KORONA'DA YASAK KARGAŞASI
Başımıza tebelleş olan Koronavirüs'le, Türkiye'de ilk vakanın görüldüğü 11 Mart 2020 tarihinden bu yana Devlet ve Millet olarak mücadele halindeyiz.
Tabi, vaka sayısı ve buna bağlı olarak ölüm sayısı da azalınca geçen hafta sayın cumhurbaşkanı yaptığı bir açıklama ile "1 Haziran İtibariyle Kontrollü Sosyal Hayat"a geçişe yeşil ışık yaktı.
Haftalardır süren ve Ramazan Bayramı'nın 4 gününü de içine alan sokağa çıkma yasakları silsilesinin 1 Haziran itibariyle sona erdiğini düşünüyorduk ki…
Sağlık Bakanı'nın "Sokağa çıkma yasağı düşünmüyoruz" demesine rağmen,
İçişleri Bakanı'ndan 6-7 Haziran 2020 tarihleri için "15 ilde sokağa çıkma yasağı ilân edildi" açıklaması geldi.
Tabi mesafeli ve kontrollü sosyal hayat sebebiyle, bir çok kısıtlama kalkmış ve hatta Cuma namazları bile "mesafeli namaz(?)" kaidesine mukabil kıldırılırken;
işyeri servislerinden, minibüslerden, dolmuşlardan %50 sınırı kaldırılmışken ve bunlar hafta içi hınca hınc doluyken;
18 yaş altı çocuklarımız sokaklarda, okul bahçelerinde bisiklet sürüp top oynarken;
hatta şehir meydanlarında minik yavrularımız güvercinleri yemleyip beslerken;
toplumun bir çoğu maske ve dezenfektan kuralına riayet etmeyip serseri mayın gibi gezerken…
Esnafların işyeri giriş-çıkışlarında dezenfektan kutularını "araki bulasın" durumundayken ve maalesef müşterisinin karşısında bir çok esnaf maske bile takmaya tenezzül etmezken…
Böyle bir yasak olunca, ben dahil bir çok Türk vatandaşı tepki gösterdiler.
Mesela ben, bu yasak haberini sabah işe gitmek için uyanıp kalktığımda öğrendim ve saat 07:00 sularıydı.
İlk verdiğim tepkide;
"Hafta içi öpüş, sarıl, kucaklaş…
Haftasonu ise uzaklaş!" demek durumunda kaldım.
Çünkü ben, ülkemizde ilk korona vakası tespit edildiğinden bu yana aralıksız çalışmak durumunda kalan Türk vatandaşlarından sadece biriyim ve bazı can sıkıcı aksaklıkları bu süreçte birebir yaşayanlardanım.
Neyse… Konuyu dağıtmayalım, sadede gelelim.
Bugün, yani 5 Haziran 2020 günü şirkette öğle yemeği yerken hanımdan bir mesaj:
"Erdoğan kısıtlamayı iptal etti ve 'vatandaşın sıkıntıya düşmesine gönlüm razı olmadı' dedi"
Esasında sayın cumhurbaşkanı da çok iyi biliyor ki, millet hafta içi sarmaş dolaştır ve toplu ulaşım araçlarından bir çok noktaya kadar sıkıntı vardır. Sosyal mesafe tabiri caizse "nalları dikmiş" ve Allah'a emanet bir durum söz konusudur. Fakat, ne kadar "iyi" fotoğraf gösterilse de ekonomik durumlar da pek alâ ortadadır ve iyiye gidilmemektedir. Zaten evvelden de iyi olmayan ekonomi, iyice içinden çıkılmaz bir hal almaya başlamaktadır.
Derhal ekonominin canlanması, çarkın dönebilmesi için yasakların sona ermesi veya hiç değilse esnetilmesi gerekmektedir. Elbette ki, sayın cumhurbaşkanı da alınan bütün tedbirlere rağmen üzülerek ifade etmeliyim ki vatandaşın "sallapati" bir şekilde bu olayı ciddiye almamazlık içerisinde bulunduğunun farkındadır.
Haftaiçi sarmaş dolaş olan, hatta "geçmiş bayramın mübarek ola?" klişe cümlesi ile yetinmeyen insanımız için yasaklar kaçınılmazdır!
Yasaklar kaçınılmazdır ve virüs, sayrı da kaçınılmazdır.
Merhum Abdurrahim KARAKOÇ "Biz ne bilek begim, böyükler bilir!" diyordu.
Fakat, böyükler ne kadar bilse de; burada aksayan ve toplumu geren bir durum söz konusudur. O durum, "kararsızlık" ve iletişim kopukluğu durumudur.
Hakikat o ki, DEVLET; kendisine "ilgili konuda" yardımcı olabilecek birimlerle beraber istişare ederek ve bütün bilgileri, belgeleri süze süze gelerek, sağlam ve tek seferde karar vermelidir. Bir birim A deyip, diğer birim B diyememelidir.
Evet, süreç zor ve zahmetlidir. Sabır, itina ve azami dikkat isteyen bir süreçtir. Sağlık Bakanı'ndan, bütün sağlık çalışanlarına kadar, devletin bir çok birimi de görevlerini layıkıyla yapma gayretinde bulunmuşlardır. İş iki muhafazakâr hanım ablanın "ister yaz, ister yazma" fıkrasına dönmemelidir.
Meşhur fıkradır, çoğu bilir;
İki muhafazakâr hanım abla bir düğüne katılırlar. Düğün sahipleri ısrarla bunları sahneye oynamaya çağırırlar. Ablalar evvela düğün sahiplerini reddetse de, sonradan ısrarlara dayanamayıp kendilerini sahnede bulurlar.
İlk sahneye çıktıklarında bir yandan parmak şıklatıp, bir yandan da "Allah'ım günah yazma, Allah'ım günah yazma" deseler de, vakit ilerledikçe "ister yaz, ister yazma; ister yaz, ister yazma" deyip kendilerini oyunun ritmine kaptırıverirler.
Yani özetle, devlet yönetmek zordur. En kötü karar, en berbat karar bile kararsızlıktan bin kat iyidir.
Ama en önemlisi, devletin de maziden gelen ciddi bir duruşu vardır. Biz, Türk Milliyetçileri olarak bu duruşu kadim devletimizin her kademesinde görmek isteriz. Ve bu ciddi duruşun, bir baba şefkati ile taçlandırılmasını da bekleriz.
Tanrı, Türk'ü korusun.
Serhat KAHRAMAN / 05.06.2020
Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.