Demokrasi Paradoksu ve Türkiye'nin Geleceği
Demokrasi Paradoksu 1: İstikrar ve Adalet
Demokrasilerde adalet, her siyasi grubun aldığı oy nispetince mecliste temsil edilmesini, herhangi bir baraj uygulamasına takılmamasını gerektirir. Eğer tam manası ile adil olur isek meclisimiz öyle karmaşık bir hal alır ki, çok basit bir konuda bile bir karara varmak için aylarca birleşim yapmak gerekebilir. Bu sebepten dolayı devletler adalet yerine istikrarı yeğleyerek seçim barajı uygulaması yaparlar. Böylelikle marjinal ve küçük gruplar meclise giremez mecliste çoğunluk olan parti rahat bir şekilde yasa çıkartabilir. Demokrasinin bu paradoksunun çözülme imkanı maalesef yoktur. Bu sorunun çözümü doğrudan demokrasi uygulamaktır. Yedi milyar nüfusu olan dünyada artık bu gibi iptidai sistemlerin uygulanması söz konusu değildir.
Demokrasi Paradoksu 2: Celladına Aşık sistem Demokrasi
Demokrasi öyle bir sistemdir ki, demokratik özgürlükler kullanılarak demokrasi yıkılabilir. Hitler'in iktidarı bu durumun en bariz örneğidir. Demokratlar teoride anti-demokratlara dahi fikir hürriyeti sağlamak zorundadır. Hal böyle olunca demokrasiler karmaşanın, curcunanın hakim olduğu bir hal alırlar. Demokrasi ile yönetilen ülkelerde siyasetçiler için söylenen "seçimle gelen, seçimle gider" cümlesi gibi demokrasi sisteminin kendiside seçimle yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Bam Teline Basalım: Türkiye'de Sistem Tartışması
Ülkemizde kendi himmete muhtaç olan, vitrinini işgal ettiği siyasi hareket içerisinde meşruiyetini kaybetmiş, etkisiz ve yetkisiz bir kişi tarafından tekrardan gündeme getirilen başkanlık tartışmaları herkesin malumudur. Milletimizin çoğunluğunun Recep Tayyip Erdoğan'a gösterdiği teveccühü - sevelim/sevmeyelim - kabul etmeliyiz. Bu gerçeği kabul etmekle birlikte ülkemizin geleceğini tek bir kişinin yönetimine bırakmak akıl kârı değildir.
Türkiye Cumhuriyetinin en büyük emniyet sübabı güçler ayrılığı ilkesidir. Yasama, Yargı ve Yürütme erklerinden herhangi ikisini yahut üçünü birden tek bir odağın yönetimine vermek kalıcı hasarlara sebep olabilir. Art niyetli insanların elinde bu iki gücün kullanılması ülkede iç savaş çıkartabilir; şayet böyle birşey olursa başbakan Binali Yıldırım'ın dediği gibi ülkemiz bölünme tehlikesine girebilir.
Türkiye'de olası bir sistem değişikliğine karşı durmamın ilk sebebi yukarıda bahsettiğim güçler ayrılığı ilkesinin hayati önemidir. En az bu kadar önemli olan bir diğer husus ise şahsi kinlerin intikam duygusuna dönüşme ihtimalidir ki, yakın zamanda intikam girişimlerine şahit olduk.
Türkiye'de ciddi bir çoğunluk oluşturan oldukça dindar ve bir o kadar kindar olan cemaatler topluluğu mevcuttur. Osmanlıdan Türkiye Cumhuriyetine geçiş sürecinde cemaat temelli bölücü, ayrılıkçı ve darbeci hareketleri bastırmak amaçlı olarak bu grupların faaliyetlerine zorluklar getirildi. Bir çoğu kapatıldı. Şapka giymediği için değil ama devleti yıkmaya teşebbüs ettiği için bir takım insanlar asıldılar vs.
Bugün çoğunluğu elinde bulunduran kindar ve dindar kitlemiz temel amaç olarak istedikleri düzeni uygulamayı değil, çekmiş olduklarına inandıkları acıların intikamını almayı hedef seçmişlerdir. Bu sebepten dolayı; şortlu bayan tartaklandı, askerleri okullar kapatıldı, hatta Anıtkabir'e park yapılması bile bu sebeptendir.
Yazımızın esas vurgu yapma noktasına gelirsek tüm yukarıda anlattıklarımla şunu söylemek istiyorum. Demokrasi ile yönetilen bir ülkede halkın genelinin oyları ile demokrasiyi yıkmak meşru mudur? Görülen o ki, bulundukları konumu demokrasiye borçlu olan halk ve siyasetçiler bindikleri dalı kesmek istemektedirler. Kişisel hak ve özgürlüklerin son derece sınırlı olduğu ülkemizde demokratik haklarımızda giderse elimizde ne kalır?
Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.