Saban yahut Silistre
Samsun'a çıkan Gazi Paşa, Havza'ya doğru giderken, sıcak güneşin altında tek bacağı ile tarlada çift süren bir köylü ile karşılaşır...
Memleket işgal altında, Milyon metrekarelik Osmanlı, bir avuç İç Anadoluya sıkıştırılmış, asker bir kıytırık mermi yakmadan terhis olmuş, tüm cephaneliklere el konulmuş, bütün kaleler zapt edilmiş, tüm tersanelerine girilmişken yurdun, Gazi, arabasından inerek tarlasını süren köylünün yanına yaklaşır:
- "Hemşehri. Düşman İzmir'e çıktı. Yakında Samsun'a da asker çıkaracak. Belki buraların hepsini ele geçirecek. Sen ise hala rahat bir şekilde toprağı sürüyorsun." der.
Bir eliyle alnında biriken teri silen yaşlı adam, karşısındaki üniformalı adama şöyle çıkışır:
- "Paşa, Paşa... Sen ne diyorsun? Biz 3 kardeştik. İki de oğul vardı. Yemen'de, Kafkasya'da, Çanakkale'de hepsi elden gitti. Bir ben kaldım. Ben de yarım adamım. Evde 8 öksüz ile 3 dul kalmış kadın var. Hepsi benim sabanımın ucuna bakarlar. Şimdi benim vatanım da yurdum da işte bu tarlanın ucu. Düşman oraya gelinceye kadar benden hayır bekleme."
Sabah şeker fabrikalarının özelleştirilmesine karşı çıkan çiftçiyi okurken aklıma geldi bu anekdot. Keşke diyorum çiftçi abi, keşke dağlar tepeler "taş" için tepelenip patlatılırken, dereler hesler için kurutulur, içindeki canlılar ölüme terk edilirken, ormanların orman kanunu kapsamından çıkarılıp villa arazisi yapılırken, denizler doldurulup, her depremde doğa kendinin olanı geri alırken, patates tarlalarına binalar dikilirken,doğal bitki örtün tokiye dönüştürülür, tohumun çürütülür, ithal tohumları kullanır hale gelirken, fabrikaların özelleştirilip kapılarına zincir vurulurken ve her bir özelleştirilen fabrika ürünü için gavura muhtaç kalıp biraz daha borçlanırken çıkarsaydın o güzel sesini...
Şimdi cumhuriyetin son bakiyesi, elimizde kalan tek kaynak şeker fabrikalarına geldi sıra. ŞEKER FABRİKALARI öyle sıradan fabrikalar değil, hem çiftçinin elde kalan tek geçim kapısı, hem sağlığın son kapısı. Zarar ettiği yalanı ortaya atılarak satılan bu ŞEKER FABRİKALARInı alan kurumlar, babalarının hayrına almayacak bu fabrikaları. Vurup kapısına kilidi, Amerikanın glikoz şurubuna mahkum edecekler bebelerimizi.
Devlet fabrika işletir mi diyorlar. Seni bu coğrafyada yok etmek isteyen sistemin oyunbaz bir cümlesi bu diline pelesenk olan. Aslında tam da bizim gibi ülkelerde işletir devlet fabrikalarını. Zira Atatürk'ün kendi elleriyle kurdurduğu fabrikaları işletmeleri, ölümünü fırsat bilip peşkeş çekmiş, sanayii devrimini yarım bile bırakmayan, temelli yok eden bir ülkeyiz biz.
1926'da uçak üreten, 2018' de ineğini, ineğinin yediği samanı dahi gavurdan alan bir ülkeyiz biz... 1950'lerden itibaren, "bizde daha iyisi var, daha ucuzu var, siz yormayın o güzel kafanızı" denilerek kapattırılan fabrikaları olan, kim bilir kaçıncı kez emperyalizmin ucuz tuzağına düşen zavallı pespaye bir ülkeyiz biz. Çünkü taaa o yıllarda, gavurun iktisat raporlarıyla kararı verilmiş bu fabrikaların kapatılmasının.
Bir vakitler, şehre göçen evlatlarını kendi ürettiği fasulyeyle, bulgurla, pirinçle desteklerdi anne-babalar. Bugün o anne babaların büyüttüğü evlatlar, o anne babalar köylerinde yesin diye; Meksika'nın nohutunu, Amerika'nın mısırını, Çin' in sarımsağını, İran'ın soğanını alıyor da gönderiyor memleketlerine... Siz de Atatürk'ün evladı gibi yetiştirip büyüttüğü fabrikaları elin gavuru öyle istedi diye babalar gibi satanları" iyi niyetli sandınız yıllarca... Olsun varsın çiftçi abi... Bak düşman senin de sabanının ucuna geldi artık...Zararın neresinden dönersen kar şimdi... Haydi biraz gayret. Diren çiftçi abi... Sen direnirsen 5000 yıl daha kalırız bu topraklarda... Teslim etme Anadolu'yu...
Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.