İMAMOĞLU'NUN OTOBÜSÜ
Bu haftanın konusu belli "İmamoğlu'nun otobüsü"
Nihayet muhalefet ikiye bölündü.
Bir grup diyor ki: "Her görüşten gazeteci olsun, biz de mi ayrımcılık yapalım"
Diğer grup ise (Bence haklı olarak) diyor ki :"Bu gazetecilerin yüzünden intihar eden insanlar oldu, çağırılacak gazeteci mi kalmamıştı memlekette?"
İki grupta da beni en çok rahatsız eden Nagehan gibilere gazeteci denmesi.
Birincisi Nagehan Alçı gazeteci değil. Gündemi yorumlayan yazılar yazmak ile gazetecilik farklı şeylerdir. Ben de gündemi yorumluyorum. Ne yapayım, gazeteci mi diyeyim kendime?
Gazeteci araştırır, gerçeği ortaya çıkartır ve milletin önüne koyar.
Nagehan bugüne kadar neyi araştırmış da "Ey milletim bunun aslı budur." demiş. Yüz iddiası varsa doksan dokuzu değil, yüzü de yalan. Böyle gazeteci mi olur?
Hepsini bırakın, yirmi yıldır bu iktidarı desteklemiş birisine gazeteci falan denemez. Kısacası AKP'li gazeteci diye bir şey olamaz.
Ergenekon, Balyoz kumpasını hatırlıyorsunuz. Düşünün, şöyle bir şey olabilir mi? Bizler evimizde internetin başında mahkeme tutanaklarına, verilen ifadelere bakarak bunun bir kumpas olduğunu çözmüşüz, ama bu sözüm ona gazeteciler ellerinde her türlü imkan varken bu kumpası çözememiş. Ne zamana kadar 17 - 25 Aralık'a kadar!
Komutan Muzaffer Tekin'in mahkemesini bilenler bilir. Yahu o tutanaklarda el bombası olarak kayda geçirilen materyalin, kalemlik olduğunun anlaşıldığı yazıyor! Hadi sözde mahkeme el bombası sandıkları şeyin kalemlik olduğunu iki yıl da anca anladı. Ya bunlara ne demeli? Bunlar üç yıl da anlamadı!
Üç yıl sonra kendileri anlasa yine iyi. Ne zaman ki hoca efendicikleri tepelerini ortaya döktü, hepsi birden "Deliller sahteymiş" diye bağırmaya başladılar. Yani bunlara, el bombası diye servis edilen şeyin kalemlik, füze diye haber yapılan nesnenin saksı olduğunu biz anlatamadık ama hoca efendicikleri anlattı!
Hal böyle olunca ortaya iki seçenek çıkıyor.
Ya bunlar hainler, bilerek sustular (Bundan şüphe duyanın aklına şaşarım), Ya da bunlar bildiğiniz salak.
İki seçenekten de çıkan sonuç aynı. Hainden de, salaktan da gazeteci olmaz.
İmamoğlu'nun bu hususta savunulacak tarafı yok. Sevgi pıtırcıklığı da bir yere kadar. Zalime gösterilen sevgi, mazluma zulümdür.
Liyakat sadece mülakatta lazım değil, Yıllarca İktidarın kalemşörlüğünü yaparak, onlarca insanın kanına giren rezilleri, her türlü baskıya rağmen mesleğinin gereğini yapmaya çalışan gazetecilerin önüne koymak da liyakatsizliktir.
Bir de neymiş, diğer turuna Abdülkadir Selvi'yi de çağıracakmış!
Çağır o da gelsin...
Biz de keşke Kuddusi Okkır'ı, Ali Tatar'ı, Ali İsmail Korkmaz'ı, Songül Yakut'u ve nicelerini çağırabilsek.
Ama artık onlar çağırsak da gelemiyorlar...
Okan Kilit
Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.