'SAVAŞÇININ DOKUZ İLKESİ' HAKKINDA
İlk Okurun Notları
Sözü fazla uzatmaksızın, Savaşçının Dokuz İlkesi ile ilgili birkaç düşüncemi paylaşacağım bu kişisel, ayrıntısız notlarda. Diğer okurlara yol göstermek, 'okuma biçimi' önermek gibi bir gayem yok. Sonuçta her okur, bir şekilde ve tabiî ki kendine göre açar, çizer yolunu. Ayrıca, savaş sanatı hakkındaki düşünsel birikimim de, başkalarına kılavuzluk edecek nicelik ve nitelikte değil zaten: Bu eksiğimin altını çizmişken, ilk notumu da düşeyim: Kitabı okurken, sözünü ettiğim birikime ihtiyaç duymadım pek; Mete Aksoy, Savaşçının Dokuz İlkesi'ni, savaş sanatı literatürüne yabancı, orta nitelikli okurları da göz önünde bulundurarak tasarlayıp, olabildiğince yalın, akıcı, öğretici, kısacası 'iştah açıcı' bir dille yazmış çünkü. Bugüne dek oluşan karmaşık, çokuluslu literatürü elekten ustaca geçirip, yaşam mücadelesinin bütünüyle ilişkilendirerek, konuya uzak, vasat okurların da kullanımına sunmuş. –Eşsiz hizmet.
Öte yandan, 'savaş dostu' bir kitap, aklı başında okuru rahatsız eder, etmelidir –bana kalırsa. Son çare olarak bile gösterilmemelidir savaş: Çözümsüzlüğün, iletişim kopukluğunun en korkunç sonuçlarından biridir, tıpkı terör gibi. Savaş sanatını hayat kavgasının bütünüyle ilişkilendirmeye çalışırken, düşünsel adımları dikkatle atmak gerekir; söz konusu çalışma sırasında, ister istemez, son derece tehlikeli bir ihtimal oyuna girer çünkü: En kapsamlı anlamıyla faşizme savrulmak, savaşı doğalcı gerekçelerle temellendirmek. Savaşçının Dokuz İlkesi'ni okuduktan sonra, Umberto Eco'nun iki ahlâkî denemesini de tekrar okudum: Savaşı Düşünmek ve Ebedî Faşizm.* Hiçbir şart koşmaksızın savaş karşıtlığını özümleyen Eco, faşizmin tipik özelliklerini sıralarken, dokuzuncu maddenin başında yaygın bir iddiayı hatırlatıyor: "Kök-faşizme göre yaşamak için mücadele edilmez, 'mücadele etmek için' yaşanır. Barışseverlik düşmanla işbirliği demektir, barışseverlik kötüdür, çünkü yaşam sürekli bir savaştır." Gayet açık. Aksoy, bu öldürücü aşırılığa çağırmıyor okuru, ucuz faşizmle flört etmiyor: Savaşla, gereklilik veya haklılık değil de, kaçınılmazlık üzerinden ilgileniyor. Savaşa değil, zafere giden yolu gösteriyor –çok çok önemli bir fark bu. Savaş karşıtlığını muhafaza ederek, zaten çıkmış ya da çıkacağı kesinleşmiş bir savaşın nasıl kazanılabileceğini gösteriyor. –Makul yaklaşım.
Kitabın dörtte üçü çeşitli -özellikle de askerî, iktisadî, siyasî- örneklemelerden oluşuyor –geri kalanı, dokuz temel ilkeyle ilgili kuramsal açıklamalar. Özenle seçilip bir araya getirilmiş örneklerin tamamı gerçek: Aksoy, okurun olana odaklanmasını istiyor yani, olması gerekene değil. Hâliyle, ideal ahlâk tartışmalarından bilerek uzak duruyor. Örneklemelerin bir diğer ve bence en özgün, en çekici ortak özelliği ise şu: Ayrı dünyalardan derlenen, ilk bakışta birbirleriyle hiç de ilgisi yokmuş gibi görünen örnekler, bir arada, kusursuz bir uyum içinde arz ediliyor okura. –Yaratıcı emek.
Ve son bir not daha: İkici paragrafta da değindiğim üzere, savaşı olağan hâlle aynılaştırmaya cephe almak, demokratik bir görevdir. Siyaseti 'kansız savaş', savaşı 'kanlı siyaset' olarak nitelemeye katiyen taraftar değilim: Bu Mao-tipi, sığ özdeşliği yanlış (gerçekdışı) buluyorum. Çoğulcu, özgürlükçü bir demokrasiden bahsediyorsak eğer, savaş ve siyaset tamamlamaz birbirini, aksine anlamsız kılar, ortadan kaldırır. Savaş, olsa olsa siyasetsiz siyasetin, yani totaliterliğin yoldaşı, bütünleyicisi olabilir. Belirtmiştim: Aksoy, bu teorik açmaza düşmemeyi başarabilmiş, ama yalnızca savaş karşıtlığını koruyarak değil, aynı zamanda seslendiği özneyi de doğru seçerek: Yani, bir ulusa ya da herhangi bir ideolojik topluluğa/sürüye değil, bireylere seslenerek –çok çok önemli bir başka fark. Güçlü (kalıcı) bir demokratik düzenin garantörleri, uysal değil, savaşçı bireylerdir çünkü. Eldeki siyasal güç(istenci), savaşçı bireyler ya da bir başka deyişle anlamlı en küçük toplumsal aktörler arasında bölüşülebildikçe, demokratik bir siyaset vücut bulur. Ayrıca, işaret etmeden geçmemeliyim: Kitaptaki örneklemeler apolitik bir gözle dahi okuduğunda, dünya (insanlık) tarihine, savaşçı -ve bilhassa da ayrıksı- bireyler tarafından nasıl biçim (yön) verildiği görülebiliyor. –Bireycilik. Bireye dönüklük.
Savaşçının Dokuz İlkesi, işte bu dört niteliğiyle yer etti zihnimde.
_______________
* Umberto Eco, Beş Ahlâk Yazısı, Can Yayınları, Çeviri: Kemal Atakay, 6. Baskı, Nisan 2014, İstanbul, s: 15-50 arası.
Savaşçının Dokuz İlkesi - Mete Aksoy | kitapyurdu.com
Telif Hakkı
© Fırat Kargıoğlu @ tahtaPod.com | Tüm hakları saklıdır.
Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.