GÖÇ ZAMANI MI?
GÖÇ GÖÇ GÖÇ
Göç Uygur destanı…
Göç Destanı Uygur Türklerinin ulusal birliğini koruyan tılsımının bozulması üzerine, yurtlarından ayrılıp güney batıya yaptıkları göçü konu alır.
Mutlaka bilirsiniz. Hiç olmazsa adını duymuşsunuzdur.
Çinli prenses hatırına kendince sıradan Uygur Türklerine göre kutsal sayılan kaya parçasının Çin'e hediye edildiği ve sonrasında bütün canlıların “Göç göç” diye haykırdığı destan…
Yüzyıllar öncesinden günümüze kadar ulaşmış ders niteliğinde gafletin destanı.
Yüzyıllar geçmiş bakıyoruz değişen sadece zaman. Bazı kafalar bazı düşünceler sadece kıyafet değiştirmiş. Türk'e düşman Türklük şuurundan uzak yuzkeri maskeli siyaset bezirganları sarmış etrafımızı. Adına da milliyetçilik denmiş İslamcılık denmiş. Türklük yolunda ne kadar değerler manzumesi varsa tek tek yok ediliyor. Türk ve Türklük kavramlarının içi boşaltılıyor. Değerler birer birer hayatınızdan çıkarılıyor…
Ne dersiniz GÖÇ ZAMANI mı geldi?
Bir prenses için kutsal dağ paramparça edilirken susanlar bugün değerlerimiz yok edilirken koltuk sevdası ile sessiz kalıyor.
Buyurun Göç Destanı:
“Bu hakanin da Gali Tekin adinda bir oglu varmis.
Hakan oglu Gali Tekin’ e, Çin prenseslerinden birini, Kiu-Lien’ i almagi uygun görmüş.
Evlendikten sonra Prenses Kiu-Lien, sarayini Hatun Daginda kurdu. Hatun daginin çevre yani da daglikti ve bu dağlardan birinin adi da Tanri Dagiydi, Tanri Dağı’nın güneyinde de Kutlu Dağ derler bir baska dağ vardi, kocaman bir kaya parçası.
Bir gün elçileri, falcılarıyla birlikte Kiu-Lien’ in sarayina geldiler. Kendi aralarinda konusup dediler ki:
-Hatun Daginin vari yogu, bütün bahtiyarlığı Kutlu dag denilen bu kaya parçasına bağlıdır. Türkleri zayıflatıp yıkmak istiyorsak bu kayayi onların elinden almalıyız.
Bu konuşmadan sonra varılan karar üzerine Çinliler, Kui-Lien’ e karsilik olarak o kayanin kendilerine verilmesini istediler. Yeni Hakan, isteğin nereye varacağını düşünmeden ve umursamadan Çinlilerin arzusunu kabul etti, yurdunun bir parçası olan bu kayayi onlara verdi. Halbuki Kutlu Dağ bir kutsal kayaydı; bütün Uygur Ülkesinin saadeti bu kayaya bağlıydı. Bu tilsimli tas Türk Yurdunun bölünmez bütünlüğünü temsil ediyordu düşmana verilirse bu bütünlük parçalanarak ve Türkelinin bütün saadeti de yok olacakti.
Hakan kayayı vermesine verdi ama kaya öyle kolay kolay sökülüp götürelecek cinsten degildi. Bunu anlayan Çinliler, kayanin çevresine odun ve kömür yığıp ateşlediler. Kaya iyice kızınca da üzerine sirke döküp parça parça ettiler. Her bir parçayı da ülkelerine taşıdılar.
Olan o zaman oldu iste. Türkelinin bütün kurdu kusu, bütün hayvanlari dile geldi, kendi dillerince kayanin düşmana verilisine ağladılar. Yedi gün sonra da bu düşüncesiz Hakan öldü. Ama Onun ölümüyle ülke felaketten kurtulamadi. bir Çin prensesi ugruna çekinmeden feda edilen yurdun bir kayasi, Türkelinin felaketine sebep oldu. Halk rahat ve huzur yüzü görmedi. Irmaklar birbiri ardinca kurudu. Göllerin suyu buhar olup uçtu. Topraklar yarildi, mahsuller yesermez oldu.
Günlerden sonra Türk Tahtina Bugu Han'ın torunlarından biri hakan olarak oturdu. O zaman canli cansiz, ehli yaban, çoluk çocuk bütün yurtta soluk alan almayan ne varsa hepsi birden:
-Göç!.. Göç!.. diye bağırmaya başladı. Derinden, inilti, hüzün dolu, çaresiz bir çigrismaydi bu. Yürekler dayanmazdı.
Uygurlar bunu bir ilahi emir diye bildiler. Toparlandılar, yollara düzüldüler; yurtlarını yuvalarını birakip bilinmedik ülkelere doğru göç etmeye başladılar.”
Muhabetle efendim.
Doğan AY
Yayınımıza abone olun
Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.