Postmodern Yeşil Kuşak
Malumunuzdur, bir olayın failini tespit etmek için en faydalı yöntem, o olayın kime yaradığını tespit etmektir.
Amerika'nın sözde komünizmle mücadele için icat ettiği, kanımca coğrafyamızda istediği gibi at oynatabilmek için kullandığı yeşil kuşak projesinin sonuçlarını bu tespit ile okumak istedim.
'Oku' diye başlayıp, 'ilim Çin'de olsa gidip bulunuz' felsefesiyle devam eden bir dine mensup tüm ülkelerin açlık, sefalet, işgal ve iç savaşlarla boğuşuyor olması size de mantıksız gelmiyor mu? Ki bu din; Hristiyan dünyası mezhep savaşlarıyla, engizisyonlarla orta çağda zifiri karanlığı yaşıyorken fizikte, matematikte, astronomide, felsefede altın çağını yaşamaktadır. Bence eşyanın ruhuna aykırı bugün yaşadıklarımız. Rönesans aydınlanmasıyla, İslam medeniyetinin karanlığa girmesinin aynı zamana denk düşmesi düşünen kafaların sorgulamasına muhtaçtır.
Aynı İslam dünyasının, yeşil kuşak projesi ile medeniyetinin üzerine bırakılan bombayı alıp kucaklayıp, pamuklara sarması aynı düşünen kafaları ziyadesiyle üzmekte ve yormaktadır aslında. Afganistan, Pakistan, Irak, İran' da yaşananlar, Suriye'de yapılmaya çalışılanlar ortadayken, Türkiye'de oynanan oyunları görüldüğü gibi okumak, pardon 'büyük resmi görmemek' hepimiz için tam bir sığlık...
20. yy.ı Osmanlı İmparatorluğu'nun paylaşımıyla tasarlayanların aklına gelmeyen tek ihtimal, Mustafa Kemal ihtimaliydi muhtemelen. Kullanılmaya müsait olmayan, hür ve müstakil Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda, 20. Yy emperyalistleri Rockefeller'in dediği gibi 'planlarımızı 50 yıl erteledik' demek zorunda kalmışlardır.
Dedikleri gibi de olmuştur aslında. Planlarını harekete geçirmek için fazla beklemeye lüzum kalmamıştır. Menderes ile ekmeklerine yağ, planlarına cila çekmişlerdir.
Kurucu değerlere sahip çıkmaya çalışan ordu da ipin ucunu abuk sabuk yerlere bağlamaya çalıştıkça, Türk milleti aptalca bir 'cambaza bak' oyunuyla oyalanıp durmuştur yıllar içinde.
Türkiye üzerinden vampir ellerini hiç çekmeyenler, zannettiğinizin aksine kavganın büyüğünü sağ sol, alevi sünni ayrımı üzerinden değil, laik-dindar, Atatürkçü İslamcı üzerinden suni bir kıstasla yürütmüştür.
Hangi fabrikalarda ürettiklerini hiç anlayamadığım modeller, şekil Atatürkçülüğünü icat etmiş, tam bağımsızlık, modernizim ve antiemperyalizm üzerine kurulu bir ideolojiyi sınırsız alkol tüketimi ve sorumsuz çıplaklık üzerine oturtmaya çalışmışlardır. Bu ideoloji suikasti ise karşılığında tam da Amerika'nın istediği gibi Emevi selefiliğinden üreyen ve İslamiyetle uzaktan yakından ilgisi olmayan siyasal islamı besledikçe beslemiş, elsiz ayaksız bir devanası haline getirmiştir.
Bu dönüşümlerin sonucunda sözde Atatürkçülüğün savunucusu durumundaki ordu, 80lerde yönetime el koymuş, solcu sağcı memleketin düşünen gül gibi çocukları işkence odalarında, idam sehpalarında solarken, siyasal islamın filizleri buldukları boşluklardan kafa çıkarmaya başlamıştır. Bu Menderes siyasetinden sonra bence en önemli 2. hamlesidir ABD'nin.
İçi boş Atatürkçüler Atatürk'ün diğer tüm ilkelerini yok farzedip, laiklik de laiklik diye tutturdukça, siyasal islamın toprağına can suyunu elleriyle dökmeye devam etmiştir.
Bu kesimin son vuruşu, 28 Şubat postmodern darbesi de denilen, neye hizmet ettiğini kimsenin anlamadığı, oysa ki Fetullah gibilerine devleti altın kase içinde sunan vuruştur.
Netice itibariyle, neyi ne için yaptığını bir türlü anlamayan ve izah edemeyen bir ordu, ordusuna kinlenmiş bir millet, bu ikisinin arasında serpilen siyasal islam, ergenekon, balyoz süreci ve son olarak 15 temmuz garabetiyle 21. Yy da şarampole doğru hızla ilerledik.
Bunca laftan sonra ben size demiyorum ki, ideolojilerinizi terkedin, şuna inanın, buna inanmayın. Ben diyorum ki, size birileri ısrarla bir şeyi dayatmaya çalışıyorsa, hemen kabullenmeyin. Okuyun, araştırın, fikir süzgecinizden geçirin.
Sonuç olarak, 28 şubatı yapanlarla siyasal islama yol verenler, Atatürkçülüğün içini boşaltanlarla İslamın içini kafalarına göre değiştirenler ve cemaat gibi bir zehirli yapıyla Türkiye'yi 100 yıl geriye götürenler hep aynı irade. İcat ettikleri yeşil kuşağı boynumuza geçirip, iki ucunu sıktıkça sıkıp bizi boğazlıyorlar. Biz ise boynumuzdaki kuşağa 27 mayıs diyoruz 12 eylül diyoruz, 28 şubat, 15 temmuz diyoruz. Size bir şey söyleyeyim mi, kanaatimce kuklanın tüm iplerini aynı el tutuyor. Bu kuşaktan kurtulmanın tek çaresi ise, duvarınıza astığımız, iman ettiğimiz ama amel etmediğimiz kitabın ilk emrinden geçiyor.
OKU...
OKU...
OKU...
Emel Uysal
Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.