını İsrail’e bildirmekle görevli ajanların‚ “tüm askeri birlikler Alman komutası altında” diye rapor verdikleri görülmektedir. Nazilerin savaş eylemlerine bizzat katılıp katılmadıkları kesin olarak bilinmemekle birlikte, müttefik istihbarat örgütleri “Rauff Suriye istihbaratını Gestapo çizgisinde yeniliyor“ diye bildirmişlerdir.
Ancak, Rauff’un şansı bu sefer de yaver gitmez. Suriye’de 1949’da gerçekleşen bir darbe sonrası hükümet düşer. Darbenin ana sebeplerinden biri, İsrail’e karşı başarısız olunmasıdır. Yeni hükümet kullandığı Rauff’tan‚ özellikle Yahudi esirlere işkence uyguladığı için ülkeyi terk etmesi istenir. Oysa gerçek sebep Rauff’un eski rejime olan yakınlığıdır. Suriye’de bu gelişmeler yaşanırken Mısır’da da bazı generaller Artur Schmitt’e karşı komplo kurarak onun görevden alınmasını sağlarlar. Schmitt 1950’de Almanya’ya geri döner. Rauff ile beraber diğer Nazi subaylarının da birçoğu ülkeyi terk ederler. Rauff ailesi ile beraber Lübnan üzeri tekrar İtalya, Cenova’ya döner ve 17 Aralık’da hep beraber Ekvador’a kaçarlar. Ülkeyi terk eden bazı Naziler Rauff gibi Güney Amerika’ya giderken bazıları Schmitt’in bıraktığı boşluğu doldurmak üzere Mısır’a giderler.
Rauff ile beraber Suriye’yi terk eden Nazilerin yerine yenileri gelir. Bunlar arasında Hitler’in en yakın çevresinden iki isim de vardır; Adolf Eichmann’ın sağ kolu Alois Brunner ve Eichmann’ın Dış İşleri Bakanlığındaki en yakın dostu ve Yahudi Masası’nın amiri Franz Rademacher.
Holocost'un baş sorumlularından Franz Rademacher
Kahire, II
Kahire, II
Mahmut Sabit babasının anlattıklarından hatırladıklarını, arşivlerde bulunan belgeleri doğruluyor. O dönemde Arturr Schmitt ile birlikte yaklaşık 70 Nazi Mısır’a gelmiş.
1951’de Kral Faruk’un kardeşi, Alman endüstri devi Reichswerke Hermann Göring’de üst düzey yöneticilik yapmış Wilhelm Voss’u Kahireye davet eder. Voss’un görevi Mısır savunma sanayisini geliştirmek ve Schmitt’in tamamlayamadığı ‘ordu kurma’ görevini hedefe ulaştırmaktır.
Voss’un Almanya’dan kurduğu ekipte Borsig, Rheinmetall ve Krupp gibi şirketlerde çalışan mühendis ve roket teknisyenleri bulunmaktadır. Bu ekip doğrudan Voss ve sekreteri Josef Tiefenbacher’e bağlıdırlar ve çalışmalarını doğrudan Mısır Savunma Bakanlığın binasında sürdürürler.Tiefenbacher, Heinrich Himmler’in kurmaylarından eski bir SS elamanıdır. Emekli General Omein Kahlil bu dönemi yaşamış son şahitlerden biri.
O da aynı Mahmut Sabit gibi Kahire’de yaşıyor. Oturma odası askeri hayatında aldığı başarı belgeleri ve madalyalarla dolu. Duvarda asılı fotoğraflar kariyerinin en önemli anlarını gösteriyor. "1947’den 1954’e kadar Kara Kuvvetleri Piyade Okulunda ders verdim." diye anlatıyor "Almanların geldiğini hatırlıyorum. Mısır askerlerini eğitmek için gelmiştilerdi. Gece savaşı, Blitzkrieg gibi özel savaş taktikleri öğreterek özel kuvvet birimleri yetiştiriyorlardı." Arap Birliği ne kadar gizli tutmaya çalışırsa çalışsın, elbette İngiliz istihbaratı Arapların yeni ortaklarından haberdar olur. Mısır’da görev alan Nazi subaylarının arasında bir isim İngilizleri özellikle rahatsız etmektedir: Gerhard Mertins.
30 Aralık 1919’da Berlin’de doğan ve büyüyen Gerhard Mertins, eğitimini Scharfenberg Askeri Yatılı Okulunda alır.
İkinci Dünya Savaşında değişik görevler alan Mertins 12 Eylül 1943’te Meşe Operasyonuna (Unternehmen Eiche) katılarak Gran Sasso Dağlarında tutuklu bulunan Mussolini’nin kurtarılması sağlar.
1940-1943 arası 5 kere yaralanan Mertins, Alman Altın Haçı ve Demir Haçın Şövalyesi madalyaları sahibidir.
1945’te Volkswagen genel müdürünün asistanı olarak VW Käfer’in (vosvos) ihracatından işe başlar. 1947’de Bremen’e taşınır ve endüstri malzemesi ihracatı ve taksi şirketleri kurar. Aynı zamanda Mercedes’in Ortadoğu pazarını geliştirir.
Bremen’de eski silah arkadaşların kurduğu Yeşil Şeytanlar grubunun lideri olur ve Almanya’nın tekrar silahlanmasını amaçlayan değişik Neo-Nazi grupları ile yakın temasta bulunur.
1951’de Mısır’a giden ve orada değişik görevler üstlenen Mertins, uluslararası gizli servislerin dikkatini çeker ve hem Alman istihbaratı BND ve aynı zamanda Amerikan CIC için çalışır. Kendi yazdığı kısa biyografisinde ‚ Suudi Arabistan, Mısır, Suriye, Bahrain ve başka ülkeleri kapsayan Alman ihracat teşkilatı kurduğunu belirtir.
1963’te İsviçre Vevey’de, Mısır’da beraber çalıştığı Otto Skorzeny ile ortak Merex Export AG şirketini kurar. 1965’te İran istihbaratı SAVAK ile düzenli bir işbirliğine girdiğini ve Alman istihbaratının talimatıyla başka batı istihbaratları ile yakın çalışmalarda bulunduğunu söyler.
Spiegel Dergisi, Almanya’nın savaş bölgelerine silah ihracatı yapması kanunen yasak olmasına rağmen, Mertins’in Pakistan’a İran üzerinden Alman hava kuvvetlerine ait eski F-86 uçakları sattığını ortaya çıkarır. Bunun üzerine Bonn savcısı Mertins’e karşı dava açar.
Mertins Alman istihbaratı BND’de tarafından bizzat görevlendirildiğini belgeleyebildiği için hem davada merak eder hem de Alman devletinden 5 milyon Mark tazminat alır.
1967’de Königswinter yakınlarında Thomasberg’te bir çiftlik satın alır ve otele çevirir. Mertins ölümüne kadar Şili ile özel ilişkilerde bulunur. 1975’de Almanya’ya sahte isimle giriş yapan Şili istihbaratının komutanı Manuel Contreras’ı ağırlar ve onunla beraber İran’a iş seyahatine gider.
1978’de değişik Alman politikacıları ve eski Nazilerden oluşan 120 mensubu olan Colonia Dignidadın Dostları grubunu kuran Mertins, 19 Mart 1993’te ABD, Fort Laudardale’de ölür.
Mertins 30 yaşında, Mısır’da yeni görev alan Nazilerin en gencidir. Sırf maceraperestlikten savaşa katılan Mertins’in çok riskli görevlerden de çekinmediği bilinmektedir. Mesela Mussolini’yi devrilmesinden sonra kurtaracak olan operasyona katılmıştır.
Voss, savaş bittikten sonra Bremen’de taksi şirketi kuran Mertins’e Mısır ordusunda paraşütçü birliği kurmasını teklif ettiğinde, Mertins hiç düşünmeden Kahire’ye gelir. Mahmut Sabit babasının Mertins ile tanıştığını hatırlıyor. "Babam hep Mertins’in çılgınlıklarını anlatırdı." diyor Sabit. "Bir seferinde askerleri ağır tüfeklerle tam teçhizat piramitlerden yukarı ve aşağı koşturmuş, başka sefer de Kahire üzerinde alçak irtifadan atlama çalıştırınca askerler Zamelek semtinde balkonlara takılı kalmışlar."
Mertins çılgınlıkları yüzünden değil, Mısır askerlerine ‘gerilla savaşı’ eğitimi verdiği için İngilizlerin dikkatini çeker. İngilizler ile Mısır arasında gerginlik zaten gittikçe artmaktadır. İngiliz karargâhlarına bombalı saldırıların düzenlendiği bir dönemde eski bir Nazi subayının Mısırlılara gerilla taktiği öğretmesi İngilizlerin hiç hoşuna gitmez. Oysa aynı dönemde Mısır basınında Mertins’in ailesi ile Mısır’ı çok sevdiğinden söz edilmekte, Voss ve diğer Alman uzmanlarla işbaşında ve Kuzey Afrika’da İngilizlere karşı savaşmış Mareşal General Erwin Rommel ile beraber gösteren ve Mertins’i öven makaleler yayımlanmaktadır.
Kahlil Rommel’in savaş stratejisi hakkındaki bir kitabını alıyor, kitabı arasında saklı Rommel’in fotoğrafını çıkartıyor ve “İngilizlerden nefret ederdik. Çünkü sömürgeleriydik. Rommel Mısır halkına Almanları sevdirdi.” diyor.
Bonn
Bonn
İngilizler durumdan rahatsızlıklarını Almanya’ya bildirirler ancak işgal altındaki Batı Almanya’nın şansölyesi Konrad Adenauer, "Ortadoğu’da yaşananların Batı Alman hükümetinin etki alanında bulunmadığı, özel inisiyatif üzerine yaşanan gelişmeler olduğu, dolayı müdahale imkanlarının da olmadığı" cevabını verir.
Aslında Batı Almanya, Voss ve ekibi sayesinde Mısır’a ağır sanayi ihracatı yapmayı ummaktadır. Mayıs 1951’de Batı Almanya Maliye Bakanı Ludwig Erhard, Voss ile buluşmak ister ama bu buluşmayı ‘İngilizlerin hassasiyetini’ dikkate alarak gizli tutar.
Konrad Adenauer
Voss, Batı Almanya’nın beklentilerini boşa çıkarmaz ve Mısır’ın Almanya’dan ağır sanayi ürünleri ısmarlamasını sağlar.
Sömürgelikten kurtulan Arap ülkeleri savaştan sonra tekrar ekonomik kalkınma çabalarında olan Almanya için paha biçilmez bir pazar ve bu ülkelerde askeri 'danışmanlık' görevinde bulunan eski Naziler için ise muazzam bir gelir kaynağıdırlar.
Özellikle çılgın eğitim metotları ile ün salan Mertins, muazzam bir ticari zeka sergiler ve Mercedes-Benz, VW, Siemens, Quandt gibi Alman sanayi devlerinin temsilcisi olarak büyük başarılar elde eder. Voss savunma sanayi sektöründe Flick, uçak sanayisinde Heinkel’in Ortadoğu danışmanlığını üstlenir.
Bu tür ticarette bu danışmanların ‘Nazi’ olmaları, imajları için gayet olumludur. Ne Voss, ne de Mertins dünya görüşlerini gizleme ihtiyacı duymazlar. Alman istihbaratı BND’nin arşivinde bulunan raporlarda Voss’un kendisini 'Federal Almanya' (Batı-Almanya) ile zıt düşen biri’ olarak tanıttığı, Mertins’in ise "Görevimizi geçmişte yaptığımız gibi yapabilmemize yardımcı olan iyi bir Tanrı yanımızda olsun. Biz değerlerimizin idrakindeyiz." dediği belgelenmiştir.
Adenauer Eylül 1952’de Nazi döneminde Yahudilere uygulanan zulmün sembolik bir tazminatı olarak İsrail’e üç milyar Alman Markı bedelinde ürün göndermeyi kabul edince Arap Birliği ülkelerinden büyük tepki alır, hatta Araplar 'Alman ürünlerini boykot etmekle' tehdit ederler. Arap halkı karara karşı sokaklarda protestolara başlar ve Kahire’de yaşayan Kudüs müftüsü Muhammed Emin el-Hüseyni Adenauer’i ‘Dünya Yahudiliğine alet olmak’la suçlar.
Alman Kahire sefiri Günter Pawelke, Voss’u Almanya karşıtı tepkilerin kışkırtmakla suçlar, Batı-Alman istihbaratı BND de Voss’un İsrail’e ödenecek tazminata aşırı karşı olan bir grup Neo-Nazi ile irtibatta olduğunu belgeler. Buna rağmen Bonn, Voss ve diğer Nazileri gizli de olsa desteklemeye devam etmektedir.
1953’de Mısır’a seyahat eden bir Alman diplomat askeri danışmanlar hakkında raporunda, "Mısır’daki faaliyetleri, Almanya’nın itibarının Araplar arasında artmasında, ortaya çıkan siyasi anlaşmazsızlıkların giderilmesinde ve Alman Ar-Ge’sine sadece askeri değil, diğer alanlarda da danışılmasına büyük katkıda bulunmuşlardır ve dolayısıyla olumlu bir siyasi etken olarak kaydedilmelidirler." diye belirtir.
Son
Son
Durum 1950’lerin ortasında değişir.
1954’de Mısır’da Cemal Abdünnasır iktidara gelir ve yönünü Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku’na çevirir. Abdünnasır 1955’de Sovyetler Birliği ile silah sanayisi anlaşması imzalar. Silahları Çekoslovakya üzerinden ithal edecektir. BND raporuna göre Voss, eski Çekoslovak bağlantılarını kullanarak bu anlaşmanın imzalanmasını sağlamıştır.
Abdünnasır Ekim 1956’da Asvan-Barajı için gereken finansmanı sağlamak amacıyla Süveyş Kanalı’na el koyar. Oysa kanalın yapımında imzalanan anlaşmaya göre, kanalın Mısır’a devrine daha 12 yıl vardır. Kanalın stratejik öneminden dolayı Fransa, İngiltere ve İsrail bölgeye asker gönderir ama BM, ABD ve Sovyetler Birliği’nin baskısı üzerine geri çekerler. Bu hamle Araplar tarafından saldırganlık ve sömürgeciliğin devamı olarak algılanır ve Mısır’ı Doğu Bloku’na ve Sovyetlerin kucağına iter.
Bu gelişme sonrası birçok ‘Alman danışman’ Mısır’ı terk eder.
Cezayirlilerin Fransızlara karşı sürdürdüğü bağımsızlık mücadelesi yeni bir piyasa oluşturmaktadır. Cezayir Kurtuluş Cephesi’nin ihtiyaç duyduğu silahları temin edebilmesinde Mertins’in yanı sıra Wilhelm Beisner ve daha birçok eski Nazi önemli rol alırlar.
***
Mısır Başkanı Abdünnasır her ne kadar da Doğu Bloku ve Sovyetler Birliği ile çok yakın ilişkilerde bulunsa da eski Nazilerden tamamıyla vazgeçmek istememektedir. Gestapo’nun eski komutanı Joachim Deumling Mısır istihbaratının danışmanı olur. Joseph Göbbels’in eski bir elemanı olan Johann von Leers 1956’da Mısır’da propaganda birimine danışmanlık yapar.
Von Leers savaştan sonra ilk önce Arjantine kaçar ve sonra Mısır’a gelir. Nazi Almanya’sında ‘Der Angriff’ (Saldırı) gibi dergilerde makaleleri basılan von Leers, Jena Üniversitesinde gerçekleri çarpıtarak, Nasyonal Sosyalizm ve İslam’ın ortak fikriyata sahip olduğunu savunur. "Arap yarımadasının Yahudilerin istilasına uğramasına engel olan İslam, insanlığa büyük bir hizmet vermiştir." Şeklinde açıklamaları bulunur. Arjantin’de yaşadığı dönemde 'Der Weg' (Yol) isimli Yahudi düşmanı neonazi dergisi yayımlamıştır.
Dünya Museviliği üzerine birçok makale yayımlayan von Leers, Musevileri 'biyolojik olarak dünyayı yozlaştırmaktan başka seçeneği olmayan bir ırk' olarak tanımlar. Mısır İçişleri Bakanlığı’nın ihtiyaç duyduğu zemin tam da budur.
Von Leers Kahire’nin nezih bir semtine yerleşir. Bir müddet sonra İslam’ı kabul eder ve ismini Omar Amin olarak değiştirir. Kahire Üniversitesinde Latince dersleri verirken aynı zamanda hem İçişleri Bakanlığının propaganda bölümünde çalışır hem de Alman istihbaratı BND için…
Bugün hala Kahire’de yaşayan Nagda el-Kadi, üniversitede von Leers’in öğrencisidir. El-Kadi "Onu bize Göbbels’in sağ kolu diye tanıttılar." diyor ve devam ediyor: "Latince hariç 10 dili daha ana dili gibi konuştuğu, hatta Abdünnasır’ın ondan özel ders aldığı söylenirdi." Von Leers, Mısır’da eski bir dostu olan İngilizlerin Filistin’den sürdüğü Kudüs Müftüsü Muhammed Emin el-Hüseyni ile karşılaşır. Von Leers ve el-Hüseyni birbirlerini müftünün Berlin’de yaşadığı zamandan tanımaktadırlar. O dönemde birlikte Müslüman dünyası için Nazi propagandasını geliştirmiş ve yaymıştırlar. Kullandıkları en önemli mecra radyodur. Bunun için Kur’an surelerini Yahudilere karşı nefretle yorumladıkları programda, spikerliği el-Hüseyni üstlenmiştir.
1958’de BND von Leers ile ilişkisini "verimsizlik" ve von Leers’in "psikolojik sorunları" nedeniyle sonlandır. Daha sonra da Mısır devleti onunla çalışmaktan vazgeçer. Her ne kadar von Leers 60’ların başında tekrar Almanya‘dan Mısır’a başka bilim adamlarını getirmeye çalışsa da, Nazilerin Ortadoğu macerası yavaş yavaş sona ermektedir. Maceranın ilk aktörlerinden olan Artur Schmitt, Almanya’da 1966’da aşırı sağ parti NPD için Bavyera Eyalet Meclisinde vekil olur. Seçim afişlerinde eski Nazi üniforması ve gamalı haç ile poz verir.
Walter Rauff Şili’ye kaçar. 1984’de öldüğünde cenaze töreninde eski arkadaşlarının kendisinden Hitler Selamı ile veda ettiği görülmektedir.
Nazilerin Ortadoğu maceralarının ikinci nesli sayılabilen Wilhelm Voss ve Gerhard Mertins bir müddet daha Ortadoğu’da kalır ve Irak ve Suud-i Arabistan gibi ülkelerde ticarete devam ederler. Mertins en önemli Alman silah tüccarlarından biri olur. Eski Nazilerin Şili’de kurdukları ve daha sonra Pinochet döneminde Nazi imha kampları çizgisinde bir toplama kampı olarak kullanıldığı için dünyaca tanınan tarikat Colonia Dignidad’ı destekleyen “Colonia Dignidad‘ın Dostları” grubunun kurucularından olan Mertins, 1993’de Florida’da ölür.
Johann von Leers ise BND’nin kendisi ile beraber çalışmayı sonlandırdıktan 5 yıl sonra Kahire’de ölür.
Sonuçta, Arap Birliği bu eski Nazilerden umduğunu bulamamıştır. Ne İsrail’e karşı savaş kazanabilmişler ne ortak, güçlü ve verimli bir ordu ve ne de gelişmiş, bağımsız bir silah sanayi kuramamışlardır. Oysa her ne kadar savaş sonrası Batı-Almanya resmî olarak bu Nazilerle mesafeliymiş gibi görünse de, onlar sayesinde ekonomisini güçlendirmiş ve çok gizli yürüttüğü siyasi hedeflerini takip edebilmiş ve bu eski Nazilerden çok faydalanmıştır. Bugün bir çok Alman endüstri devi, uluslar arası pazar payını, büyük bir ölçüde bu Nazilere borçludur.
Ve görünürde savaş suçlusu olarak aranan bu Nazilerin çoğu, ülkelerinden kaçtıktan sonra inanılmaz servet sahibi olmuşlardır.
Arapların
Nazi Tarihi
Kahire’de 19. yy.’da yapılmış villasının oturma odasında loş ışıkta antika koltuğuna oturduğunda, odanın duvarlarında asılı olan yağlı tablolardan biri gibi duruyor adeta. Tablolar Sabit’in atalarının portreleri.
Villa Sabit’in baba evi. Ailesi Osmanlı İmparatorluğu ve Mısır Kırallığı’nda önemli görevler üstlenmiş, bir çok devlet adamı yetiştirmiş köklü bir aile.
"General Schmitt..." diye anlatmaya başlıyor Mahmut Sabit. Anlatacakları çok gizli olmasa da, tarihin pek bilinmeyen bir kesiti. Sadece General Schmitt’in değil, birçok eski Nazi subayının ve savaş suçlusunun hikayesi.
İkinci Cihan Harbinden sonra müttefiklerin işgali altında olan Almanya’dan kaçan veya kaçmasalar da artık Almanya’da dışlanan bu Naziler, Katolik Kilisesi’nin de yardımlarıyla Ortadoğu’ya kaçmış ve orada yeni görevler üstlenmişler: Kimi lobici olmuş, kimi propaganda danışmanı, kimi istihbaratçı, kimisi de yeryüzünden yok etmek istedikleri Yahudilerin kurduğu devletin burnunun dibinde, Arap ordularına general.
Mahmut Sabit
Mahmut Sabit, tarihçiler tarafından yeterince önemsenmeyen bu konu hakkında teferruatlı bilgi sahibi olan az insanlardan biri…
Maziden koparak yeniden söze başlıyor, 1940’ların sonundan itibaren anlatmaya devam ediyor Mahmut Sabit.
"Arap Birliği 1947’de yeni kurulmuş olan İsrail Devletine karşı ilan ettiği savaşı kaybettikten sonra askeriyesinin zayıf ve çağ dışı olduğunu kabul ederek yardım almaya karar verir. Yardımlarına başvurmak için eski sömürgecileri İngiltere ve Fransa söz konusu olamaz. Ayrıca İngilizler o zamanda halen başta Süveyş Kanalı olmak üzere Mısır’ın önemli bölgelerini kontrol etmekte ve yerel halk tarafından büyük tepki görmektedirler.
Arap Birliği Genel Gekreteri Abdelrahman Azzam, modern savaşın mucidinin Almanlar olduğu kanaatindedir. Zaten Hitler döneminde de Araplar Almanlara sempati beslemişlerdir."
Bu sempatinin oluşmasında en çok katkısı olanlardan biri de dönemin Kudüs Müftüsü Muhammed Emin el-Hüseynî'dir. El-Hüseynî 1939’a kadar Araplar’ın Filistin’e yerleşen Musevilere karşı sürdürdüğü direnişi örgütlemiş, 1937’de Hitler ile işbirliği yapmış, Alman ordusunda Boşnaklardan oluşan 13. SS Waffen Dağ Tümeni „Handschar“ Birliğinin (Hançer Birliği) kurulmasında etkin rol almış, Ekim 1941’den savaş sonuna kadar Almanya’da yaşamıştır hem de, Almanlar’ın gerek Kırım’da sırf sünnetli oldukları için ‘bunlar da Yahudidir...’ diyerek öldürdükleri binlerce Müslüman Kırım Türk’üne ve Nazi kamplarında sadece Yahudileri değil, 10 binden fazla Müslüman’ı da öldürmesine rağmen, Arap Yarımadası’da Nazi propagandasının yayılmasını sağlamıştır.
El-Hüseynî & Adolf Hitler
Mısır kralı I. Faruk 1947’de gizli bir planı yürürlülüğe geçirmek için kuzeni Adel Sabit, yani Mahmut Sabit’in babasını görevlendirir. Adel Sabit ve I. Faruk yeni bir ordu kurmak üzere kısa zamanda bir isim üzerine anlaşırlar. Anlaştıkları kişi Alman Afrika Kolordusu komutanı olarak Libya çölünde İngilizlere karşı savaşan 61 yaşındaki Korgeneral Artur Schmitt’tir.
Artur Schmitt & Adel Sabit
Muhammed Emin el-Hüseynî
1896-1897 yılları arasında Kudüs’te doğduğu tahmin edilmektedir.
1921’de İngilizler tarafından Kudüs müftüsü olarak atanır ve kendi devletlerini kurmak isteyen Filistinlilerin lideri olur.
Muhammed Emin el-Hüseyni siyasal İslamcı, Musevi düşmanı dünya görüşüne uygun komplo teorileri uyduran ve bunları yayan biridir.
1936-1939 yıllarında Musevilere ve İngilizlere karşı olan ayaklanmaların önderliğini yaparken, 1937’den sonra Nasyonal Sosyalistlerle işbirliği yapar.
1941’den 2. Dünya Savaşının sonuna kadar Almanya’da yaşar ve Arap Dünyasına Nazi propagandasının yayılmasını sağlar. Holokost’u etkin olarak destekler, Musevilerin Doğu Avrupa üzerinden kaçmasını engeller ve Müslümanların SS’e katılmasını sağlar. SS’te Boşnak Sançar Birliği’nin kurulmasına etkin rol alır.
Savaştan sonra 1948’te savaş suçlusu olarak tutuklanır ama mahkemeye çıkarılmaz, Mısır’a iltica eder, faaliyetlerine Mısır’dan devam eder ve Müslüman Kardeşler ile birlikte çalışır.
1948 Filistin Savaşından sonra siyasi önderliğini kaybeder. Buna rağmen 1951-1962 yılları arasında Dünya İslam Konferansı’nı yönetir.
Muhammed Emin el-Hüseyni aynı zamanda Jassir Arafat’ın akrabası, öğretmeni, akıl hocası ve destekleyicisidir.
Görüş ve söylemleri günümüzde Hizbullah, Hamas, el-Kaide ve IŞİD tarafından hala kullanılmaktadır. Osama bin Laden ve Omar Saeed gibi isimler eylemlerini, el-Hüseyni’nin fetvaları ile meşrulaştırmışlardır.
El-Hüseyni 1974’te Beyrut Amerikan Üniversitesinde ölür.
Kahire
Schmitt 1949’da Kahire’ye gelir ve ‘Bay Goldstein’ adı altında şehir merkezinde bir otelde yaşamaya başlar. Görevi silah altında 1 milyon askeri, tek bir komuta merkezi, tek bir askeri doktrini olan bir ordu kurmaktır. Arap Birliği bu projeye sadece askeri açıdan değil, aynı zamanda ülkeleri arasında oluşturmak istedikleri bir siyasi federasyonun da ilk adımı olarak değerlendirmektedir.
Buna rağmen proje gizli tutulur. Sadece Arap Birliği üye ülkelerin liderleri, kral I. Faruk ve Adel Sabit plandan haberdardırlar. ve Mısır Kırallığı’nda önemli görevler üstlenmiş, bir çok devlet adamı yetiştirmiş köklü bir aile.
Mahmut Sabit ailesinin 19. yy’dan beri tuttuğu arşivini elektronik mecraya kaydetmiş. Bir kaç yıl evvel Tahir Meydanı’ndaki isyanlar esnasında yaralananlara sığınak ve yardım sunduğu bir odada küçük bir masa üstüne duran bilgisayarını açarak, kaydettiği fotoğrafları gösteriyor.
Binlerce eski fotoğraf, belge ve film….
Fotoğraflardan birinde Londra Elçiliğinin açılışında diplomat olarak bulunan büyük babası, diğerinde Nil kenarında lüks bir araba önünde poz veren anne ve babası...
Başka bir fotoğrafta General Schmitt. Fotoğrafı babası Adel Sabit çekmiş.
Schmitt’in çok resmi var Mahmut Sabit’in arşivinde.
Schmitt ve eşi palmiyeler altında çay içerken,
Schmitt Şam’da,
Schmitt Alman Afrika Kolordusunun çölde savaştan geri bıraktığı bir tank hurdasının üstünde,
Schmitt arazi etüdü için Golan Tepelerinde...
Schmitt’in babasına gönderdiği bir raporu gösteriyor Mahmut Sabit.
Bu raporda Schmitt 1948’de Arapların mağlup olmasının sebebinin ‘beceriksiz Mısır komutasının’ olduğuna dair görüş bildirmiş. Schmitt’e göre Mısırlı komutanlar Yahudilere savaşı kendi şartlarında zorlamayı ve böylece İsrail devletini bir Yıldırım Harbi* ile iki hafta içinde yok etmeyi başaramamışlar.
Artur Schmitt
1888’de doğan Artur Schmitt, lise eğitiminden sonra 1907’de Bavyera Ordusu’nun Prens Ludwig Erhard‘ piyade birliğine girer. Münih Askeri okulunu bitirdikten sonra teğmen olarak o dönem Alman sömürgesi olan Alman Güneybatı Afrikası’nda göreve başlar.
1. Cihan Harbinde savaşır ve esir düşer. Kaçmak isterken yakalandıktan sonra esir olarak İngiltere’ye gönderilir ve 1918’de savaş esiri takası kapsamında tekrar Almanya’ya gelir ve Münih’te Yüzbaşı olarak göreve başlar.
1919’da gönüllü olarak Litvanya ve Yukarı Silezya’da savaşır.
1920’de Bavyera’ya geri döner ve Aschaffenburg ve Münih’te polis teşkilatında çalışır.
1935’te yeniden Alman ordusunda görevlendirilir ve görevine Albay rütbesi ile başlar.
Göttingen, Mainz ve daha sonra Wiesbaden’de görev yaptıktan sonra İkinci Dünya Savaşı başlamadan tümgeneralliğe terfi eder.
Savaş başlangıcında Piyade Birliği 626’nın komutanı olarak Üst-Ren cephesinde savaşır ve Straßburg’u fetheder. Akabinde savaşa Polonya ve Rusya’da devam ettikten sonra Afrika Zırhlı Birliği’ne tayin edilir. Libya’nın Bardia kasabasına saldırıda 1942’de İngilizler tarafından esir alınır.
1948’de serbest bırakılıncaya kadar esareti ilk önce Kahire’de, sonra Güney Afrika, Kanada ve İngiltere’de geçer. 1949’da Arap Birliği’nde danışman olarak göreve başlar. 1950’de Mısırlı generallerin entrikası yüzünden danışmanlık görevini bırakır ve Almanya’ya geri döner.
1966’da aşırı sağcı NPD partisi için Bavyera Eyalet Meclisine seçiler Artur Schmitt, hayatının sonuna kadar Nasyonal Sosyalizmi savunmuştur.
"Babam Schmitt’i severdi." diyor Mahmut Sabit "Çünkü Schmitt’in her askeri soruya verebileceği bir cevabı vardı. Schmitt kendisini Alman ordusunun (Wehrmacht) generali olarak görürdü. SS ile alâkası yoktu. SS ona göre ‘tarihin bir hatasıydı’, askeri zekaları yoktu, fanatiklerdi."
Mahmut Sabit’in sözlerinden babasının eski bir Nazi ile işbirliği yapmasını hiç yadırgamadığı anlaşılıyor.
_____
*Almanca: Yıldırım Harbi (tam tercüme: şimşek savaşı), yani uzun sürmeyen, düşmanı hazırlıksız yakalayarak şaşırtan ve çok kısa sürede neticeye ulaştıran askeri saldırı
Vatikan
Eski Nazilerle işbirliği yapan tek ülke Mısır değildir.
1948-1949 yıllarında Mısır’ın komşusu Suriye 50 eski Nazi subayını Schmitt’in Mısır’da üstlendiği göreve benzer işlerle görevlendirir. Bu 50 subayın bir çoğu Hitler’in kurduğu SS’de bizzat görev almış isimlerdir ve aynı Schmitt gibi Wehrmacht örneği doğrultusunda yeni bir ordu kurmak ve istihbaratı teşkilatlandırmaktır.
Şam, bu isimlerle Roma üzerinden irtibat sağlamıştır.
İkinci Dünya Savaşı sonrası her ne kadar İtalya ‘Nazilerden kurtarılan mağdur ülke’ konumunda olsa da, bürokrasisinde hala Mussolini’ye uzak olmayan çok faşist mevcuttur. Bunların yanı sıra Vatikan’da özellikle Alman / Avusturyalı veya Hırvat Krunoslav Draganovic gibi kardinaller de, Nazi Almanya’sına çok yakın durmaktaydılar.
Hala varlığını devam ettiren ve Papa’ya bağlı Santa Maria dell'Anima Enstitüsü’nün görevleri günümüzde de Hıristiyanların ağırlıklı olarak Kudüs’e Hac seyahatlerini düzenlemek ve Katolik Kilisesinin Almanca konuşan etki alanındaki papaz adaylarının eğitimini koordine etmektir. Enstitü Roma’nın merkezinde olmasına rağmen turistik mekanlardan uzak bir sokaktadır. Ağır bir kapı ile girilen bahçenin içinde Kutsal Roma İmparatorluğu Alman Kraliyeti’nin armasının işlendiği bir lahit durmaktadır. Bahçeyi bir kilise ve papaz adaylarının eğitimlerini gördüğü binalar çevrelendirmektedir. Bu binaların birisinin ikinci katında bir koridorun duvarlarında enstitünün eski müdürlerinin porteleri asılıdır ki, bunlardan biri de ‘Alois Hudal’ın resmidir.
Avusturyalı Alois Hudal 1937-1952 yıllarında enstitüde müdür olarak görevdedir. Nasyonal Sosyalizm ve Roman Katolik Kilisesi’nin ortak hedeflere sahip olduğunu savunan Hudal, 1936’da yayımladığı ‘Nasyonal Sosyalizmin Temelleri’ kitabını ‘Alman kalkınmasının lideri ve Alman umudunun ve yüceliğinin muzafferine’ („Dem Führer der deutschen Erhebung [und] Siegfried deutscher Hoffnung und Größe“) sözleri ile Hitler’e ithaf etmiştir.
Nasyonal sosyalistlere beslediği hayranlık onun ‘Nazilerin saray teologu’ lakabıyla anılmasına sebep olmuştur.
Hudal savaş sonrası kazananların hukukundan kaçan Nazilere yardımcı olmayı kendine görev edinmiş ve hatıralarında ‘sözde(!) savaş suçlularına’ yardımcı olmakla övünmüştür. Yani savaş bittikten sonra bile Nazilerin savaş suçu işlediklerini kabullenmemiştir.
Bu şartlar Roma’nın eski Nazilerin ortadan kaybolmak için barınabilecekleri bir şehir olmasını sağlar. Aynı zamanda durumun farkında olan ülkeler bu Naziler ve işbirlikçilerinin arasında işlerine yarayacak olanları Roma’da ararlar.
Latin Amerika kapılarını Nazilere sonuna kadar açarken, ABD ve Rusya gözünü mühendis ve bilim adamlarına diker. Şehirde Nazileri kendi taraflarına çekmek isteyen ajanlar ve yargılanmaktan kaçarken kendilerine yeni imkanlar arayan Naziler cirit atmaktadırlar.
Bu Nazilerden biri de RSHA’nın (Reichssicherheitshauptamt- Reich Güvenlik Baş Dairesi) üst düzey yöneticilerinden, RSHA Kuzey İtalya bölge amiri Walter Rauff’dur. Himmler tarafından kurulan RSHA, Gestapo, SS ve emniyet gibi birimlerin bağlı olduğu üst kuruldur ve dolayısıyla Rauff, Yahudilerin, Romanların, sosyalistlerin, engellilerin yani Nazi rejiminin üstün ırk anlayışına uymayan ve rejime karşı gelen herkesin Nazi imha kamplarında veya kamplara giderken yol esnasında yok edilmelerinde etkin rol oynamıştır.
Seneler sonar Rauff: "Mahkumları kurşuna dizmenin askerler için büyük bir psikolojik baskı olduğunu fark ettim. Askerlerin bu baskıdan kurtulması benim için ön plandaydı. Gaz arabalarını kullanarak bu baskının ortadan kalktığını tesbit ettim." diyecektir.
Mevzu bahis ‘gaz arabaları’, mahkumların sevkiyatının hava geçirmez bir kabinde sağlandığı ölüm kamyonlarıdır. Kamyonların özelliği ise motordan çıkan egzoz dumanının mahkumların kabinine verilmesi ve mahkumların böylece sevkiyat esnasında zehirlenerek ölmeleridir.
Alois Hudal
31 Mayıs 1885’de Avusturya Graz’da doğan Hudal, 1904’ten 1908’e kadar memleketinde teoloji okuduktan sonra 1908’te rahip olarak yemin eder.
1911’de yine Graz Üniversitesi’nde teoloji dalında doktorasını yaptıktan sonra eğitim için Roma’ya Alman Rahip Koleji Santa Maria dell’Anima’ya gider. Kolejde Eski Ahit üzerine yaptığı araştırmalar üzerine yeni bir doktora yapar ve profesörlük ünvanı alır. Daha sonra Doğu Kiliseleri hakkında araştırmalarına devam eder ve bu konuda Viyana Üniversitesi’nde kürsü sahibi olur.
1923’te Santa Maria dell’Anima’nın müdürü olarak atanır. Roma’da Vatikan’ın Alman Büyükelçisi Euginio Pascelli ile tanışır. Pascelli daha sonra papa olur ve XII. Pius ismini alır ve 1933’de Hudal’i piskoposluğa atar. Hudal, Hıristiyanlık ve Nasyonal Sosyalizmin ortak hedefleri olduğuna inanıyor ve ikisi arasında bir sentez oluşturmaya çalışıyordu.
Avusturya ve Almanya’nın birleşmesinden dolayı 6 Nisan 1938’de Paskalya Pazartesi için düzenlemek istediği kutsama töreninin Vatikan tarafından onaylanmaması, XII. Pius ile Hudal arasına bir mesafe oluşması sonucunu doğurdu.
Gerek Vatikan’da gerekse Nasyonal Sosyalistler arasında Hudal’ın görüşlerini çok eleştirenler bulunmaktaydı. Her ne kadar Hudal Hitler tarafından altın parti rozetine layık görülmüş olsa da, NSDAP içindeki kilise düşmanları ve Yeni Pagan akımının mensupları kilisenin Hudal sayesinde NSDAP’ye sızmak ve yönlendirmek istediğini savunuyorlardı. Vatikan ise, her ne kadar Hudal’ın Musevi ve bolşevik düşmanı eylemlerine karşı olmasa da, görünüşte tarafsız olmayı tercih ediyordu.
Eylül 1943 ile Haziran 1944 arasında Roma Almanlar’ın işgali altındayken, şehirde Musevilere karşı büyük çapta bir toplama operasyonu gerçekleştirileceğinden haberdar olan Hudal, Alman şehir komutanı General Rainer Stahel’den‚ Papa’yı protesto mecburiyetinde bırakmamak için' bu tür eylemlerin sonlandırılması için ricada bulunur. Roma’da Hitler’in emrettiği gibi 8000 değil ancak 1000 Musevi tutuklanır.
Hudal’ın savaş sonrası anlatımına göre Stahel Himmler ile irtibata geçip, Roma’nın özel durumu nedeniyle bu tür eylemlerin azaltılmasını sağlayabilmiştir. Lakin bu söylemin doğruluğunu kanıtlayabilecek belge bulunmamaktadır.
Savaştan sonra Hudal Vatikan’ın birçok kurumunun gayri resmî desteği ile çok sayıda Nazi’nin kaçmasına yardımcı olmuştur. Buenos Aires’de von Leers be Gerhard Bohne gibi bazı eski Nazi tarafından çıkarılan Yol dergisinde makaleler yayımlayan Hudal, ömrünün sonuna kadar bu yardımlarının sadece ‚Hıristiyan İnsan Severliği’nden kaynaklandığını savunmuştur.
1952’de Vatikan’ın baskısı ile Santa Maria dell’Anima’nın müdürlüğünden feragat eden Hudal, 1953’in sonuna kadar Roma-Katolik Kilisesi İnanç Öğreti Merkezi (Congregatio pro doctrina fidei) için bilir kişi olarak çalışmış ve Papa’ya yazdığı bir mektupla Kilise’nin tutumuna karşı düştüğü hayal kırıklığını dile getirerek, bu görevden kendi isteği ile ayrılmıştır.
Hudal’ın 19 Mayıs 1963’te Roma'da ölümünden sonra yayımlanan hatıratında, Nasyonal Sosyalizmin uygulanmış halini desteklemese de, Hıristiyanlık, Katolik toplum öğrenimi ve milliyetçilik sentezine ve anti-bolşevik tutumuna sonuna kadar inandığı ve savunduğu anlaşılmaktadır.
Walter Rauff savaşın bitmesinden hemen sonra Milano’da tutuklanır ancak müttefikler tutukladıkları Nazinin soykırımının baş sorumlularından biri olduğunu anlayamadan kaçmayı ve Roma’da izini kaybettirmeyi başarır.
Roma’da geçici olarak güvende olsa da uzun vadeli kalamayacağını bilen Rauff tam geleceği ile ilgili çözüm ararken, 1948’de ‘Dr. Homsi’ (bazı belgelerde de Dr. Hamsi olarak geçer’) ile tanışır. Dr. Homsi asıl adı Akram Tabarr olan, savaşta gönüllü olarak Almanların safında savaşmış Suriyeli bir ajandır ve Roma’da Arap Birliği’nin planlarına uygun Nazilerle irtibat sağlamakla görevlidir.
Rauff Dr. Homsi’nin teklifini kabul etmekle kalmaz, onun başka Nazilerle tanışmasında ve onları Suriye’ye gönderilmelerinde etkin rol alır. Rauff’in biyografisini yazan Alman tarihçi Martin Cüppers’e göre Rauff’un Santa Maria dell'Anima Enstitüsü’nde bir çalışma odasında diğer Nazilerle buluşup onları Suriye’deki yeni görev için işe alır, Hudal ve Draganovic ise tutuklama emri ile aranan Nazilere sahte pasaport ve seyahat belgeleri hazırlar.
Vatikan bünyesinde Hudal veya Draganovic gibi ‘din adamlarının’ Nazilere yardım ettiklerinin farkındadır. Örneğin Vatikan’ın arşivinde bulunan 1947 tarihli bir telgrafda Vatikan papazları ‘yabancılara sığınak sağlamamaları’ gerektiğine dair uyarır, lakin bu uyarıya karşı gelindiği takdirde uygulanabilecek bir ceza yoktur. Alman dış istihbaratı BND’nin (Bundesnachrichtendienst) arşivinde Draganovic’in Vatikan’ın istihbaratında görevli olduğunu kanıtlayan belgeler mevcuttur ve Vatikan bu bilgiye hiç bir zaman itiraz etmemiştir.
Zaten Vatikan’ın o dönemki resmî tutumu ‘eski düşmanlarla barışmak gerektiği’ doğrultusundadır. Vatikan’ın amacı bu şekilde doktrininde ateizm olan komünizme karşı mücadeledir.
Bütün bunlar olurken İtalyan hükümeti bu olan bitenlere göz yummaktadır. Bunun nedeni, bürokraside hala Mussolini taraftarlarının bulunmasının yanı sıra, İtalyanlar Alman savaş suçlularının yakalanıp müttefiklere iade edildikleri takdirde sıranın çok kısa zamanda İtalyan savaş suçlularına geleceğinin farkındadırlar.
Alman Roma Konsolosluğu’nun raporlarında üst düzey bir İtalyan bürokratın “ilk Alman savaş suçlusunun iade edildiği gün, İtalyan savaş suçlularının iadesini talep eden ülkelerde isyan dalgası başlar.” diye beyan ettiği kaydedilmiştir.
Gerçi savaş sonrası Alman dışişlerinin de Nazilerin yakalanması konusunda çok hevesli davrandığını söylenemez. Aksine, ellerindeki tüm imkanlarla aranan Nazileri uyarmış ve yakalama ve yargılama sürecini engellemiştir.
Bu şartlar altında Rauff’un 50 Nazi subayını Şam‘a gönderebilmesinin çok da zor olmadığı anlaşılmaktadır. Wehrmacht’ın paraşütçü, pilot gibi değişik birimlerinden SS mensuplarından oluşan bu 50 Nazi arasında Sobibor ve Treblinka İmha kamplarının kumandanları olarak toplam 1 milyondan fazla insanın ölümünden bizzat sorumlu olan Gustav Wagner ve Franz Stangl gibi isimler de bulunmaktadırlar.
Franz Stangl, Sobibor ve Treblinka Nazi kamplarının komutanı
Şam
Rauff, savaş sonrasında, Almanya’daki eşini ve çocuklarının gizlice İtalya’ya gelmesini sağlar. Bugün Hamburg’da yaşayan yeğeni Jochen Emsmann, kendi anne babasının bu kaçışa nasıl yardımcı olduklarını hatırlıyor: “Çocuklara, yani kuzenlerime uyku ilacı vererek uyumaları sağlandı. İtalyan gümrüğünde kontrol esnasına kimse uyuyan çocuklarla tek başına seyahat eden bir bayandan şüphelenmediği için yengem kuzenlerimle rahatça İtalya’ya giriş yapabildi.“
50 Nazinin Suriye’ye gitmesini sağlayan Rauff, 1948’de ailesi ile beraber Şam’a gider. Emsmann o dönem amcasının babasına yazdığı mektupları saklamış. Yazışmalardan Rauff’un ve diğer Nazilerin Suriye’de çok sıcak karşılandığı anlaşılıyor. Zaten Suriye halkı İngiliz ve Fransız sömürgesinden kurtulmayı hayal eden diğer Arap toplumları gibi, savaş esnasında Almanları desteklemektedir. Şam’da dükkanlarda Hitler portrelerinin asılı olduğu, halkın “Yukarıda Allah, yerde Hitler…“ dediği bir dönemden söz ediliyor.
Drittes Reich (Üçüncü Reich, yani Üçüncü İmparatorluk, Nazi Almanya’sında Hitler’in kurmak istediği ve hükmettiği devlete verilen isim) sayesinde sömürgeci İngiliz ve Fransızlardan kurtulamasalar da, Arap Birliğinin hükümdarları artık Drittes Reich’ın ithal ettikleri savaş uzmanları sayesinde yeni kurulan İsrail’den kurtulmanın hayalini kurmaktaydılar.
Arap Birliği bu hayalleri kurarken tabii ki İsrail istihbaratı da boş durmamaktaydı. Arapların askeri konumlarını İsrail’e bildirmekle görevli ajanların‚ “tüm askeri birlikler Alman komutası altında” diye rapor verdikleri görülmektedir. Nazilerin savaş eylemlerine bizzat katılıp katılmadıkları kesin olarak bilinmemekle birlikte, müttefik istihbarat örgütleri “Rauff Suriye istihbaratını Gestapo çizgisinde yeniliyor“ diye bildirmişlerdir.
Ancak, Rauff’un şansı bu sefer de yaver gitmez. Suriye’de 1949’da gerçekleşen bir darbe sonrası hükümet düşer. Darbenin ana sebeplerinden biri, İsrail’e karşı başarısız olunmasıdır. Yeni hükümet kullandığı Rauff’tan‚ özellikle Yahudi esirlere işkence uyguladığı için ülkeyi terk etmesi istenir. Oysa gerçek sebep Rauff’un eski rejime olan yakınlığıdır. Suriye’de bu gelişmeler yaşanırken Mısır’da da bazı generaller Artur Schmitt’e karşı komplo kurarak onun görevden alınmasını sağlarlar. Schmitt 1950’de Almanya’ya geri döner. Rauff ile beraber diğer Nazi subaylarının da birçoğu ülkeyi terk ederler. Rauff ailesi ile beraber Lübnan üzeri tekrar İtalya, Cenova’ya döner ve 17 Aralık’da hep beraber Ekvador’a kaçarlar. Ülkeyi terk eden bazı Naziler Rauff gibi Güney Amerika’ya giderken bazıları Schmitt’in bıraktığı boşluğu doldurmak üzere Mısır’a giderler.
Rauff ile beraber Suriye’yi terk eden Nazilerin yerine yenileri gelir. Bunlar arasında Hitler’in en yakın çevresinden iki isim de vardır; Adolf Eichmann’ın sağ kolu Alois Brunner ve Eichmann’ın Dış İşleri Bakanlığındaki en yakın dostu ve Yahudi Masası’nın amiri Franz Rademacher.
Holocost'un baş sorumlularından Franz Rademacher
Walter Rauff
1906’da doğan Rauff, 1924’te İmparatorluk Donanması’na (Reichsmarine) girer. Eşini aldattığı için görevden atılmanın önüne geçmek için 1937’de donanmadan kendi istifa eder ve Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’ne (NSDAP) üye olur (Üyelik numarası: 5.216.415) ve 1938 Ocak ayında SS’te göreve başlar (SS-Sicil numarası: 290.947). 1938 Nisan’da SS- Hauptsturmführer’liğine (yüzbaşı rütbesine denk) terfi eder ve görevine Sicherheitsdienst’te (Güvenlik Servisi) devam eder.
1939’da Polonya'nın İşgalinden sonra Reinhard Heydrichs’in yönetiminde SD toplantılarına katılır ve toplantıların protokollerini tutar. Toplantıların konusu, Polonya’nın işgalinden sora Alman askerleri tarafından işlenen toplu katliamlardır. 1940-1941 senelerinde gönüllü olarak Hitler’in donanmasına görev aldıktan sonra Reichssicherheitshauptamt’taki görevine geri döner II D, VI F birimlerinin yönetimini üstlenir. Heydrich Bohemya ve Moravya Protektorası görevini üstlendikten sonra onunla beraber Prag’a gider.
Almanya’nın Sovyetler Birliğine saldırısından sonra Rauff II D biriminin amiri olarak Rusya’da işlenen Roman-Çingene soykırımının (Porajmos) sorumlusudur. 1942’den sonra Alman ve İtalyanların Afrika seferinde elde ettikleri başarılardan sonra Rauff Kuzey Afrika, Filistin ve Ortadoğu’da Yahudilerin sistematik katledilmesinden de sorumlu olan birimin amiridir.
Müttefiklerin 9 Mayıs 1943 Tunus seferinde Almanlara karşı elde ettikleri başarılardan sonra Rauff ekibiyle Napoli’ye geri getirilir. 4 gün sonra Alman ve İtalyanlar Tunus’ta teslim olurlar.
Daha sonra bir kaç hafta Korsika’da görev aldıktan sonra, Kuzey İtalya’da partizanlara karşı mücadeleden sorumlu Yukarı İtalya amiri olarak RSDH’da göreve başlar. 21 Temmuz 1944’de SS-Standartenführer’liğine (alay önderi, albay rütbesine denk) terfi eder ve 1945’de kısa bir süre için Almanların İtalya’da teslimiyet müzakerelerine katılır. 30 Nisan 1945’de başka SS üyeleri ile barındığı Hotel Regina’da tutuklanır.
Rauff’un sorgulamalarında müttefiklere aşırı düşmanlık beslediği ve savaş sonrasına asla olumlu katkısı olmayacağı anlaşıldığı için müebbet cezası tavsiye edilir. Aralık 1946’da Rimini’de Amerikan esir kampından kaçmayı başaran Rauff kendi ifadesiyle Kardinal Alois Hudal’ın yardımıyla 18 ay boyu Vatikan’ın değişik kilise ve kurumlarında saklanır. Kasım 1948’de Suriye ajanı Akram Tabarr için başka Nazileri Suriye için işe aldıktan sonra ailesi ile beraber Suriye’ye gider.
1949 Suriye’yi terk ederek sahte kimlik ile Roma üzeri Ekvador’a oradan da Şili’ye kaçar. Rauff 1979’da bizzat Augusto Pinochet tarafından Şili’ye davet edildiğini söyleyecektir.
1958’de Rauff Alman istihbaratında göreve alınır. Hala uluslar arası savaş suçlusu olarak aranmasına rağmen 1960 ve 1962 yılları arasında‚ Enrico Gomez adıyla BND’nin eğitim ve konferanslarına katılır.
BND’de V-7.410 sicil numaralı ajan olarak kayıtı olan Rauff’a 2000 Mark maaş bağlanmıştır. 2. Dünya Savaşı esnasında işlediği savaş suçları yüzünden süren mahkemelerde savunmasını yapan avukatlarının ücretinin bir kısmını da BND üstlenmiştir. 1961’de Rauff’un adı İsrail’de Eichmann duruşmasında geçer.
Aralık 1962’de Şili’nin güneyinde Punta Arenas’da tutuklanır ama Şili kanunlarına göre cinayet suçu 15 yıl sonra zaman aşımına uğradığı için İsrail veya Almanya’ya teslimi reddedilir.
Şili’de 1970’te Salvador Allende başkan seçildikten sonra özellikle İsrail ve ABD Rauff’un teslim edilmesi ve mahkemeye çıkması için çok çaba gösterseler de, başarılı olamazlar. 1980’da İsrail ajanlarının planladığı bir suikast girişimi de başarısız olur. Rauff Şili’de kurduğu balık konservesi fabrikası ile büyük servete kavuşur ve hayatını büyük bir çiftlikte hayvancılıkla uğraşarak geçirir.
Uzun süredir akciğer kanserine yakalanan Rauff 14 Mayıs 1984’de geçirdiği bir kalp krizi sonrası ölür.
_____
1984, Santiago, Şili'de Walter Rauff'un cenaze töreni.
Kahire, II
Mahmut Sabit babasının anlattıklarından hatırladıklarını, arşivlerde bulunan belgeleri doğruluyor. O dönemde Arturr Schmitt ile birlikte yaklaşık 70 Nazi Mısır’a gelmiş.
1951’de Kral Faruk’un kardeşi, Alman endüstri devi Reichswerke Hermann Göring’de üst düzey yöneticilik yapmış Wilhelm Voss’u Kahireye davet eder. Voss’un görevi Mısır savunma sanayisini geliştirmek ve Schmitt’in tamamlayamadığı ‘ordu kurma’ görevini hedefe ulaştırmaktır.
Tiefenbacher, Heinrich Himmler’in kurmaylarından eski bir SS elamanıdır. Emekli General Omein Kahlil bu dönemi yaşamış son şahitlerden biri.
O da aynı Mahmut Sabit gibi Kahire’de yaşıyor. Oturma odası askeri hayatında aldığı başarı belgeleri ve madalyalarla dolu. Duvarda asılı fotoğraflar kariyerinin en önemli anlarını gösteriyor. "1947’den 1954’e kadar Kara Kuvvetleri Piyade Okulunda ders verdim." diye anlatıyor "Almanların geldiğini hatırlıyorum. Mısır askerlerini eğitmek için gelmiştilerdi. Gece savaşı, Blitzkrieg gibi özel savaş taktikleri öğreterek özel kuvvet birimleri yetiştiriyorlardı." Arap Birliği ne kadar gizli tutmaya çalışırsa çalışsın, elbette İngiliz istihbaratı Arapların yeni ortaklarından haberdar olur. Mısır’da görev alan Nazi subaylarının arasında bir isim İngilizleri özellikle rahatsız etmektedir: Gerhard Mertins.
Mertins 30 yaşında, Mısır’da yeni görev alan Nazilerin en gencidir. Sırf maceraperestlikten savaşa katılan Mertins’in çok riskli görevlerden de çekinmediği bilinmektedir. Mesela Mussolini’yi devrilmesinden sonra kurtaracak olan operasyona katılmıştır.
Voss, savaş bittikten sonra Bremen’de taksi şirketi kuran Mertins’e Mısır ordusunda paraşütçü birliği kurmasını teklif ettiğinde, Mertins hiç düşünmeden Kahire’ye gelir. Mahmut Sabit babasının Mertins ile tanıştığını hatırlıyor. "Babam hep Mertins’in çılgınlıklarını anlatırdı." diyor Sabit. "Bir seferinde askerleri ağır tüfeklerle tam teçhizat piramitlerden yukarı ve aşağı koşturmuş, başka sefer de Kahire üzerinde alçak irtifadan atlama çalıştırınca askerler Zamelek semtinde balkonlara takılı kalmışlar."
Mertins çılgınlıkları yüzünden değil, Mısır askerlerine ‘gerilla savaşı’ eğitimi verdiği için İngilizlerin dikkatini çeker. İngilizler ile Mısır arasında gerginlik zaten gittikçe artmaktadır. İngiliz karargâhlarına bombalı saldırıların düzenlendiği bir dönemde eski bir Nazi subayının Mısırlılara gerilla taktiği öğretmesi İngilizlerin hiç hoşuna gitmez. Oysa aynı dönemde Mısır basınında Mertins’in ailesi ile Mısır’ı çok sevdiğinden söz edilmekte, Voss ve diğer Alman uzmanlarla işbaşında ve Kuzey Afrika’da İngilizlere karşı savaşmış Mareşal General Erwin Rommel ile beraber gösteren ve Mertins’i öven makaleler yayımlanmaktadır.
Kahlil Rommel’in savaş stratejisi hakkındaki bir kitabını alıyor, kitabı arasında saklı Rommel’in fotoğrafını çıkartıyor ve “İngilizlerden nefret ederdik. Çünkü sömürgeleriydik. Rommel Mısır halkına Almanları sevdirdi.” diyor.
Gerhard Mertins
30 Aralık 1919’da Berlin’de doğan ve büyüyen Gerhard Mertins, eğitimini Scharfenberg Askeri Yatılı Okulunda alır.
İkinci Dünya Savaşında değişik görevler alan Mertins 12 Eylül 1943’te Meşe Operasyonuna (Unternehmen Eiche) katılarak Gran Sasso Dağlarında tutuklu bulunan Mussolini’nin kurtarılması sağlar.
1940-1943 arası 5 kere yaralanan Mertins, Alman Altın Haçı ve Demir Haçın Şövalyesi madalyaları sahibidir.
1945’te Volkswagen genel müdürünün asistanı olarak VW Käfer’in (vosvos) ihracatından işe başlar. 1947’de Bremen’e taşınır ve endüstri malzemesi ihracatı ve taksi şirketleri kurar. Aynı zamanda Mercedes’in Ortadoğu pazarını geliştirir.
Bremen’de eski silah arkadaşların kurduğu Yeşil Şeytanlar grubunun lideri olur ve Almanya’nın tekrar silahlanmasını amaçlayan değişik Neo-Nazi grupları ile yakın temasta bulunur.
1951’de Mısır’a giden ve orada değişik görevler üstlenen Mertins, uluslararası gizli servislerin dikkatini çeker ve hem Alman istihbaratı BND ve aynı zamanda Amerikan CIC için çalışır. Kendi yazdığı kısa biyografisinde ‚ Suudi Arabistan, Mısır, Suriye, Bahrain ve başka ülkeleri kapsayan Alman ihracat teşkilatı kurduğunu belirtir.
1963’te İsviçre Vevey’de, Mısır’da beraber çalıştığı Otto Skorzeny ile ortak Merex Export AG şirketini kurar. 1965’te İran istihbaratı SAVAK ile düzenli bir işbirliğine girdiğini ve Alman istihbaratının talimatıyla başka batı istihbaratları ile yakın çalışmalarda bulunduğunu söyler.
Spiegel Dergisi, Almanya’nın savaş bölgelerine silah ihracatı yapması kanunen yasak olmasına rağmen, Mertins’in Pakistan’a İran üzerinden Alman hava kuvvetlerine ait eski F-86 uçakları sattığını ortaya çıkarır. Bunun üzerine Bonn savcısı Mertins’e karşı dava açar.
Mertins Alman istihbaratı BND’de tarafından bizzat görevlendirildiğini belgeleyebildiği için hem davada merak eder hem de Alman devletinden 5 milyon Mark tazminat alır.
1967’de Königswinter yakınlarında Thomasberg’te bir çiftlik satın alır ve otele çevirir. Mertins ölümüne kadar Şili ile özel ilişkilerde bulunur. 1975’de Almanya’ya sahte isimle giriş yapan Şili istihbaratının komutanı Manuel Contreras’ı ağırlar ve onunla beraber İran’a iş seyahatine gider.
1978’de değişik Alman politikacıları ve eski Nazilerden oluşan 120 mensubu olan Colonia Dignidadın Dostları grubunu kuran Mertins, 19 Mart 1993’te ABD, Fort Laudardale’de ölür.
Bonn
İngilizler durumdan rahatsızlıklarını Almanya’ya bildirirler ancak işgal altındaki Batı Almanya’nın şansölyesi Konrad Adenauer, "Ortadoğu’da yaşananların Batı Alman hükümetinin etki alanında bulunmadığı, özel inisiyatif üzerine yaşanan gelişmeler olduğu, dolayı müdahale imkanlarının da olmadığı" cevabını verir.
Aslında Batı Almanya, Voss ve ekibi sayesinde Mısır’a ağır sanayi ihracatı yapmayı ummaktadır. Mayıs 1951’de Batı Almanya Maliye Bakanı Ludwig Erhard, Voss ile buluşmak ister ama bu buluşmayı ‘İngilizlerin hassasiyetini’ dikkate alarak gizli tutar.
Voss, Batı Almanya’nın beklentilerini boşa çıkarmaz ve Mısır’ın Almanya’dan ağır sanayi ürünleri ısmarlamasını sağlar.
Konrad Adenauer
Sömürgelikten kurtulan Arap ülkeleri savaştan sonra tekrar ekonomik kalkınma çabalarında olan Almanya için paha biçilmez bir pazar ve bu ülkelerde askeri 'danışmanlık' görevinde bulunan eski Naziler için ise muazzam bir gelir kaynağıdırlar.
Özellikle çılgın eğitim metotları ile ün salan Mertins, muazzam bir ticari zeka sergiler ve Mercedes-Benz, VW, Siemens, Quandt gibi Alman sanayi devlerinin temsilcisi olarak büyük başarılar elde eder. Voss savunma sanayi sektöründe Flick, uçak sanayisinde Heinkel’in Ortadoğu danışmanlığını üstlenir.
Bu tür ticarette bu danışmanların ‘Nazi’ olmaları, imajları için gayet olumludur. Ne Voss, ne de Mertins dünya görüşlerini gizleme ihtiyacı duymazlar. Alman istihbaratı BND’nin arşivinde bulunan raporlarda Voss’un kendisini 'Federal Almanya' (Batı-Almanya) ile zıt düşen biri’ olarak tanıttığı, Mertins’in ise "Görevimizi geçmişte yaptığımız gibi yapabilmemize yardımcı olan iyi bir Tanrı yanımızda olsun. Biz değerlerimizin idrakindeyiz." dediği belgelenmiştir.
Adenauer Eylül 1952’de Nazi döneminde Yahudilere uygulanan zulmün sembolik bir tazminatı olarak İsrail’e üç milyar Alman Markı bedelinde ürün göndermeyi kabul edince Arap Birliği ülkelerinden büyük tepki alır, hatta Araplar 'Alman ürünlerini boykot etmekle' tehdit ederler. Arap halkı karara karşı sokaklarda protestolara başlar ve Kahire’de yaşayan Kudüs müftüsü Muhammed Emin el-Hüseyni Adenauer’i ‘Dünya Yahudiliğine alet olmak’la suçlar.
Alman Kahire sefiri Günter Pawelke, Voss’u Almanya karşıtı tepkilerin kışkırtmakla suçlar, Batı-Alman istihbaratı BND de Voss’un İsrail’e ödenecek tazminata aşırı karşı olan bir grup Neo-Nazi ile irtibatta olduğunu belgeler. Buna rağmen Bonn, Voss ve diğer Nazileri gizli de olsa desteklemeye devam etmektedir.
1953’de Mısır’a seyahat eden bir Alman diplomat askeri danışmanlar hakkında raporunda, "Mısır’daki faaliyetleri, Almanya’nın itibarının Araplar arasında artmasında, ortaya çıkan siyasi anlaşmazsızlıkların giderilmesinde ve Alman Ar-Ge’sine sadece askeri değil, diğer alanlarda da danışılmasına büyük katkıda bulunmuşlardır ve dolayısıyla olumlu bir siyasi etken olarak kaydedilmelidirler." diye belirtir.
Son
Durum 1950’lerin ortasında değişir.
1954’de Mısır’da Cemal Abdünnasır iktidara gelir ve yönünü Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku’na çevirir. Abdünnasır 1955’de Sovyetler Birliği ile silah sanayisi anlaşması imzalar. Silahları Çekoslovakya üzerinden ithal edecektir. BND raporuna göre Voss, eski Çekoslovak bağlantılarını kullanarak bu anlaşmanın imzalanmasını sağlamıştır.
Abdünnasır Ekim 1956’da Asvan-Barajı için gereken finansmanı sağlamak amacıyla Süveyş Kanalı’na el koyar. Oysa kanalın yapımında imzalanan anlaşmaya göre, kanalın Mısır’a devrine daha 12 yıl vardır. Kanalın stratejik öneminden dolayı Fransa, İngiltere ve İsrail bölgeye asker gönderir ama BM, ABD ve Sovyetler Birliği’nin baskısı üzerine geri çekerler. Bu hamle Araplar tarafından saldırganlık ve sömürgeciliğin devamı olarak algılanır ve Mısır’ı Doğu Bloku’na ve Sovyetlerin kucağına iter.
Bu gelişme sonrası birçok ‘Alman danışman’ Mısır’ı terk eder.
Cezayirlilerin Fransızlara karşı sürdürdüğü bağımsızlık mücadelesi yeni bir piyasa oluşturmaktadır. Cezayir Kurtuluş Cephesi’nin ihtiyaç duyduğu silahları temin edebilmesinde Mertins’in yanı sıra Wilhelm Beisner ve daha birçok eski Nazi önemli rol alırlar.
***
Mısır Başkanı Abdünnasır her ne kadar da Doğu Bloku ve Sovyetler Birliği ile çok yakın ilişkilerde bulunsa da eski Nazilerden tamamıyla vazgeçmek istememektedir. Gestapo’nun eski komutanı Joachim Deumling Mısır istihbaratının danışmanı olur. Joseph Göbbels’in eski bir elemanı olan Johann von Leers 1956’da Mısır’da propaganda birimine danışmanlık yapar.
Von Leers savaştan sonra ilk önce Arjantine kaçar ve sonra Mısır’a gelir. Nazi Almanya’sında ‘Der Angriff’ (Saldırı) gibi dergilerde makaleleri basılan von Leers, Jena Üniversitesinde gerçekleri çarpıtarak, Nasyonal Sosyalizm ve İslam’ın ortak fikriyata sahip olduğunu savunur. "Arap yarımadasının Yahudilerin istilasına uğramasına engel olan İslam, insanlığa büyük bir hizmet vermiştir." Şeklinde açıklamaları bulunur. Arjantin’de yaşadığı dönemde 'Der Weg' (Yol) isimli Yahudi düşmanı neonazi dergisi yayımlamıştır.
Dünya Museviliği üzerine birçok makale yayımlayan von Leers, Musevileri 'biyolojik olarak dünyayı yozlaştırmaktan başka seçeneği olmayan bir ırk' olarak tanımlar. Mısır İçişleri Bakanlığı’nın ihtiyaç duyduğu zemin tam da budur.
Von Leers Kahire’nin nezih bir semtine yerleşir. Bir müddet sonra İslam’ı kabul eder ve ismini Omar Amin olarak değiştirir. Kahire Üniversitesinde Latince dersleri verirken aynı zamanda hem İçişleri Bakanlığının propaganda bölümünde çalışır hem de Alman istihbaratı BND için…
Bugün hala Kahire’de yaşayan Nagda el-Kadi, üniversitede von Leers’in öğrencisidir. El-Kadi "Onu bize Göbbels’in sağ kolu diye tanıttılar." diyor ve devam ediyor: "Latince hariç 10 dili daha ana dili gibi konuştuğu, hatta Abdünnasır’ın ondan özel ders aldığı söylenirdi." Von Leers, Mısır’da eski bir dostu olan İngilizlerin Filistin’den sürdüğü Kudüs Müftüsü Muhammed Emin el-Hüseyni ile karşılaşır. Von Leers ve el-Hüseyni birbirlerini müftünün Berlin’de yaşadığı zamandan tanımaktadırlar. O dönemde birlikte Müslüman dünyası için Nazi propagandasını geliştirmiş ve yaymıştırlar. Kullandıkları en önemli mecra radyodur. Bunun için Kur’an surelerini Yahudilere karşı nefretle yorumladıkları programda, spikerliği el-Hüseyni üstlenmiştir.
1958’de BND von Leers ile ilişkisini "verimsizlik" ve von Leers’in "psikolojik sorunları" nedeniyle sonlandır. Daha sonra da Mısır devleti onunla çalışmaktan vazgeçer. Her ne kadar von Leers 60’ların başında tekrar Almanya‘dan Mısır’a başka bilim adamlarını getirmeye çalışsa da, Nazilerin Ortadoğu macerası yavaş yavaş sona ermektedir. Maceranın ilk aktörlerinden olan Artur Schmitt, Almanya’da 1966’da aşırı sağ parti NPD için Bavyera Eyalet Meclisinde vekil olur. Seçim afişlerinde eski Nazi üniforması ve gamalı haç ile poz verir.
Walter Rauff Şili’ye kaçar. 1984’de öldüğünde cenaze töreninde eski arkadaşlarının kendisinden Hitler Selamı ile veda ettiği görülmektedir.
Nazilerin Ortadoğu maceralarının ikinci nesli sayılabilen Wilhelm Voss ve Gerhard Mertins bir müddet daha Ortadoğu’da kalır ve Irak ve Suud-i Arabistan gibi ülkelerde ticarete devam ederler. Mertins en önemli Alman silah tüccarlarından biri olur. Eski Nazilerin Şili’de kurdukları ve daha sonra Pinochet döneminde Nazi imha kampları çizgisinde bir toplama kampı olarak kullanıldığı için dünyaca tanınan tarikat Colonia Dignidad’ı destekleyen “Colonia Dignidad‘ın Dostları” grubunun kurucularından olan Mertins, 1993’de Florida’da ölür.
Johann von Leers ise BND’nin kendisi ile beraber çalışmayı sonlandırdıktan 5 yıl sonra Kahire’de ölür.
Sonuçta, Arap Birliği bu eski Nazilerden umduğunu bulamamıştır. Ne İsrail’e karşı savaş kazanabilmişler ne ortak, güçlü ve verimli bir ordu ve ne de gelişmiş, bağımsız bir silah sanayi kuramamışlardır. Oysa her ne kadar savaş sonrası Batı-Almanya resmî olarak bu Nazilerle mesafeliymiş gibi görünse de, onlar sayesinde ekonomisini güçlendirmiş ve çok gizli yürüttüğü siyasi hedeflerini takip edebilmiş ve bu eski Nazilerden çok faydalanmıştır. Bugün bir çok Alman endüstri devi, uluslar arası pazar payını, büyük bir ölçüde bu Nazilere borçludur.
Ve görünürde savaş suçlusu olarak aranan bu Nazilerin çoğu, ülkelerinden kaçtıktan sonra inanılmaz servet sahibi olmuşlardır.
__________
Kaynak:
Yazan: M. Alp, Editör: Ayten Altaylı | Fotoğraflar: istock, M. Alp | Kaynak: G. Schwarz, welt.de