Selçuklu Doğu Roma İlişkilerini Etkileyen Unsurlara Dair
Doğu-Roma olarak IV. yüzyıldan itibaren dünya tarihinde yer alan bu siyasi oluşum gerek devlet teşkilatı gerekse kültür olarak komşuları olan Sasaniler ve İslam Dünyasından etkilendiği kadar etkilediği için onların hâkim olduğu coğrafyada tarih sahnesine çıkan Selçuklu hanedanlığı üzerinde de izler bırakması kaçınılmaz bir durumdur. Askeri ve diplomatik temaslarla başlayan ilk münasebetlerin ardından Selçuklu ve onlara bağlı Türkmenlerin Anadolu'yu fethi ile taraflar arasındaki etkileşim hiç şüphesiz en yoğun şeklini almıştır. Zira işin içine Türkmenler ile Anadolu'da yaşayan Doğu Roma tebaasının (Rum, Ermeni, Süryani…)münasebetleri de girmektedir.
Anadolu'ya gelen Selçukluların bölgede yerleşirken Doğu Roma yöneticileri ve halkını etkileyen iki yöntem uyguladıklarınıgörmekteyiz. İlki önce sınır boylarınadaha sonra da Anadolu'nun içlerine yerleşmepolitikasıdır. Böylece ele geçirilen yerlerdeki Türk nüfusunu arttırdıkları gibi sınırları da güvence altına alıp "Uc"lardayeni akınlar düzenleyebilmek için güç oluşturuyorlardı. İkincisi ise yerli halkın yönetimle bütünleşmesini sağlamaktı.Bunu yaparken de özellikle kimsenin dinine, inancına karışılmıyor ve toprakları ekip biçen yerli halka yeri geldiğinde ücretsiz tohum, hayvan vererek beşer yıl vergiden muaf tutuluyordu. Mesela, 1196-97 yılında taraflar arasında yaşanan gerginlikler sonucunda Sultan I. Gıyaseddin ve İmparator III. Aleksios arasında barış yapılmış ve anlaşma şartı gereği esir edilen Hristiyan halk isterse memleketlerine geri dönebilecekti. Fakat barış yapılana kadar esir edilen 5.000 Rum'a çiftçilik için gerekli malzemeler kendilerine verilerek olarak Akşehir civarına yerleştirilmişti. Zorunlu olarak iskan edilmelerine rağmen kendilerine tanınan imtiyazlardan son derece memnun olan esir Rum halkı imparatorlarının tüm ısrarlarına rağmen geri dönmemiştir.Hatta bu hadiseden sonra Doğu Roma'da sıkıntı çeken Rum ahaliden Selçuklu'ya sığınanlar olmuştur. Bunun dışında ekonomik münasebetler karşılıklı etkileşimde önemli rol oynamıştır. Özellikle de yerel halk ile Selçuklular arasındaki ticaret. ÖrneğinBeyşehir Gölü üzerindeki küçük adacıklarda yaşayan Rum halkı kayıklar vasıtasıyla Konya ile ticaret yaparken zamanla Türk adetlerini benimsedikleri gibi kendi istekleri ile Selçukluya bağlanmışlardı. İmparator II. Ioannes, bu durumdan, 1142 yılında Kilikya seferine çıktığında yaşadıkları beldelerin kapılarını kendisine açmadıklarında haberdar olmuştur. İmparator ada halkına zor kullanarak itaate zorladı ise de başarı elde edemedi.
Bu uygulamaların dışındataraflar arasındaki temaslarda birbirlerinin toplumlarından oluşturdukları askeri kadrolar, iki yönetimin sarayları arasındaki gidiş-geliş (diplomatik temaslar, bir birine sığınmalar) ve evlilikler önemli yer oluşturmaktadır.
Bizans Ordusundaki Türkler
V. yüzyıldan başlayarak Türk kavimlerinin (Hun, Hazar ve Bulgar ) ok kullanma konusundaki maharetleri nedeniyle Doğu Roma yönetimi tarafından orduda kullanıldıkları bilinmektedir. Kendi komutanlarının idaresinde ayrı birlikler halinde savaşa katılan Doğu Roma ordusundaki ücretli Türk askerler çoğunlukla öncü kuvvet olarak görev yapmışlardır.
Selçuklu-Doğu Roma ilişkilerinin başladığı XI. yüzyılda da adı geçen devletin ordusunda görev yapan ücretli askerlerin büyük bir kısmı Türklerden (Peçenekler) oluşmaktaydı. XI. yüzyılın ortalarından itibaren peyderpey Anadolu'yu ele geçiren Selçuklu Türklerinin de Doğu Roma hizmetine girdiklerini görmekteyiz. Selçuklu Türkleri, Doğu Roma'nın batıdaki mücadeleleri sırasında maddi kazanç sağlamak amacıyla imparatorluk hizmetine dâhil oldukları gibi özellikle iç mücadeleler sırasında tahtı ele geçirmek isteyen Doğu Roma yöneticileri rakiplerini alt edebilmek için yüksek ücret karşılığında Anadolu'da faaliyetlerde bulunan Selçuklu beylerinden yardım istemişlerdir. Bunların dışında merkezî yönetim ile sürtüşme içinde olan bazı Selçuklu Bey ve şehzadelerinin emrindeki kuvvetlerle Doğu Roma imparatorluğuna sığınarakordusunda görev aldıkları görüldüğü gibi ender olarak kendi isteğiyle iltica edenler de vardır.
Her ne şekilde olursa olsun Doğu Roma ordusunda görev yapan bu ücretli Türk birliklerinin adı geçen devletin düşmanları (Haçlılar, Batıdaki Slav kavimleri ve Ermeniler gibi) ile olduğu kadar kendi soydaşları, hatta kendi boylarına karşı da Doğu Roma saflarında savaştıkları bilinmektedir. Mesela Danişmendliler ya da Selçuklular üzerine düzenlenen seferler sırasında Doğu Roma ordusunda yer aldıklarına dair kaynaklarda bilgiler mevcuttur.
Özellikle savaş zamanlarında orduya dâhil edilen kalabalık sayıdaki ücretli Türk askerler zaman içinde Doğu Roma ordusunun düzenli birlikleri haline gelmiştir. Düzenli ilk Türk paralı askerî birliklerinin I. Aleksios Komnenos (1081-1118) döneminde oluşturuldukları ve bu birliklerin 1097 yılında Doğu Roma ve Haçlı kuvvetlerinin Selçuklu başkenti İznik'i kuşatmaları sırasında görev yaptıkları da bilinmektedir. Doğu Roma kaynaklarında Turkopoller olarak ifade edilen bu ücretli Türk askerlerinin diğer ücretli askerlerden faklı olarak adı geçen devletinordusunda, yönetiminde çok etkili olduklarını ve yüksek görevlere de getirildikleri bildirilmektedir. Ancak Doğu Roma yönetimine geçen bu Türklerin Hıristiyan bir hanımla evlenmek istediklerinde vaftiz olmaları ve Hıristiyanlığı benimsemeleri şart koşulmuştur.
Diplomatik Temaslar
Eski Grekçedeki "diploma" kelimesinden gelen diplomasi "ikiye katlanmış şey, katlanmış kâğıt" anlamına gelmektedir.Bütün dünyayı tek bir Hristiyan Roma İmparatorunun hâkimiyeti altında birleştirmeyi nihai bir hedef olarak benimsemiş olan Doğu Roma açısından diplomasi, devlet menfaatlerini gerçekleştirmek ve korumak için genellikle savaştan önce gelmekteydi. Muhtemelen bu nedenle olsa gerek "Bizans entrikası/oyunu" tabiri günümüze kadar gelmiştir.
İki devlet arasındaki diplomatik temas denilince ortaçağda ilk akla gelen hiç şüphesiz elçilik münasebetleridir. Zira taraflar arasındaki gerek yazılı gerekse sözlü iletişim elçiler vasıtasıyla gerçekleşmekteydi.
Elçilik Münasebetleri
Yukarıda verilen bilgilerden de anlaşılacağı üzere Doğu Roma'nın yıllık vergi ödemesi şartını kabul etmemesi nedeniyle her ne kadar tam olarak yazılı bir anlaşma imzalanmasa da taraflar arasında Pasinler Savaşı ilk diplomatik temasların başlangıcınıoluşturmaktadır. Hatta anlaşma şartlarında karara bağlanan maddelerin Doğu Roma tahtındaki değişikliklerde de uygulanması için elçilerin gittiği bilinmektedir. Mesela Kraliçesi Theodora'nın ikinci kez tahta çıkışında Selçuklu elçisinin İstanbul'da ki camide namaz kılınması için izin istediği ve onun da bunu kabul ettiği bilinmektedir. Zira Tuğrul Bey'in elçisi izni aldıktan sonra Cuma namazını kıldırıp Abbasi Halifesi Kaim b. Emrillah adına hutbe okuyunca Fatımi hilafeti buna kızıp protesto etmiştir(1055-56). Malumolduğuüzereikidevletarasında bundansonraki en ciddi diplomatik temas Malazgirt savaşı öncesi ve sonrası yaşanmıştır. 1080 yılı civarında Sultan Melikşah'ın elçisi olarak İstanbul'a gelen ve Doğu Roma kaynaklarında adı Siaous olarak geçen bu kişinin görüşmeler sırasında taraf değiştirdiği bilinmektedir. Hatta sultandan getirdiği mektubu kullanarak bazı Türk komutanlarını ve kalelerini İmparator I. Aleksios Komnenos'a teslim edip Hristiyanlığa geçmiştir.
Diplomasi konusunda Doğu Roma'nın başarısını gösteren önemli hadiselerden birisi de Selçuklular ve Peçenekler ile ittifak oluşturan Çaka Bey'i ortadan kaldırmak için İmparator I. Aleksios Komnenos'unbir taraftan askerî tedbirler alırken diğer taraftan Sultan I. Kılıç Arslan'ı da ona karşı kışkırtmak için elçi ve mektup göndermesidir. İmparatorun kızı Anna'nın kaydına göre elçinin götürdüğü mektupta şunlar yazıyordu:
"Şanı Büyük Sultan Kılıç Arslan!
Biliyorsun ki sultanlık sana baba mirası olarak geçmiştir. Oysa senin kayın baban Çaka görünüşte Rum devletine karşı silahlanıyor ve kendisine Basileus dedirtiyor. Ama besbelli ki bu bir aldatmacadır. Aslında, öylesine büyük deneyim sahibi bulunan ve son derecede bilgili bir kişi olan o, kendisinin Rumlar üzerinde Basileus'luğa hiçbir hakkının bulunmadığını ve bu kadar büyük bir devletin başına geçmesinin olanaksız olduğunu biliyor. Kurduğu bütün tezgâh sana karşı yönelmiştir. Bu durum karşısında sen ne onu başıboş bırakmalısın ne de cesaretini yitirmelisin;yapman gereken, erkinden yoksun bırakılmamak için uyanık davranmaktır. Bana gelince, ben, Tanrının yardımıyla onu Rum ülkesinin sınırlarından kovarım: Seni de kendi çıkarların için, ülkeni ve egemenliğini uyanıklıkla korumaya ve olabilirse barışçı yollardan, o bunu istemezse silahla, onu yeniden kendi buyruğuna almaya davet ederim". Bu mektuplaşmanın ardından I. Kılıç Arslan Çaka Bey'i öldürtüp (1095) I. Aleksios ile barış antlaşması yaparak devleti üzerindeki hâkimiyetini sağlamlaştırıp doğuya yönelirken Doğu Roma'nın kıyı bölgelerinde huzur sağlanmış oldu. Daha sonraları ise Selçuklu-Danişmendli ittifakını kırmak için Doğu Roma hükümdarlarının taraflara gizli elçiler gönderip onları birbirlerine karşı kışkırtarak etkisiz hale getirdikleri de bilinmektedir. Hatta Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan bizzatI. Manuel Komnenos (1143-1180) önderliğinde kendi aleyhine tertiplenen Danişmendli ve Atabeg Nureddin Zengi ittifakını kırmak için 1162 yılında bir süreliğine İstanbul'a gitmek zorunda kalmıştır. Bu ziyaretten sonra taraflar arasında on küsur yıl barış hâkim olmuş fakat 1176 Myriokephalon savaşı öncesi anlaşma şartlarını bozduğu için Selçuklu sarayından Doğu Roma'ya sık sık elçiler gitmiş fakat olumlu netice alınamayınca savaş kaçınılmaz olmuştur. Her ne kadar II. Kılıç Arslan savaşmamak için adeta dirense de netice onun için olumlu olmuş ve rakibialdığı yenilginin ardından Selçuklular karşısında daima savunmada kalmıştır.
Selçuklu-Doğu Roma diplomasisinde her iki tarafı da yakından ilgilendiren haçlı seferlerinin ayrı bir önemi vardır. Zira İznik'i muhasara eden haçlı kuvvetlerine karşı daha fazla direnmenin neticeyi değiştirmeyeceğini düşünen Selçuklular aralarındaki anlaşmalara güvenerek bir çıkar yol bulacağını ümit ettikleri İmparatoru I. Aleksios Komnenos'a başkentlerini teslim ettiler. Fakat diplomasi konusunda son derece başarılı olan imparator Anadolu'da haçlıların eline geçecek toprakların Doğu Roma'ya bırakılması konusunda yaptığı anlaşma gereği savaşmadan Selçuklu başkenti İznik'e sahip oldu. Ayrıca I. Kılıç Arslan'ın hazinesine ve Çaka Bey'in kızı olan eşini de ele geçirmiş ve hem onların sultana karşı tesliminden para kazandığı gibi Ege kıyılarında direnen Türkmenlere de I. Kılıç Arslan yenildi ve eski liderinizin kızı da elimde diyerek onların gücünü de kırmıştır. Fakat bu ilk yenilginin ardından toparlanan I. Kılıç Arslan Danişmendliler ile güçlerini birleştirerek 1100-1101 yılında haçlıları hezimete uğratınca dengeler değişmeye başladı. Zira Haçlı-Doğu Roma ittifakı da başlardaki gibi olumlu netice vermemeye başlayınca bu defa II-III. Haçlı seferlerinde çok güvenilir olmasa da Selçuklu-Doğu Roma ittifakı oluşmuştur. IV. Haçlı seferinde ise Latinler İstanbul'u muhasara ettiğinde İmparator IV. Aleksios Angelos (1203-1204) Rükneddin II. Süleyman Şah (1196-1204)'tan yardım istemiş ama sultan Gürcistan seferi ile meşgul olduğu için umduğu yardımı görememiştir. Latin işgalinden sonra Selçuklu-Doğu Roma diplomasisi Trabzon ve İznik Rum İmparatorluğu olarak devam etmiştir. Özellikle 1243 Kösedağ savaşından sonra taraflar arasındaki elçilik münasebetleri Moğol tehlikesine karşı ittifak arayışı şeklinde gelişmiştir.
Taraflar arasındaki diplomasi protokolü hakkında fazla bilgiye sahip olmasak da her iki tarafın hükümdarının da birbirlerininelçilerini oldukça heybetli ve vakur biçimde tahtta oturak kabul ettiği bilinmektedir. Ayrıcaİmparatorun huzurunda elçilik heyetinin statülerine göre duruşuna çok dikkat ediliyordu. Hatta elçilik heyetindeki askerler rütbelerine ve konumuna göre bizzat Doğu Romalı askerler tarafından sıraya diziliyordu.Selçuklu sarayında ise huzura çıkan elçi selamlama sırasında sultanın eteğini öpmek zorunda idi.
Mültecilik/Sığınmacılık
Tarih boyunca ister birbirlerine dost ister düşman olsun devletlerarasındaki münasebetlerde mültecilik önemli bir yer tutmaktadır. Dolayısıyla XI. yüzyıldan itibaren başlayan Selçuklu-Doğu Roma ilişkilerinde de karşılıklı sığınma talepleri olmuştur. Kaynakların verdiği bilgiye göre ilk mülteci Selçuklu hanedanın önde gelen isimlerinden olan Er-basgan b. Yusuf'tur. Aynı zamanda Sultan Alp Arslan'ın kız kardeşinin kocası olan Er-basgan aile içi anlaşmazlıklar sonucunda yakın adamları ile Anadolu'ya kaçmış ve ardından da Doğu Roma'ya sığınmıştır (1069-1070). Onun ardından Marmara kıyılarına kadar gelen Emir Afşinİmparator Romanos Diogenes'ten geri isteyerek "Bizim ile sizin arasında sulh var, Sultana muhalefet etmeyin ve Er-basgan'ı bize verin" dediyse de İmparator bu teklife "Aramızda sulh var doğru ama bize sığınan birine insaniyetsizlik edemeyiz" diyerek olumsuz cevap vermiştir. İstanbul'da yaşamına devam eden Er-basgan zaman zamantaht mücadelelerinde etkili olmuştur. Nitekim Nikephoros Botaneiates taht için isyan ettiğinde Doğu Roma'nın merkezine ulaşmak için Marmara kıyılarına geldiğinde Er-basgan'ı Türkmenlere kendisine yardımcı olmaları konusunda göndermiş ve yüksek meblağdaki ödemeler sonucunda anlaşma sağlanıp tahta oturmuştur. Muhtemelen Er-basgan kadar hanedandan biri olmasa da Çaka Bey'in de İzmir'de kendi emirliğini kurmadan önce Doğu Roma'yaesir düştüğü ve III. Nikephoro Botaneiates'e (1078-1081) takdim edilerek sarayda eğitim aldığı bilinmektedir.
Selçuklular Anadolu'da hâkimiyet kurmaya başladıktan sonra en büyük rakipleri olmasına rağmen anlaşma yapmak için hanedan mensuplarının zaman zaman Doğu Roma sarayına gidip bir müddet kaldıkları bilinmektedir. Hatta bazılarını bizzat Doğu Roma İmparatorları çağırmıştır. Mesela, Süleymanşah 1084'de Antakya seferine çıktığında İznik'te işleri idare etmesi için yerine vekil olarak Ebu'l-Kasım adlı bir Türk beyini bırakmıştı.Süleymanşah çıktığı bu seferde ölünce (öl. 1086) Ebu'l-Kasım bağımsız hareket etmeye başladı. Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah Anadolu'da bağımsız davranan Türk Beylerini itaat altına almak için bölgeye Emir Porsuk'u gönderince Ebu'l-Kasım zor duruma düştü. Bu sırada İmparator I. Aleksios görünürde Emir Porsuk'a karşı ittifak teklif etmek için Ebu'l-Kasım'ı İstanbul'a davet etti ancak hedefi Türklerin elindeki İzmit'i geri almaktı. Bunun için de bir taraftan olabildiğince Ebul'l Kasım'ı İstanbul'da tutabilmek için adına hipodromda şenlikler düzenleyip hediyeler, unvanlar verirken İzmit üzerine asker gönderip kale inşa ettirmiştir.
Sultan Şahinşah (1110-1116) kardeşi Mesud'a karşı, I. Mesud (1116-1155) ise kardeşi Arap'ın isyanına karşı destek almak için Doğu Roma'ya gitmiştir. Ancak Şahinşah tam olarak İstanbul'a ulaşamadan yolda kardeşinin adamları tarafından öldürülmüştür.
Anadolu'da oldukça kuvvetli hale gelen Selçuklu Sultanlığını yıpratmak için başta İmparator Manuel Komnenos (1143-1180), Danişmendliler ve Zengiler'den oluşan ittifakı bozmak ve bir uzlaşma yolu bulmak için II. Kılıç Arslan'ın İstanbul'a gidip seksen gün kadar kaldığı hatta bu süre zarfında orada evlendiği bilinmektedir.
Tahtını ağabeyi Rükneddin II. Süleymanşah'a kaptıran I. Gıyaseddin Keyhüsrev'de tıpkı babası II. Kılıç Arslan gibi İstanbul'a gitmiş ve bir müddet ikamet edip orada evlenmiştir.
Taraflar arasındaki mültecilik durumu 1204 Latin işgalinden sonra İznik Rum imparatorluğu ile devam etmiştir. Nitekim II. İzzeddin Keykavus 1256 Aksaray Sultan Hanı önünde Moğollara yenilince önce Antalya'ya ardından İznik İmparatoru Theodor Laskaris'in yanına gitmiştir. Birkaç ay sonra Moğollar Anadolu'dan çekilince Laskaris'ten aldığı yardımla tekrar geriye döndü. Fakat işleri umduğu gibi gitmeyen II. İzzeddin 1262 yılında bu defa annesi, eşi, çocukları (Gıyaseddin Mesud, Rukneddin Geyumers) ve yakın adamları ile 1261'de İstanbul'uLatin işgalinden kurtaran VIII. Mikhail'in yanınagitti. İlk başlarda şartları gayet iyi olan sultanın İstanbul'da olduğu Moğollar tarafından anlaşılınca durumu değişti. Selçuklu kaynaklarına göre bu değişimin nedeni II. İzzeddin ve adamlarının Doğu Roma imparatorunu öldürüp tahtını ele geçirmek istemesiydi. Fakat dönemin genel siyasi durumunu göz önüne aldığımızda İlhanlılara karşı ittifak yapan Altın-orda ve Memluklular II. İzzeddin Keykavus'a destek vermesi konusunda imparatora elçiler gönderirken VIII. Mikhail, İlhanlı hükümdarı Hülagu ile arasının açılmasını göze alamadığı için sultanı, annesi ve ki oğluyla birlikte Enez'de hapse attırması mümkündür.Hatta bu hapis işinin formalite olmadığını göstermek için sultanın yakın adamlarını din değiştirmeye zorladığı gibi babasıyla gönderilmeyen küçük yaştaki oğlu Hristiyan olarak yetiştirilip "Melik Konstantin" adı verilmiştir.
Selçuklu sarayına sığınan Doğu Romalıları da ana hatlarıyla hanedan içi çatışma ve merkezi otoriteye karşı çıkan üst rütbeli kumandanlar, aileler, taraf değiştiren elçilerolarak tasnif edebiliriz. Mesela, İmparator II. Ioannes'in erkek kardeşi Isakios Komnenos tahtı kardeşinden almak için başarısız girişimlerde bulununca 1130-38 yılları arasında bir nevi sürgün hayatı yaşamış ve bu sürenin bir kısmını Türkiye Selçuklu Sultanı I. Mesud'un sarayında geçirmiştir. Oğlu Ioannes Komnenos'da 1140'da Anadolu'daki Türkler üzerine düzenlenen bir sefere İmparator'la birlikte katılmış fakat Niksar yakınında Selçuklu tarafına geçmiş, bir süre sonra da Müslüman olmuş ve Sultan Mesud'un kızlarından biri ile evlenmiştir. İmparator Isakios Komnenos'a karşı 1188-89 da Alaşehir'de başarısız bir isyan gerçekleştiren üst rütbeli bir komutan olan Theodoros Mankaphas'ın henüz Selçuklu tahtına çıkmamış olan Borgulu Meliki I. Gıyaseddin Keyhüsrev'e sığındığı bilinmektedir. Yine İznik Rum İmparatoru VIII. Mikhael Paleogos (1259-11282) tahta oturmadan önce hanedan içi çekişmeler yüzünden bir süre Konya sarayına sığınanlardandır.
Klasik anlamda mültecilik/sığınmacılık durumundan biraz farklı olsa daPontus bölgesinde geniş arazi sahibi olanGavras ailesinin bir kısmının Selçuklular ile ilişkileri gayet iyidir. Aile ile Selçuklular arasındaki yakınlığın ne zaman, nasıl tesis edildiğini söylemek çok zor ama özellikle II. Kılıç Arslan döneminden itibaren bu ailenin birçok ferdinin Selçukluların hizmetinde görev aldıkları bilinmektedir.
Evlilik İlişkileri
Taraflar arasındaki ilişkilerinin siyasi ve sosyal alanda gelişimine dair en önemli unsurlardan birisi de Rumlarla Selçuklular arasında yapılan evliliklerdir. Birlikte yaşamanın sonucu olarak bu durum sadece halk ile sınırlı değildir. Özellikle Selçuklu sultanlarının gerek Anadolu'daki gerekse komşuları olan Doğu Roma'daki Hristiyan Rum hanımları ile akrabalık kurduğu bilinmektedir. Nitekim dönemin önemli bir kaynağı olan Alexiad'ı kaleme alan Anna Komnena'nın belirttiğine göre iki devlet arasında ilk evlilik teklifinde bulunan Selçuklular idi. Sultan Melikşahiki defa Aleksios Komnenos'un kızı ile büyük oğlunu evlendirmek için talepte bulunmuş ama teklif dikkate alınmamıştır. Sultanların Hristiyan eşleri arasında Rum kadınların yanı sıra İstanbul'daki Latin İmparatoru'nun akrabası olan Fransızkadın dahi bulunmaktadır. Haçlı kaynağındaki bir malumata göre;I. Mesud'un eşlerinden birisi Kont St. Gilles'in kızkardeşidir ve bu evlilikten de II. Kılıç Arslan dünyaya gelmiştir.Yine II. Kılıç Arslan'ın rakiplerine karşı İmparator I. Manuel Komnenos'un desteğini kazanmak için 1162'de İstanbul'a gittiğinde saraya yakın Hristiyan bir hanım ile evlendiği ve bu hanımdan da küçük oğlu I. Gıyaseddîn Keyhüsrev'in doğduğu bilinmektedir. Yukarıda da bahsedildiği üzere I. Gıyaseddin'in Türkiye Selçuklu tahtını ağabeyine bırakmak zorunda kaldığında bir süre İstanbul'da yaşadığı sırada orada bir adaya sahip olduğu rivayet edilen Mavrozomes'in kızı ile evlendiğini biliyoruz. Kaynakların hakkında oldukça az bilgi verdiği küçük oğlu Key-Feridûn muhtemelen bu evliliğinden doğmuştur. Sultan ikinci kez Türkiye Selçuklu tahtına çıkınca kayınpederi Mavrozomes'a Denizli ve Honas civarının idaresini vermiştir.
Sultan I. Alaeddin de tahta ilk çıktığı yıllarda 1204 Latin işgalinden sonra yaşanan kargaşada Kalanoros (Alaiye) kalesine hâkim olan Kir Fard üzerine ilk seferini düzenlemişti. Kalenin daha fazla dayanamayacağını anlayan Kir-Fard barış teklifinde bulununca samimiyetine karşılık kızlarından biri ile sultanın evlenmesine rıza göstermiştir. İşte bu evlilikten de I. Alaeddin Keykubad'ın büyük oğlu II. Gıyaseddin dünyaya gelmiştir.
Babası I. Alaeddin'in ölümünden (1237) sonra tahta çıkan II. Gıyaseddin (1237-1246)'in de Hıristiyan hanımlarla evlilik yaptığı bilinmektedir. Konyalı biri zengin, diğeri de papaz olmak üzere iki Hristiyan'ın kızı ile evlilikleri olduğu ve bu hanımlardan birinin adı Berduliye'dir ki o da Melik II. İzzeddin Keykavus'un annesidir. İsmi bilinmeyen bir diğer Rum asıllı eşinin de Rukneddin IV. Kılıçarslan'ın annesi olduğu bilinmektedir.
Selçuklu sultanlarının kızlarının da Doğu Roma sarayına yakın kişilerle evlendiğine dair dönemin kaynaklarında kayıt mevcuttur. Mesela, İmparator II. Ioannes (1118- 1143), Niksar'ı kuşattığında (1139) muhasaranın devam ettiği bir sırada kendisine kızan kuzeni Ioannes Komnenos karşı tarafa geçmiş ve bir süre sonra dinini de değiştirip Sultan Mesud'un kızlarından biri ile evlenmiştir (1140 civarı).
Taraflar arasındaki kültürel ve dinsel temaslar açısından son derece önemli olan bu evliliklerde Selçuklu hanedan mensuplarının Hristiyanlar ile evlenmeyi daha çok tercih ettiği ve eşlerine din değişikliğini zorunlu kılmadıkları görülmektedir. Selçuklu devletindeki sıradan halk için de bu durumun geçerli olup olmadığını bilemiyoruz fakat yukarıda da bahsedildiği gibi Doğu Romaordusunda görevli Türk askerler Hristiyan Hanım ile evlendiğinde vaftiz edilme zorunluluğu vardı.
Gerek askeri gerekse diplomatik temasların taraflar arasındaki kültürel etkileşime zemin oluşturduğu aşikârdır. Mesela, XII. yy'dan itibaren Doğu RomaSarayı'nda Selçuklu mimarisi ve süslemesine ilgi artmış olmalı ki Büyük Saray'a İmparatorluk taht salonunun batısında Selçuklu sanatını yansıtan ve "Moukhroutas" olarak adlandırılan bir yapı inşa edilmiştir. Devlet teşkilatı ve bürokrasisi konusundaki etkileşime dair günümüze ulaşmış somut örnekler olmadığı için kesin bir şey söylemek oldukça zor. Ancak Selçuklular'da sarayda sultanların binek hayvanlarının bulunduğu yere has ahır buradan sorumlu olan kişiye emir-i ahur denirken Türkiye Selçuklularında muhtemelen Doğu Roma'nın etkisiyle Avrupa'da emir-i ahur için kullanılan Connétable'ın bozulmuş şekli Kondıstabl ahır için de ıstabl kullanılmıştır.
Taraflar arasında birlikte yaşamanın getirdiği kültürel etkileşimin en güzel örneklerinden biri de hiç şüphesiz dildir. Nitekim hala günümüzde Rumca'dan Türkçe'ye Türkçe'den Rumca'ya geçen birçok kelime kullanılmaktadır. Örneğin,Denizcilik ve balıkçılık ile ilgili Rumca'dan Türkçe'ye geçen kelimler(Ahtapot, alarga, barbunya, bora, çipura, dümen, hamsi, istakoz, istiridye, izmarit, kalamar, kalyon, kamara, kampana, kanca, kaptan, karides, karina, kefal, kerevit, kofana, kolyos, kopes/kupes, lakerda, levent, levrek, liman, lodos, lostromo, midya/midye, muço/miço, orfoz, palamar, palamut, palanga, poyraz, pusula, sardalya, sünger, uskumru, trata, vapur, vardiya, volta, yalı gibi) olduğu gibi gündelik hayata dair(Anahtar, aforoz, ahlat, bezelye, biber, bodrum, cımbız, çanta, dantela, defne, demet, deri, domates, efendi, elmas, enginar, evlek, falaka, fanus, fayton, fener, fesleğen, fındık, fırça, firkete, fidan, fide, fistan, gübre, horon, hoyrat, hristiyan, ıhlamur, ıskara, iskelet, istavroz, kambur, karanfil, karavana, kerata, kestane, kiler, kilise, kilit, kimyon, kiraz, kiremit, kof, kokoreç, kola, kopça, körfez, kukla, kulübe, kundura, kurmak (saat, saz), kutu, küfe, kümes, lahana, lala, lamba, lapa, lastik, limon, loğusa, manastır, manav, mandal, mantar, marul, maydanoz, mendil, mermer, mersin, metelik, mıknatıs, moloz, musiki, muşmula, nergis, ninni, paçavra, palamut (mese), panayır, papaz, partal, peksimet, pençelemek, pestil, pide, portakal, prasa, pudra, salya, salyongoz, semer, sınır, sıra, sırma, sülük, takunya, tavla ( at ahırı), tavus, temel, tırpan, tomar, turp, vişne) de çoktur. Ortak yaşamanın getirisi olarak Türkçe'den Rumca'ya da geçen birçok kelimenin ( Baklava, balta, barut, bayat, bayram, beğenmek, boğaz, bol, boya, boyacı, but, börek, çarık, çiftlik, dayı (kabadayı), dayılık (kabadayılık), değnek, dolap, dolma, eğlenti, gem, güveç, halı, hovarda, kahveci, kaldırım, kalpak, kamçı, kapak, kapama (yemek türü), kaplama, kavak, kavgacı, kavurmak, kayık, kayısı, kaymak, kazan, kazancı, kazanmak, kıyma, koçan, kolan, konak, kova, künk, leblebi, leke, mezelik, oklava, pastırma, pazarlık etmek, pekmez, rezillik, sakatlamak, sarık, tencere, teneke, tulum, uğur, uğursuzluk, yaka, yelek, yoğurt, yuha, yuhalamak, zar) olduğu görülmektedir.
KAYNAKÇA
Ayönü, Yusuf,Selçuklular Ve Bizans, TTK Ankara 2014.
Daş, Mustafa,"Selçuklu Ülkesinde Bizanslı Mülteciler", Toplumsal Tarih, XIV,Sayı 84,
2000, s. 4-12.
Demirkent, Işın, Anadolu'nun Türkleşmesinde Haçlı Seferlerinin Rolü, Haçlı Seferleri Tarihi
Makaleler-Bildiriler-İncelemeler, Yay. haz. Ebru Altan, Dünya Yayınları
İstanbul 2007, s. 261-286.
İbn Bibi,el-Evâmirü'l-Alâiyye Fi'l-Umuri'l-Alai'ye, nşr. A. Sadık Erzi, I. Tıpkıbasım,
TTK, Ankara 1956, Türkçe çev., Mürsel Öztürk, el-Evâmirü'l-Alâiyye Fi'l-
Umuri'l- Alaiyye (Selçuknâme) I-II, Ankara 1996.
Khoniates, Niketas, Historia, Türkçe çev. Fikret Işıltan, (Ioannes ve Manuel Komnenos
Devirleri), Ankara 1995.
Kinnamos, Ioannes, Historia, Türkçe çev. Işın Demirkent, Ioannes Kinnamos'un
Historia'sı(1118-1176), Ankara 2001.
Komnena, Anna, Alexiad, Türkçe çev. Bilge Umar, İstanbul 1996.
Merçil, Erdoğan, "Bizans'ta Selçuklu Hanedan Mensupları", XI. Türk Tarih Kongresi,
Bildiriler, II, Ankara 1994, s.709-721.
Necipoğlu, Nevra, "Türklerin ve Bizanslıların Ortaçağda Anadolu'da Birliktelikleri",
Cogito, Sayı 29, İstanbul 2001, s.74-91.
Ostrogorsky, G., Bizans Devleti Tarihi, çev. F. Işıltan, Ankara 1986.
Sevim, Ali,Anadolu'nun Fethi Selçuklular Dönemi, TTK Ankara 2014.
Sevim, A,-Merçil, E., Selçuklu Devletleri Tarihi, TTK Ankara 1995.
Turan, Osman,Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1984.
Zonaras, Ioannes,Tarihlerin Özeti, çev. Bilge Umar, Arkeoloji Sanat Yayınları, İstanbul
2008.
Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.