Kongre sürecindeki belirsizlikleri, "Hain miyiz? Değil miyiz?", "Trende miyiz? değil miyiz?" tartışmaları ve bunlara son olarak eklenen alternatif bayramlaşma polemiklerini değerlendirirken aslında yazmamız gerekenin Ülkücü fikriyatımızın yozlaşan değerleri olduğunu fark ettim. Sosyal ağlar üzerinden toplumun bir çok noktasına temas edebilmemiz kanaat ve tespitlerimizi çok daha hızlı yapabilmemizi sağlıyor.
Türkiye "az gelişmiş ülke" olduğunu galiba 1960 darbesinden sonra fark etti. O güne kadar kalkınmışlık, geri kalmışlık pek gündemde değildi. Darbeden sonra fikirlerimizin şirazesi çözüldü. Hani 1980 darbesinde her şeyden anlayıp her şeyin doğrusunu bilen yüce liderimiz Kenan Evren'in bize bol geldiğini söylediği anayasa işte o 27 Mayıs anayasasıdır. Bizler onun sağladığı fikir hürriyeti içinde geri kalmışlığımızı keşfettik.
Etilerden geri miyiz?
Sonradan batılılar daha politik olmaya karar verdi ve bize "geri kalmış" veya "az gelişmiş" yerine "gelişmekte olan" denmeğe başlandı… 60 sonrasının prenslerinden Atila Karaosmanoğlu, İtalya'yı yakalamamız için birkaç bin yıla ihtiyacımız olduğunu söylemişti ve bu pek hoşumuza gitmemişti.
O günlerde bir taksi şoförünün bana "yahu biz Etilerden de mi geriyiz?" diye sorduğunu hatırlıyorum. Bu kıyas Karaosmanoğlu'nun aklına gelmemişti zahir.
Savaş sahnelerinin muazzam bütçe istemesi gerekçesiyle ekseriya harem gibi kapalı mekânların tercih edildiği Osmanlı döneminde geçen diziler arasında neden akıncılar tarzı daha küçük birliklerin sınır savaşlarını, sızmalarını, "dil almalarını" vs. işleyen bir dizi çekilmiyor bilemem. Ancak yazıda alternatif tarihi kurgu konularına girmeyeceğim, entrika ve kanlı mavralar açısından dizile...
Şahsî çıkar yerine ahlâkı, güven ve saygıyı tercih etmek, uzun vadede toplumları kalkındırıyor. Ancak bu bağlantıyı tek insanın öngörebilmesi mümkün değil.
Uzun vadede cemiyet kazanacak diye kısa vadede kişisel çıkarı ertelemek kendiliğinden gelişecek bir davranış mı?
Bir zamanların popüler kitabı "Duygusal Zekâ"da Daniel Goleman, kişisel hazzın ertelenmesini anlatır. Dört yaşında çocuklar birer birer deney odasına alınmakta, her birinin önüne bir şekerleme (marshmallow) bırakılmakta ve psikolog, "Ben dönene kadar bunu yemezsen sana daha bir avuç veriririm" deyip odayı terketmekte. Bazı çocuklar psikolog çıkar çıkmaz şekerlemeyi mideye indiriyor. Bir kısmı ise büyük eziyet çekse de ilerde gelecek bir avuç şeker için sabrediyor. Sabra yardımcı olacak davranışları gözlenmiş: Şekere değil de tavana, duvarlara bakmak. Kalkıp stres atmak için tepinmek. Deneye katılan çocuklar 14 yıl sonra bulunup incelenmiş. Hazzı erteleyenlerin tahsilde hayatında, hemen yiyenlere kıyasla fark attığı görülmüş.
İnsan sermayesi, tek tek insanların üretim kapasitelerinin ölçüsüdür. Bir ülkede ortalama insan sermayesi 10 ise, bir milyon kişinin insan sermayesi on milyon olur. Sosyal sermaye böyle değil. Tek kişinin sosyal sermayesi her zaman sıfır. On milyon kişi de tek tek ele alındıklarında yine sıfır... Robinson Crusoe'nun sosyal sermayesi, Cuma ortaya çıkıncaya kadar sıfırdır. Cuma'nınki de öyle. Sosyal sermaye bir araya geldiklerinde doğuyor. Toplum sermayesi toplum varsa var.