Fernand Braudel, "Tek bir tarih ve tek bir tarih metodu yoktur. Tarih kendi içinde görece esnek ve çok seslidir." Cümlesi ile olması gereken öğretici ve ders alınan tarih anlatısının ana hatlarını çizmiştir. Özellikle bizim ülkemizde tarih, geleceğe not düşmek amacından uzakta gündelik çıkarları şekillendirmek amacıyla kullanılan bir enstrümandır.
Tarih de mutlak doğru aramak yersizdir. Yaşanmış her olay dönemin şartlarına kısa, orta ve uzun vadeli siyasi hedeflere göre ele alınmalıdır. Mustafa Kemal'in Zübeyde Hanım'ın yaşadığı gayri meşru bir ilişkiden olduğunu söylemek yahut resmi tarih öğretisi doğrultusunda II. Abdülhamid Han'ı yahut bütünüyle İttihat ve Terakki'yi kötü/yok saymak her anlamda sakat temeller üzerine bina edilen konulardır.
Maalesef ülkemizde ideolojik kalıplara sıkışmış insanlar tarih bölücülüğü yapmaktadırlar. Kimi Türk tarihini Osmanlı temelli alıyor, kimi Karahanlılar devletinden itibaren alıyor vs. Türk tarihini bütünlüyle benimseyen Göktürklerden Türkiye Cumhuriyetine kadar kurulmuş tüm devletleri doğru ve yanlışlarıyla kabul eden bilinçli, ahlaklı ve yüksek eğitimli bir halk tabakamız henüz oluşmadı ve oluşacak gibi de durmuyor.
Hal böyle olunca yüz yıllık bir geçmişe sahip Lozan anlaşması güncelliğini koruyor ve yeni yorumlarla tazelenip temcit pilavı gibi sürekli önümüze sürülüyor. Tarih bilgisi olmayan, ahlak ve bilinç eksikliği bulunan elitist avam gündelik siyasi gündemler oluşturma çabası ile Lozan gibi konuları kullanarak topluma mesaj vermek gibi yapay bir eyleme başvurarak üretken rolünü oynuyorlar.