Bir Türkiye Selçuklu Sultanın Tebaası İle Olan İlişkilerine Dair
Üzerinde yaşadığımız toprakları bize vatan kılan ve Küçük Asya/Asia Minor ya da Doğu Roma/Diyar-ı Rum olarak bilinen bu coğrafyaya batılılar tarafından Türkiye adının verilmesini sağlayan Türkiye Selçuklu Devletinin Yükseliş dönemi hükümdarı I. Alâeddin Keykubad (1220-1237)'ın tebaası ile olan münasebetleri üzerinde duracağız. Günümüz idarecilerine de rol model olması ümidi ve konun rahat anlaşılmasını sağlamak için ana hatlarıyla tebaayı oluşturan üç ana zümre(reaya, devlet erkanı ve alimler) üzerinden örnekler vereceğiz.
Reaya İle Olan İlişkilerine Dair:
Sultan I. Alâeddin Keykubad'ın halk ile olan iyi ilişkilerine dair daha meliklik döneminden bilgi sahibiyiz. Meselâ, babası I. Gıyaseddin'in ölümünün (1211) ardından devlet erkânın isteği ile tahta çıkarılan ağabeyi I. İzzeddin Keykavus'a karşı Ankara kalesinde verdiği mücadele sırasında (1212-1213) muhasaranın uzaması nedeniyle halkın zor durumda kalması üzerine elindeki kuvvetler ile sonuna kadar direnmekten vazgeçip ahaliye dokunulmaması karşılığında teslim olmayı kabul etmiştir(1213).
Sultan olarak tahta çıkışından sonra ise farklı inanç ve kültürdeki tebaasına karşı gösterdiği hoşgörüyü yansıtması bakımından şu bilgi oldukça önemlidir; 10 Ağustos 1230 tarihinde Celâleddin Harezmşah'a karşı sultanın kazandığı Yassıçemen zaferi tüm Türkiye Selçuklu Devleti tebaasını çok sevindirmişti. Hristiyan halk zafere o kadar memnun olmuştu ki sultanın Kayseri'ye yaklaştığını haber alınca papazlarının liderliğinde ellerinde haçları ve çalgıları ile Alâeddin Keykubad'ı karşılamaya çıkmışlardı. Aynı maksat için yola çıkmış olan Müslüman halk onlara engel olmak istemişse de Sultan I. Alâeddin Keykubad duruma müdahale edip Hristiyan tebaasının düzenlediği kutlamalara bizzat katılmış ve Kayseri'ye onların arasında girmiştir.
Harezmlilerin Selçuklu tebaasına geçişiyle birlikte Sultan Keykubad'ın onlara karşı sergilediği adalet ve şefaate sayesinde yaşamlarının düzene girmesine dair şunları söyleyebiliriz: 1232 yılında Ahlat Selçuklular'ın eline geçince bölgenin askeri idaresi Sinaneddîn Kaymaz'a verilmişti. Bu sırada ona Harezmşahlar'da askerî bir unvan olan Kır Han idaresindeki Harezmli askerlerin Tatvan ve civarında tecavüzlerinde bulunduklarına dair haberler gelince durum Keykubad'a bildirdi. Sultan Alâeddîn Keykubad da Harezmlilerin saltanat hizmetine davet edilmesi için kendisine izin verince, Sinaneddîn Kaymaz Tatvan'a gidip Kır Han ile görüşme talebinde bulundu. Kır Han görüşmek isteyenin Sinaneddîn Kaymaz iyi niyetli olduğundan emin olunca onu bizzat karşıladı ve bir müddet görüşüp konuştuktan sonra yemek olarak yahni ve buğrahanî yediler. Daha sonra yine konuşmaya başladılar. Bir ara sohbet esnasında Kaymaz Kur'an'a el basarak "Saltanat büyüklerinin gerek Kır Han ve gerekse diğer Harezm beyleri için hatırlarında hiç bir kötü düşünce yoktur. Hepsinin niyetleri sizi derbederlikten kurtarmak ve emniyetli bir yere yerleştirmektir. Eğer bu teklif size uygun gelirse sultanın itaatine gireceğinize ve ona sadık kalacağınıza dair yemin edin" dedi. Bu teklif üzerine, Kır Han, Bereket ve Yılan, Saruhan, Tokuzhan ve Keşlü Senküm ve diğer Harezmli emirlerin hepsi toplandılar ve sultana bağlılık andı içtiler. Daha sonra da kararlaştırıldığı şekilde Kır Han ve diğer Harezm beyleri buluşma yerine gitmek için hareket ettiler. Kır Han ve diğer Harezm beyleri kararlaştırılan yere gelince Pervane Taceddîn ile Sinaneddîn Kaymaz ve diğer emirler onları karşıladılar. Sultana sadık kalacaklarına dair bir daha yemin aldıktan sonra Vezir (Sahip) Ziyaeddîn Kara-Arslan, Erzurum vilayetinin tamamım ona ve diğer Harezmli beylere teslim etti. Daha sonra da Sultan Alâeddîn Keykubad Harezmlilere iltifat gösterip Erzincan'ı Kır Han'a, Amasya'yı Berekete, Larende'yi Keşlü/Küçlü Senküm'e, Niğde'yi de Arslan Han'a ikta olarak verdi. Böylece hem asayiş sağlanmış hem de Türkmen unsur memnun edilerek uç bölgelerdeki askeri güç arttırılmış oldu.
Daha çok mesleki bir örgütlenme olarak bilinselerde ahilerin Anadolu'daki sosyal hayatın şekillenmesinde önemli etkileri bulunmaktadır. Dolayısıyla daha meliklik zamanından itibaren Alâeddin Keykubad'ın ahiler ile teması olmuştur. Siyasi bir statüleri olmasa da ahiler Türkiye Selçuklu sultanların cülus merasimlerine katılırlardı. Nitekim Alâeddin Keykubad Konya'ya tahta oturmak üzere gelirken kendisini Obruk'ta karşılayanlar arasında Konya'nın ileri gelen Ahileri de bulunuyordu. Hilafet makamının elçisi olark gelen el-Sühreverdi'yi karşılayan kalabalık grup içinde yine ahiler yer almaktaydı. Tebea ile idareci arasında iletişimi ve dengeyi sağlayan ahiler ile saltanatı boyunca olumsuz bir şey yaşamadığı gibi onları himaye etmiş, faaliyetlerini sürdürmeleri için onlara birtakım imkanlar sağlamıştır.
Devlet Erkânı İle Olan İlişkileri:
Türkiye Selçuklu Sultanları arasında devlet erkânının yaptığı seçimlerin üzerinde bu kadar etkisi olan başka bir hükümdar yoktur desek aslında fazla abartı yapmamış oluruz. Çünkü devletin ileri gelenleri babası I.Gıyaseddin Keyhüsrev'in ölümünün ardından kendisini hesaba katmadan ağabeyi I. İzzeddin Keykavus'un tahta çıkmasını uygun görmüştü. Her ne kadar bu duruma itiraz etse de olumlu bir netice alamadığı gibi tutuklanıp hapse atılmıştı. Ancak kardeşinin ölümünün (1220) ardından bu defa yine devlet erkânının seçkin isimlerinden Beylerbeyi Çaşnigir Seyfeddin Ayaba, Emir-i Meclis Mübarizeddin Behramşah, Emir-i Ahur Zeyneddin Beşara ve Emir Baheddin Kutluca'nın ısrarları sonucu hem hapisten kurtulmuş hem de sultan olmuştu. Fakat adeta tahtı kendisine bahşeden devlet erkânının bu önde gelen isimleri kıdemleri ve servetlerinin yüksekliği, taraftarlarının çokluğu dolayısıyla tabiri caiz ise serkeşlik yolunu tutmuşlar ve sultana tahakküm etmeye başlamışlardı. Özellikle içlerinde hem en kıdemlisi hem baba yadigârı olan ve I. Alaeddin Keykubad'a hapiste saltanat müjdesini veren Seyfeddin Ayaba'nın ihtişamı Sultan Keykubadı gölgede bırakır hale gelmişti. Durum o kadar vahim bir hâl almıştı ki Beylerbeyi makamında bulunan Seyfeddin Ayaba Keykubad'ın huzurundan ayrıldığında sarayın etrafında kimse görünmezdi. O işaret etmeden kimse Sultanın huzurunda konuşamazdı. Bunun için emîrler kendisini lider olarak görüyor ve önemli işleri sultan yerine ona danışıyorlardı. Yine Seyfeddin Ayaba'nın konağında günde seksen koyun kesilirken Sultanın sarayında hassa kulları ve saray halkı için otuz koyun kesiliyordu.
Durumun farkında olan Sultan I. Alâeddin Keykubad bir taraftan otoritesini sarsan hatta hiçe sayan bu emirlere karşı fırsat kolluyor fakat güçlerini bildiği için açıkça bir şey yapamıyor ve iyi geçinmeye çalışıyordu. Ancak bir süre sonra bu durum karşılıklı soğuk savaşa dönmüştü. Nitekim sultan onları onurlandırıyormuş gibi yaparak hiç değilse mali açıdan yıpratmak için plânlar yapmaya başladı. Mesela, Alâeddin Keykubad 12 kapıdan oluşan Konya Kalesi'nin dört büyük kapısı ile bir kaç burç ve bentlerinin masraflarının hazineden karşılanmasını, geri kalan kısımlarının da memleket büyükleri arasında, kudretleri nispetinde, taksim olunarak acele tamamlanmasını ve her emirin kendi yaptırdığı kısmın üstüne ismini altınla nakş ettirmesine izin veren bir ferman yayınlattı.
Diğer taraftan ise tahta çıkardıkları sultanın kendilerinden hoşnut olmadığını bilen ve onları zorla masrafa soktuğu için kızan emirler tabiri caiz ise bunu nankörlük olarak görüyor ve onu nasıl sultan yaptıksa yerine yenisini de yaparız diyerek I. Gıyaseddin Keyhüsrev'in küçük oğlu Keyferidun'u tahta geçirmek için fırsat beklemeye başlamıştı.
Emirler ile Sultan arasında yaklaşık üç yıl kadar devam eden bu soğuk savaştan I. Alâeddin Keykubad yine güvendiği emirlerden Hokkabazoğlu Seyfeddin, Emir Komnenos, Emir-i Candar Mübarizeddin İsa sayesinde biraz kanlı da olsa galip çıkmayı başardı.
Uzun vadeli yapılan gizli planlar sonucunda Sultan Keykubad'ın devlet erkanına tertip ettiği bir eğlence meclisinde plân yürürlüğe konuldu. İsteksiz olarak davete icabet eden Beylerbeyi Seyfeddin Ayaba herkesten önce evine gitmek için izin istedi. Mübarizeddin İsa ve kardeşleri önüne çıkıp "Emirin şu odaya girmesi ferman icabıdır" dediler. Seyfeddin Ayaba bu işe hiddetlenip karşı çıksa da Mübarizeddin İsa ısrar edince "Ben sultanın bir gün bahçede "Eski kart/yaşlı ağaçları kesmek, onların yerine yeşil fidanlar dikmek lazımdır" dediği zaman hakkımda bu gadri yapmak istediğini sezmiştim. Eğer o zaman tedbir alsaydım bugün böyle aciz kalmazdım" dedi. O sırada Emir-i Âhûr Zeyneddin Başara dışarı çıktı. Onu da başka bir odaya kapadılar. Bahaeddin Kutluca'ya da aynısı yapıldı.Eğlenceden sonra Emir-i Meclis de kalktı ve o da aynı akıbete uğradı. Tutuklanan emirlerin tabiri caiz ise ele başı olan Seyfeddin Ayaba idam edildi ve yerine beyler beyi olarak Emir Komnenos atandı. Bahaeddin Kutluca ise tutuklanıp Tokat'a gönderildi. Emir-i Meclis Mübarizeddin Behramşah da hizmetkarlarıyla birlikte Ruzbe ile Zamantı Kalesi'ne gönderildi. Zeyneddin Başara ise bir odaya kapatılıp kapısı duvar ile örüldü burada ve açlıktan öldü.Ayrıca evlerine naibler gönderilerek bütün mal ve servetleri tespit edildikten yani kaleme vurulduktan sonra evleri mühürlendiği gibi yakınları ve akrabalarının da evleri yağmalanmıştır.
Görevini başarı ile tamamlayan Hokkabazoğlu Seyfeddin daha sonra sultanın huzuruna girip "Saltanatınız uğurlu olsun" demesi durumun ciddiyetini ve bu mücadelenin sultan üzerindeki etkisini göstermesi bakımından oldukça önemlidir. Nitekim problemin çözümünün ardından Sultan I. Alâeddin Keykubad'ın davul, boru ve alışılmışın dışında bayrak ve çetr (sultanlık alametleri) ile Meşhed Ovası'na gidip çevgenoynadığı bilinmektedir. Hatta o esnada emir Kemâleddin Kamyar, Tercüman Zahireddin Mansur ve Şemseddin Horasani gibi orta dereceli emirlerin birbirleriyle gizlice konuşmasını isyankârlık sayıp "Henüz bu yerde sürünen zümrenin başlarından serkeşlik rüzgârı gitmedi mi?" deyip her üçünü de sopalarla meydandan kovulmasını ve devlet sınırları dışına sürülmelerini emretti. Ardından saraya geldikten sonra da katledilen emirlerin bütün adamlarıyla akraba ve mensuplarının idam edilmesini istedi .
Durumdan haberdar olan Emir Komnenas Sultan tarafından ferman imzalanmadan bir gulam ve seyisiyle saraya gelip görüşme talep etti. Huzura girince başını yere koyduktan sonra "Bugün kulunuz saltanat sarayından evime giderken akraba ve mensuplarımdan kalabalık bir grup etrafıma toplanarak yürüdüler. Fakat şu saatte o kalabalıktan ancak bir uşak ile bir de seyis kalmıştır" dedi. Sultan bunun sebebini sorduğunda da şu cevabı verdi: "Emirlerin gulmaları ile akrabalarının öldürülmelerine müsaade etmişsiniz. Kulunuzun adamları bunu duyunca huzurları bozuldu ve bana, "Eğer senin de yarın idamını icap ettiren bir günahın olursa biz de aynı akıbete uğrayacağız, en iyisi böyle bir felaketle karşılaşmadan evvel başımızın çaresine bakalım dediler" dedi". Sultan I. Alâeddin Keykubad bu sözleri doğru bularak evvelce yazılan emrin iptaline karar verdi.
Âlimler İle Olan İlişkilerine Dair:
Sultan I. Alâeddin Keykubad ile babası I. Gıyaseddîn Keyhüsrev (1192–1197/1205–1211) zamanından itibaren Türkiye Selçuklu Devleti'nin ekonomik gücü ve otoritesi hızla artmıştı. Bu nedenle de İslâm dünyasının ileri gelen âlimleri biraz da Moğol tehlikesinden kaçmak için Anadolu'ya gelmeye başlamıştı. Bu âlimlerin birçoğu gördükleri itibar nedeniyle uzun yıllar Anadolu'da ikamet etmişlerdi. Mesela, Vahdet-i vücut teorisi taraftarlığıyla İslâm ve Türk tasavvufunda önemli izler bırakan İbnü'l-Arabî(öl. 1240), Necmeddin Daye diye bilinen Necmeddin Ebu Bekir b. Muhammed el-Razi (öl.1256), Ahmed b. Mahmud-Tusî, Hüseyin et-Tirmizî (öl. 1240), Sultanü'l-Ulema lakabıyla da tanınan Bahâeddin Veled b. Hüseyin el-Bekrî (öl.1231) gibi. Sultan Alâeddin Keykubad'ın âlimlere gösterdiği hürmetin büyüklüğüne dair şu bilgiler dikkate şayandır:Sultanü'l-Ulema Baha Veledgibi kıymetli bir âlimin Anadolu'ya geldiğinden hatta Konya yakınlarındaki Larende (Karaman)'de ikamet ettiğinden Sultan Alâeddin Keykubad'ın haberi yoktu. Haberi öğrendiğinde derhal Larende Subaşısı Emir Musa'ya böyle önemli bir mevzudan kendisini nasıl haberdar etmediğine dair bir emirname yazdırttıktan sonra Baha Veled'in vaziyeti hakkında bilgi istedi. Sultanın emirnamesi Emir Musa'ya ulaşınca korkuyla olanları Baha Velede anlattı. Baha Veled, sultanın huzuruna çık ve şunları söyle: "Alâeddin içki içiyor ve çalgı sesi dinliyor. Ben onun yüzünü nasıl görebilirim? Ayrıca haber vermememi Baha Veled istedi de" dedi.
Emir Musa, Sultanın huzuruna çıkıp olanları anlatınca Sultan Alâeddin Keykubad cevap olarak "Eğer Sultanü'l-Ulema Baha Veled Hazretleri Konya şehrine gelip burayı kendine makam yarsa ben yaşadığım müddetçe şarkıların ve çalgıların sesini dinlememem, onun kulu ve müridi olurum" dedi. Bunun üzerine Baha Veled çocukları ve dostlarıyla Konya'ya doğru hareket etti. Sultanü'l-Ulemanın Konya'ya geldiği haberi Alâeddin Keykubada ulaşınca Sultan ve Konya halkı Baha Veledi karşılamaya çıktılar. Sultan Alâeddin Keykubad uzak bir mesafede atından inip, yaya olarak ilerleyip Şeyh'in dizini öptükten sonra hiç değilse Baha Veled'in de kendisine elini uzatıp sıkmasını beklerken Sultanü'l-Ulema eli yerine asasını uzattı. Ayrıca Sultan Alâeddin Keykubad'ın ikamet etmesi için onu sarayına davet etmesini kabul etmeyip yerinin medrese olduğunu söylemiştir.
Yine Baha Veled Konya'ya yerleşince Sultan Alâeddin Keykubad kendisine para ve eşyadan oluşan çeşitli hediyeler göndermiş fakat Baha Veled "Sizin mallarınız haramla karışık ve şüphelidir" deyip ikramı geri çevirmiştir.
Baha Veled ikâmet ettiği medresede sabahtan öğleye kadar ders verir öğleden sonra da müritleri ile ilgilenirdi. Anadolu'daki müridleri arasında devrin ileri gelenlerinin yanı sıra devlet erkânından da pek çok kişi vardı. Hatta bizzat sultan bile müritlerindendi. Baha Veled vefat edince (1231) Alâeddin Keykubad o kadar çok üzülmüştür ki yedi gün saraydan dışarı çıkmamış, kırk gün ata binmemiştir. Taziyeleri kabul etmek için tahtı bırakıp hasıra oturmuş, hatimler indirtip, sofralar kurdurmuştur. Ayrıca şeyhin türbesinin etrafını Kabe'nin çevresindeki duvarlar gibi ördürtüp bir taş üzerine ölüm tarihini yazdırmıştır.
Âlimlere karşı bu kadar mütevazı olan I. Alâeddin Keykubad'ın onlara karşı aynı zamanda çok da cömert olduğu bilinmektedir. Meselâ, Sultanın saltanatının ilk yıllarında Anadolu'ya gelen Necmeddin Razibu durumu şu şekilde ifade etmektedir: 1220'lerin başında başlayan Moğol istilası nedeni ile gidecek yer ararken halkı ehli- sünnet, padişahı dindar olan bir yer yok mu diye araştırıyordum ki sohbet ettiğim dostlarım "bu zamanda ancak Anadolu'da aradığını bulabilirsin" dediler.
Bunun üzerine 1221'de müritleri ile Anadolu'ya gelen Necmeddin Daye güvenlik, adalet ve ucuzluk hakkında duyduklarının doğru olduğunu görünce çok memnun olmuştu. Malatya'da ikamet ettiği sırada Halife en-Nasır lidinillah (1180-1225)'ın elçisi Şeyh Sühreverdiile karşılaştı. Sühreverdi ona, Sulan Alâeddin Keykubat'dan gördüğü izzet-ikramdan, bahsettikten sonra madem ki "kalacak bir yer arıyorsun burada kal" demiştir. Bunun üzerine Necmeddin Daye sultan ile tanışmak için Ekim 1221'de Kayseri'ye gelmiş ve Sultan I. Alâeddin Keykubad ile görüştü. Anadolu'da kaldığı süre zarfında tamamladığı Mirsad el-İbad min el-Mebde ila'l-Ma'âd Tuhfaten li's-Sultan Keykubad adlı eserini de1223 yılında sultana takdim etti. Yine Moğol istilası nedeniyle Anadoluya gelen Zencani de siyasetname tarzı kaleme aldığı el- Letaifü'l-Alaiyye fi'l-Fedaili's-senniyye adlı eserini 1228 yılında tamamlayarak Sultan Aâeddine ithaf etmiştir. Sultana takdim edilen siyasetname tarzı bir diğer eser de Nizameddin Yahya b. Said b. Ahmed tarafından yazılan Kitabu Hadaiku's-siyer fi âdâbi'l-mülk'tür.
Ahmed b. Mahmud-ı Tusi el- Kâmil de memleketi Tus'dan Moğol istilası nedeniyle kaçarak Anadolu'ya gelen alimlerden biri idi. İyi bir şair olan Tusi kendi ifadesine göre 1221 yılında Anadoluya gelmiş ve otuz cilt yaklaşık otuz bin beyitten oluşan ancak günümüze intikal etmeyen bir Selçuknâme kaleme almıştır. Şairlerin hükümdarı (Melikü'ş-Şu'ara) ünvanını taşıyan Tusi kırk-elli yıl kadar Anadolu'da kalmış ve üç Selçuklu sultanına (I. Alâeddin Keykubad, II. Gıyaseddin Keyhüsrev, II. İzzeddin Keykavus) methiyeler yazmıştır.
Türkiye Selçuklu Devletin'deki refah, istikrar, huzur ve en önemlisi sultanın ilme ve âlimlere gösterdiği saygı, hoşgörü üzerine Anadolu'ya gelen devrin önemli âlimleri sayesinde günümüzde bile önemini hissettiren Mevlana Celâleddîn-i Rumî ve Sadreddîn Konevî gibi değerler yetişmiştir.
Sonuç olarak bütün bunlar bize tebaasını dil, din ayrımı gözetmeden koruyup kollayan, otorite sahibi ama en önemlisi bu gücü hak edene karşı yerinde ve zamanında kullanmasını bildiği için Alâeddin Keykubad'ın mütevazı, bir hükümdar olduğunu ve ekonomik dengeleri de kontrol ederek tahtta kaldığı süre içinde devletini doruk noktasına çıkartmasının bir tesadüf olmadığını göstermektedir.
BİBLİYOĞRAFYA
- Ahmet Eflâkî; Menakıbü'l-Arifin, nşr. Tahsin Yazıcı, Ankara 1976,I, 26-28, Türkçe çev., Tahsin Yazıcı, Âriflerin Menkıbeleri I, İstanbul 1989.
- Ateş, Ahmed; "Hicri VI-VIII (XII-XIV) Asırlarda Anadolu'da Farsça Eserler", Türkiyat Mecmuası, VII-VIII/II.
- Baykara, Tuncer; I. Gıyaseddin Keyhusrev (1164-1211) Gazi-Şehit, TTK Ankara 1997
- Genceli Kiragos; "Ermeni Müverrihlerine Nazaran Moğollar", Türkiyat Mecmuası, II, İstanbul 1928
- "İbnü'l-Arabi"; DİA, XX, 100-101.
- İbn Bibi, el-Evamirü'l-Alaiyye fi'l-Umuri'l-Alaiyye, Tıpkı Basım Adnan Sadık Erzi, TTK Ankara 1956, s.137-138, Türkçe çev, Mürsel Öztürk, El Evamirü'l-Ala'iye Fi'l-Umuri'l-Ala'iye (Selçuk Name ) I, KBY, Ankara 1996.
- Koca, Salim, Sultan I. İzzeddin Keykavus (1211-1220), TTK Ankara 1997.
- Kaya, Selim;I. Gıyaseddin Keyhüsrev Ve II. Süleymanşah Dönemi Selçuklu Tarihi(1192-1211), TTK Ankara 2006.
- Köprülü, F.; Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara 1984.
- Ritter, H.;"Der vier Suhrawardi", Der İslam, 25, 1938.
- Riyahi, Muhammed Emi;, Omsalı Topraklarında Fars Dili ve Edebiyatı, İstanbul 1995.
- Uyumaz, Emine; Sultan I. Alaeddin Keykubad Devri Türkiye Selçuklu Devleti Siyasi Tarihi (1220-1237),TTK Ankara 2003.
Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.