Unutulan Filistin Oğuz Türkmenleri Dünü ve Bugünü yerleşim yerlerinin tarihî altyapısı.
Unutulan Filistin Oğuz Türkmenleri Dünü ve Bugünü yerleşim yerlerinin tarihî altyapısı.
DR.MUHTAR FATİH BEYDİLİ
Ortadoğu coğrafyasının Doğu Akdeniz kısmında yer alan Suriye, Lübnan ve Filistin topraklarına Emevî-Abbasî dönemlerinde düzensiz olarak başlayan ve 11.yy‟dan itibaren de düzenli göçlerle takviye olunan bir Türkmen yerleşimi söz konusudur. Selçukluların ve ardıllarının (meliklikler/beylikler, Zengîler, Eyyübîler), Haçlıların ve Moğolların, diğer Türk devletlerinin (Memlûk, Timur, çeşitli beylikler/hanlıklar) ve en uzun da Osmanlıların etkisinde kalan bölge 20.yy‟dan itibaren farklı bir mecraya girmiştir. I.Dünya Savaşı‟yla başlayan Fransız ve İngiliz manda idareleri, II.Dünya Savaşı‟yla birlikte yerini bağımsız devletlere bırakmıştır. Filistin‟in İsrailleşme süreciyle başlayan, Lübnan‟da nerdeyse rutinleşen ve Suriye‟de on yıldır devam eden iç savaşlar / çatışmalar süreci, son 70 küsur yılın özeti gibidir.
Bu tarihî altyapının dışında Suriye, Lübnan ve Filistin/İsrail kısmında bölgeler üzerinden Türkmen yerleşim yerleri ve isim taramaları yapılmıştır. Bunların önemli bir bölümü tablolaştırılmıştır. Ayrıca bu ülkelerdeki Türk/Türkmen toplulukları sosyo-kültürel yönlerden ayrı ayrı ele alınmıştır. Ve eldeki verilerin analiziyle hem tanı bazlı hem de öneri bazlı bilgi değerlendirmeleri yapılmıştır. Sınırların belirsiz, karmaşanın ise sürekli olduğu Levant yöresinde toplulukların davranış alışkanlıkları ve algıları yazgılarının da şekillenmesinde başat rol oynamayı sürdürmektedir.Filistin Türkmenleri bugün büyük topluluklar halinde Filistin Devleti ve Ürdün Krallığı sınırları içinde yaşamaktadırlar. Türkmenler Ürdün'deki Cenin kampında yoğun olarak bulunmaktadır. Türkmenler bu bölgelerde genellikle Vadi Berkin, El-Almaniye semtleri ile Bir El-Paşa şehrinde yaşarlar. Bu topluluktaki Türkmen gençlerinin Filistin Kurtuluş Örgütü içinde silahlı teşkilatları vardır.Türkmenlerin ayrıca kadrosu ve liderliği olan kendilerine özgü Aksa Şehitleri isimli bir askeri örgütleri de bulunmaktadır. Bu örgüt Siyonistlerin saldırılarına karşı Cenin kampını korumak amacıyla bu kampın içinde sürekli olarak üs kurmuşlardır. Türkmenler ekonomik, kültürel, siyasi ve askeri bakımdan oldukça güçlüdür. Filistin Devleti, kuruluşundan beri aşiret yapısını anayasal olarak tanımıştır.
Türkmenlerin Ulusal Meclis, Yürütme Kurulu, Merkezi Komisyon ve Hükümet organlarında temsil edilmeleri için tüm kapılar açık tutulmaktadır. Hükümet içinde Türkmen kökenli milletvekili ve bakanlar da her zaman olmuştur. Bugün Filistinli Türkmenlerin bir bölümü Ürdün'de varlığını sürdürmektedir. Ancak Ürdün'deki Filistinli Türkmenler ile Batı Şeria'daki Filistinli Türkmenler arasında görüşmeler ve iletişim her münasebette devam etmiş ve etmektedir.Batı Şaria Türkmenlerinin sayısı 50 - 60 bini bulmaktadır.İkinci Türkmen topluluğu ise Ürdün Krallığı'nın doğu bölgelerinde yaşamaktadır. Türkmenler Ürdün'ün istisnasız tüm vilayetlerinde ve Filistin mülteci kamplarında bulunmaktadırlar. Ürdün'ün bir şehri olan İrbid'de Filistin Caddesi boyunca uzanan bir Türkmen mahallesi ve aynı şehirdeki Hukema Caddesi boyunca uzanan bir başka Türkmen mahallesi daha vardır. Sadece İrbid şehrindeki toplam Türkmen nüfus 55 bini bulmaktadır. Bu şehrin yakınlarında Filistin müftüsü Şehit Azmi kampı yer almaktadır. Bu kampta 10.000 Türkmen yaşamakta dır. İrbid şehrinin yakınlarında da El-Reyyan isimli bir Türkmen şehri vardır. Bu şehrin nüfusu üç bini bulmaktadır. El-Bakaa kampında da 5.500 Türkmen yaşamaktadır.
El-Zerkaa şehrinde ise, bu şehrin mahallelerinde küçük çaplı Türkmen toplulukları vardır. Toplam nüfusları 1.500 olan bu topluluklar ticaretle uğraştıkları gibi Uluslararası Yardım Ajansı'na bağlıOnrua'nın okullarında öğretmenlik mesleğini icra etmektedirler. El-Zerkaa şehrinin yakınlarında bulunan El-Sahne kampında da 5.000 Türkmen yaşamakta dır. Bunun dışında Ürdün Krallığının başkenti Amman'da avukatlık, doktorluk, hakimlik ve öğretmenlik gibi meslekler icra eden bini aşkın Türkmen bulunmaktadır. Bunların bir kısmı da özel şirketler ve özel okullara sahiptirler. Amman şehrinin yakınlarında Şilter adlı bir Filistin mülteci kampı vardır. Bu kampta da 10.000 Türkmen yaşamaktadır. Yine Amman şehrinin yakınlarında bulunan Sahab şehrinin batı bölgesinde "Türkmen Mahallesi" isminde bir mahalle vardır. Bu mahallede bin ile bin beş yüz arasında Türkmen nüfusu bulunmaktadır. Filistin Türkmenleri Müslüman olup Hanefi mezhebine bağlıdırlar. Müslümanlığa bağlı, muhafazakar, örf, adetlerini koruyan ve birbirlerine bağlı insanlardırlar. Onlar Filistin'i vatanları olarak kabul ederler ve er geç Filistin uğruna şehit olmayı arzularlar. Filistin kamplarını kendilerine mesken olarak seçenlerin ise çocukları gurbette çalışmaktadırlar.
Özellikle Birleşik Arap Emirliği, Kuveyt, Katar, Bahreyn ve Suudi Arabistan Krallığı'nda çalışmak için giden çocuklar genellikle eğitim, tıp ve mühendislik sektörlerinde çalışırlar. Bazıları da Kanada ve ABD'de bulunurlar ve arada büyük mesafelerin olmasına rağmen, her yıl Ürdün'e gelip yılık izinlerini aileleri ve Türkmen akrabaları arasında geçirirler.Başta Türkmen toplumu olmak üzere Filistin toplumunun yaşadığı ağır şartlara rağmen, Filistinlilerin eğitim seviyesi dünyanın ileri gelen ülkelerindekitoplumların seviyesiyle rekabet edebilecek seviyededir. 1970 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü ile Ürdün arasında meydana gelen "Kara Eylül" savaşından sonra Ürdün Hükümeti; Millet Meclisini, ordu ve devletin resmi makamlarını Ürdünlüleştirmeye başlamıştır. Buna bağlı olarak, Ürdün'de ikamet eden Filistinlilere sadece uyrukluluk kalmış, kimlikleri asimile edilmiştir. Bu tutum 1949 ve 1950 yıllarında Filistinliler ile Ürdünlüler arasında imzalanan Eriha anlaşmasına aykırı bir hareket olmuştur.Suriye'de olduğu gibi Filistin - Ürdün coğrafyasında kalan Türkmenlerle Türkiye'nin hiçbir ilgi ve alakası malesef olmamış , Türkmenler kaderleriyle başbaşa bırakılmıştır. Ümidimiz Türkiyenin Filistin ve Ürdün devletleri ile gerekli girişimler başlatılır , Filistinli Türkmenlerin yarınlarına dair siyasi , kültürel ve diplomatik adımlarla bölge Türkmenlerine sahip çıkılır.
Filistin Türkmenlerinin soyağacının kökleri de dalları da bu topraklara uzanır. Onlar bizim birinci dereceden akrabalarımızdan. Bizim onlara bir vefa borcumuz yok mudur? Mesela Filistin Türkmenlerinden olan Ahmet Esad El-Şukeyri, Osmanlı'nın dördüncü ordusunda müftülük görevini yapan bir babanın oğludur. Şukeyri 1936-1939 yıllarında Filistin ayaklanmasına katılmıştır. Ahmet El-Şukeyri Filistin elden gittikten sonra o zaman mevcut bulunan yedi Arap devletinin onayını alarak Filistin Kurtuluş Örgütünü kurmuş, örgütün yürütme kurulu başkanlığını üstlenmiş ve Filistin Kurtuluş Ordusunun oluşmasında aktif rol almıştır. Filistin Türkmenleri , Irak Devletinin tam desteğini alan bu orduyaönemli katkıda bulunmuşlardır.
Ahmet El-Şukeyri silahlı mücadelenin Filistin sorununu çözecek tek yol olduğunu savunmuş ve bu doğrultuda çaba harcamıştır. Bu çabalar Siyonist rejiminin Ramallah ilçesine bağlı Kabye köyü ile El-Halil ilçesine bağlı El-Semua köyünde gerçekleştirdikleri katliama kadar devam etmiştir. Bu katliamlar Filistin'in, Ürdün Devleti tarafından yönetildiği süre içinde meydana gelmiştir. Sultan Kayıtbay'ın Kudüs'teki vakıflarına ait Osmanlı Devleti döneminde tutulan 937 (1530-31) tarihli tahrir kaydı (BA, Tapu Tahrir Defteri, nr.522) FİLİSTİNDE TÜRKMEN VARLIĞI Türkmenler Ortadoğu'da özgürlüklerini kazanıp devlet ve emirlikler kurdukları zaman Filistin dahil bütün İslam ülkeleri güçsüz, parçalanmış veya topaklarından parçalar koparılmış ve Haçlı ordularının kılıçları altında inlemekteydi.
Kurlu Bey 462'de (1069-70) Filistin'de bir Türkmen beyliği kurdu. Onun 463'te (1071) ölümü üzerine beyliğin başına geçen Atsız bin Uvak el-Harezmi, ayrıca al-Aksis, Atsız ibn Uvak, Atsız ibn Ok ve Atsız ibn Abak olarak da bilinir (ö. 1078 ya da 1079), 1071´de Fâtımî Halifeliği´nden ele geçirdikten sonra Filistin ve Güney Suriye´de Navakiye Türkmen Beyliği´ni kuran Harezmli Türk komutanıdır.Atsız bey. Uvak Kudüs'ü zaptedip Abbâsî Halifesi Kāim-Biemrillâh ve Selçuklu Sultanı Alparslan adına hutbe okuttu. Atsız'ın emîrlerinden Şöklü de 1074'te Akkâ'yı alıp buradaki Fâtımî hâkimiyetine son verdi. Daha sonra kendisine karşı isyan eden Emîr Şöklü'yü öldüren Atsız Kudüs, Remle, Taberiye, Trablusşam, Sur, Akkâ, Humus ve Refeniye gibi şehirleri ele geçirip hâkimiyet sahasını genişletti. Atsız Mısır'ı zaptetmek amacıyla çıktığı seferde Fâtımîler karşısında ağır bir yenilgiye uğradı ve güçlükle Dımaşk'a dönebildi (10 Receb 469 / 7 Şubat 1077). Bu yenilgiyle Suriye ve Filistin'deki toprakları Fâtımî hâkimiyetine geçti; ancak Atsız daha sonra yeni bir ordu hazırlayıp başta Kudüs olmak üzere kaybettiği bütün şehir ve kaleleri geri aldı. Bu sırada Sultan Melikşah'ın kardeşi Tutuş Suriye-Filistin Selçuklu Devleti'ni kurdu (1079); ardından da Kudüs ve civarını Artuk Bey'e iktâ etti.Suriye ve Filistin´in büyük bir kısmını fethederek Selçuklu sınırları içine alan ve kendisine "el-melikül-muazzam" lakabı verilen Atsız, Selçuklu hanedanı gibi Oğuzların Kınık boyuna mensuptu.
Artuk Bey'in 484'te (1091) ölümünden sonra yerine geçen oğulları Sökmen ile İlgazi, Kudüs'ün 1098'de Fâtımîler tarafından zaptı üzerine Filistin'den ayrılmak zorunda kaldılar. Haçlılar 15 Temmuz 1099'da Kudüs'ü işgal ederek binlerce müslümanı katlettiler. Selâhaddîn-i Eyyûbî'nin 1187'de Kudüs'ü fethine kadar devam eden Haçlı hâkimiyeti sırasında Filistin savaş ve karışıklıklara sahne odu. Eyyûbîler zamanında İtalyan, Fransız ve İngiliz tüccarları Filistin'in çeşitli şehirlerinde yoğun ticarî faaliyetlerde bulundular. Selâhaddîn-i Eyyûbî'nin ölümünün (589/1193) ardından Filistin'de bazı karışıklıklar çıktı ve Kudüs 1229'da yapılan bir anlaşma ile yeniden Batılılar'ın yönetimine bırakıldı; ancak bu durum uzun sürmedi ve on beş yıl sonra tekrar müslümanların eline geçti. Selâhaddîn-i Eyyûbî Kudüs'ü alınca eskiden sürülmüş bir kısım yahudinin dönmesine izin vermiş, şehirdeki âbideler üzerinde onarım çalışmaları yaptırmış ve sağladığı kitaplarla Mescid-i Aksâ kütüphanesini zenginleştirmiştir.
Filistin toprakları Memlükler tarafından, özellikle Sultan Baybars'ın çabalarıyla Haçlılar'ın elinden parça parça geri alındı ve 690'da (1291) Akkâ, Kaysâriye ve diğer bazı şehirlerde bulunan Franklar da bölgeden uzaklaştırılınca yeniden fetih tamamlanmış oldu. Memlükler zamanında yeni bir idarî teşkilâtlanmaya gidildi ve Filistin Gazze, Lüd, Kakun, Kudüs, Halîl ve Nablus olmak üzere Dımaşk'a bağlı altı bölgeye ayrıldı.Memlük dönemi Filistin'de müslüman nüfusun en yoğun olduğu dönemdir. Bu yıllarda hıristiyanların bölgeye girmelerine izin verildiği gibi gördükleri baskı sonucu Avrupa'dan kaçan yahudilere de sığınma hakkı tanındı. Dönemin bir diğer özelliği Abbâsîler'le filizlenmiş olan vakıf sisteminin daha da gelişip yayılmasıdır. Özellikle Kudüs'te devlet görevlilerinin girişimiyle dinî ve sosyal amaçlı birçok vakıf kurulmuştur.
Irak'taki Erbil Emirliği ile iletişim kurarak önce Ali Küçük komutasında olan bir Türkmen ordusunun ve sonra yine de Erbil Emirliğinden Zeyneddin Yusuf komutanlığındaki diğer bir Türkmen ordusunun kendisine katılmasını temin eden Selahaddin Eyyübi ,bu ordular 20 Eylül 1187 tarihinde Kudüs şehrini kuşatmış ve 14 gün süren kuşatma neticesinde Kudüsü teslim almıştır. Kudüs fethedilip, durumun istikrara kavuşmasından sonra İslam orduları Filistin'in batı bölgelerine yönelerek Murc Beni Amirin batı taraflarında karargah kurmuşlardır. Komutan Muzaffereddin Küçük, Filistin kıyılarında bulunan Akka şehrini kuşatmıştır.
Bu arada Mısır'dan Filistin'e bir askeri ikmal hattı açılarak Türkmen kökenli Rukneddin El-Zahir Baybars komutanlığında bir ordu Filistin'e yönelmiş, arkasından komutan Halil Bin Kılavun komutanlığında Memlukler'den oluşan bir ordu gelmiştir. Bu ordular haçlı güçlerini tüm Filistin kıyılarından güneydeki Gazze şehrine kadar kovmayı başarmıştır. Selahaddin ve Baybars Türkmenlere geniş ölçüde araziler tahsis etmiş ve onların bu bölgede yerleşmelerini temin etmiştir. Bahsi geçen Filistin kıyı şehirleri Akka, Kaysarya, Atlit, Fredis şehirlerini kapsamaktaydı. Türkmenler 1920 yılında konar göçerliliği terk ederek yerleşik hayata geçmek amacıyla kendilerine köyler inşa etme kararını almışlardır.
Türkmenler bu amaçla yüksek coğrafi alanları ve suyu bol olan arazileri seçmişler ve birbirinden uzak olan köyler oluşturarak evlerini inşa etmeye başlamışlardır. Türkmenlerin bir bölümü eski çağlardan beri yerleşik hayat sürdürürken, diğer bir bölümü de göçebeliği yeğlemişlerdir. Yedi kabileden oluşan Filistin Türkmenleri aynı köktendirler. Şüphesiz ki bu Türkmenler kesintisiz olarak Hicri yedinci asırdan beri bu toprakları kendilerine yurt olarak seçmişler ve oralarda varlıklarını sürdürmüşlerdir. Türkmenlerin başlangıçta yerleştikleri bölgeler Türkmen olma sıfatını kaybetmişse de, oralarda geçerli olan Türkmen isimleri hala kendini korumaktadır.
Filistin'in Nablus şehrinde Türkmenler, Sifalılar adını alarak hala yoğunlukta yaşamaktadırlar. Bunlar Osmanlı ordusu komutanı Şahsivar'ın torunlarıdır. Filistin'in Tulkerim şehrinde Türkmenler, Türkmen olmayan ad ve lakaplarla varlıklarını sürdürmektedirler. Bunlar da Osmanlı ordusu komutanı Şah Mesut'un torunlarıdır. Safad şehrinde yoğunlukta yaşayan Türkmenler Filistinli Saidanoğulları kabilesindendir. Türkmenler Murc Beni Amir, Kerkur ve Gazze'de yoğun olarak bulunmaktadır. Ürdün'ün doğusunda bulunan Gor Damye'de yaşayan Türkmenler, bundan beş yüz yıl önce Murc Beni Amir'de yaşayan Mutlak Ağa El-Şukeyri'nin torunları olduklarını söylemektedirler. Bu da Mutlak Ağa, kardeşi Hıdır Ağa ve onlara bağlı olan Türkmen ordularının ne denli eski bir zamanda oralarda bulunduklarını göstermektedir. Şeyh Mutlak Ağa'nın miladi 1872 yılında vefat etmesiyle Şeyhlik unvanını onun yakın arkadaşı ve kardeşinin damadı olan Şeyh Hüseyin El-Hatip teslim almış ve aynı yılda ilk Türkmen Aşiret Meclisini kurmuştur. Bu meclis 1935 yılında Şeyh Hüseyin El-Hatip'in vefatına kadar görevini yerine getirmiştir.
Bu tarihten sonra Şeyhlik görevini Saidan Oğulları kabilesinden olan Şeyh Hasan Mansur El-Musa üstlenmiştir. Saidan Oğulları kabilesi yedi Türkmen kabilesinin en önemlilerinden biridir. Bu kabilenin adı altında altı adet Türkmen köyünün merkezi olan El-Mensi köyünde dört büyük kabile bulunmaktadır. Hasan Mansur El-İsa beş üyeden oluşan bir Devrim Komuta Konseyi kurmuş, Türkmen gençlerindenoluşan on iki bölüğe on iki komutan atamıştır. Ayrıca bir Devrim Mahkemesi kurmuş ve devrime katılmak isteyenleri eğitmek üzere bir askeri uzman istihdam etmiştir. Bu aşamadan sonra da Filistin'in kuzey vilayetinde manda hükümetine ve Filistin'e Siyonist göçe karşı Türkmen ayaklanmasını resmen ilan etmiştir. Devrimin başarılı olması ve güçlenmesi manda hükümetini şaşkına çevirmiştir. Devrim mahkemesi Siyonist esirleri yargılamış ve onları idam cezasına çarptırmıştır.
Devrim güçleri müteaddit defalar İngilizlerin işgal ordusuna ait Beyt Kıleym gibi karakollarını basmış ve oradaki İngiliz askerleri öldürmüştür. Manda hükümeti buna karşılık olarak 1939 yılının kış mevsiminde El-Mensi kasabasına piyade güçleri, tanklar ve uçaklarla saldırılar düzenlemiştir. Devrim komutanlığı saldırıların yoğunluğunu görünce ateş açmama emrini vermiştir. Bunun üzerine de beldede bulunan kadın, erkek, genç ve yaşlı insanların tamamını tutuklamıştır. Bunları üç ay boyunca işkenceye tabi tuttuktan sonra yavaş yavaş salıvermeye başlamışsa da devrimin beş liderini serbest bırakmamış ve durumlarının belirsizliği devam etmiştir. Manda Hükümeti onların akıbetinden hala sorumludur. Türkmenlerin Manda Hükümeti aleyhine açmış oldukları davalara rağmen Manda Hükümeti suçlamayı reddederek, onları tutuklamadığı iddiasını tekrarlamıştır. Türkmen Kabileleri İngiltere'nin El-Mensi kasabasına saldırmasını, devrim liderlerinin durumlarının belirsiz olmasını ve insanlarının işkenceye tabi tutulmasını felaket boyutunda olay bazında addetmişler ve bu olayları zaman hesaplamasında bir tarih olarak kullanmışlardır. 1948 yılının Mayıs ayı başlangıcından itibaren Filistin'deki durum daha kötüye gitmeye başlamıştır.
Zira Siyonist terör örgütleri o günlerde Filistin'inDeir Yasin köyünde korkunç bir katliam gerçekleştirmişlerdir. Bu katliamda aralarında çocukların ve hamile kadınların da bulunduğu 250 kişi hunharca katledilmiştir. Ancak, Siyonistlerle Türkmenler arasında 1948 yılının Nisan ayının yedisi akşamına kadar bir sıcak temas gerçekleşmemiştir. O akşam komutan Fevzi Kavukçu Kurtuluş Ordusuyla birlikte El-Mensi kasabasına girmiş ve gece vakti Türkmen köylerinden nispeten uzak olan koloniyi bombalamıştır. İkinci günün sabahı bir İngiliz subayı askeri aracıyla El-Mensi kasabasına girerek Fevzi Kavukçu'yu sormuş, hiçbir cevap alamayınca da geri dönmüştür. Dokuz Nisan 1948 günü Arap ordularının başkomutanından Fevzi Kavukçuya kasabayıderhal terk etmesini talep eden bir emir yöneltilmiştir. Arap ordularının başkomutanı o sıralarda Doğu Ürdün'deki sarayında Arap ve Arap olmayan komutanları karşılamaktaydı.
Kavukçu, Arap Orduları Genel Komutanının emri üzerine geceleyin geri çekilmiştir. Sabah olduğunda koloniyi izleyen bazı Türkmen kişiler çok miktarda yük araçlarının koloniden hızla ayrıldığını görünce Siyonistlerin saldırı hazırlığı içinde olduklarını anlarlar. Bunun üzerine çadırlarda yaşayan Türkmenler Kerkur Bölgesini terk edip El-Mensi kasabasını göç ederek kadın ve çocukları Ayn El-Mensiye köyüne yerleştirirler. Türkmen köyleri bir yandan savunma hazırlığına başlarken, diğer yandan da Arap orduları başkomutanına silah talebiyle bir heyet gönderirler. Ancak komutan silahlarının olmadığını bildirerek taleplerini reddeder. El-Mensi kasabası Nisan 1948 ayının onuncu sabahında Hajana ve Balmah çetelerinin saldırısına uğrar, üç gün süren çatışmada birçok Türkmen şehit düşer ve 13 Nisan 1948 günü kasaba çetelerin eline geçer. Filistin topraklarının gasp edilmesi faciası karşılığında, başta Arap ordularının başkomutanı olmak üzere cihat etmeleri yerine mal ve mülkleriyle meşgul olan kişiler Rodos adasına koşarak Siyonist çetelerle sonu olmayan bir ateşkes anlaşmasını imzaya koydular.
Bu duruma ve bir milyon yedi yüz bin Filistinlinin perişan vaziyette yerlerinden ve yurtlarından kovulmalarına, Arap aleminden hiçbir tepki gelmemiştir. Filistin medyası da Siyonistlerin Filistin halkını kesmelerine sessiz kalmıştır. Siyonist çeteleriyle ateşkes anlaşmasının imzalanmasından sonra bile Filistinlilerin ellerinde olan birçok köy de istilaya uğramıştır. Bu duruma da, köyleri terk edip istilacı Siyonistlere bırakılmasını teşvik eden Filistin medyası sebep olmuştur. 1948 felaketi sonucunda tüm varlıklarını kaybeden Türkmen aşiretlerin bir kısmı akrabalık bağları olan Golan Türkmenlerinin yaşadıkları bölgeye göç ettiler. Göç eden Türkmenlere orada çok miktarda tarım arazisi bahşedildi ve bir yıl boyunca Hitel köyünde ikamet ettiler. Ancak Cenin şehri yakınlarında ve Murc beni Amir'in doğu tarafında bulunan Türkmen kamplarına Siyonistler tarafından saldırı düzenlendiğini duyan bu köylülerin tamamı, beraberlerinde bir kısım Golan Türkmenleriyle birlikte Filistin'e döndüler. Siyonistlerin Türkmen kamplarına saldırması olayı 1949 yılının sonla-rında vuku bulmuştur.
Siyonistlerin attıkları bombalar kampın etrafına isabet ederken, Irak'ın Telafer ilçesi halkından olan bir Türkmen komutanının komuta ettiği bir Irak ordusu bölgeye gelir. Üç gün boyunca yolda olmasına rağmen, derhal savaşa iştirak eder ve saldırganları püskürtür. Iraklı Türkmen subayının sonradan anlattığına göre, bu ordu aslında ateşkes hattı üzerinde bulunan Tolkerm şehrine doğru ilerliyormuş. Fakat Türkmen komutan, Cenin yakınlarındaki Türkmen kamplarının Siyonist saldırısına uğradığı haberini alınca yolunu değiştirerek Türkmen kamplarının bulunduğu Cenin şehrine doğru yönelir. Bu ordu Cenin şehrinin batısında olan bir bölgede karargahını kurar. Ürdünlülerle Filistinliler arasında 1950 yılında imzalanan Eriha anlaşması gereğince bir Ürdün ordusunun geçmesine kadar da o bölgede kalır.Batı Şeria'da ve Ürdün'e ait Doğu Şeria'da Türkmen toplumunun gelişmesi hakkında yapmış olduğum saha çalışmalarımda, Türkmen toplumlarındaki sosyal hareketlilik dikkatimi çekmiştir. Türkmenlerin gençleri ve yaşlıları bayram düğün ve taziye günlerinde düzenli olarak bir araya gelmekte; Filistinli mahalle, köy ve kamplarda tüm topluluklarda aşiret meclisleri, hayır dernekleri ve kooperatif faaliyetlerini sürdürmektedirler.
Ben bu Türkmenlerin anavatanla kavuşmalarını temenni etmekteyim. Filistinli Türkmen aşiret evlatları ister komutan ister asker olsun her biri nesiller boyunca Filistin uğruna şehit düşmek için çırpınmaktadırlar. Onlar eskiden beri ve şimdi de Filistin topraklarının en ücra köşelerinde bile komando faaliyetlerini sürdürmektedirler. Ayrıca Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abd-ül Nasır lehine 1956 yılındaki üçlü saldırıdan üç ay önce büyük hizmet sunmuşlardır. Türkmen aşiretleri hala işgal altındaki Türkmen köylerinin sadece 20 kilometre uzaklığında yoğun şekilde bulunmaktadırlar. Türkmenlere ait Aksa Şehitleri Örgütü'nün savaşçı ve lider kadroları Siyonistlerin 2002 yılında Cenin kampına yaptıkları saldırılarının karşısında durmuş ve yirmi şehit vermişlerdir. Saldırıyı dapüskürtmeyi başarmışlardır.
Örgüt bu bağlamda işgal edilmiş toprakların dahilinde bir dizi operasyon düzenlemiştir. Bunun en göze çarpan örneği El-Afule operasyonuydu. Siyonist oluşumunun Cenin kampını işgal ederek kampta kalanlara zarar vermek için 1949 yılından beri sürdürdükleri uğraşıları El-Aksa Şehitlerinin karşı koymaları sayesinde sonuçsuz kalmaktadır. Cenin kampı şeyhleriyle Filistin sorunu hakkında yapmış olduğum görüşmelerde 1948 yılından Filistin topraklarının kolaylıkla elden gittiğini, 1967 yılına kadar köylerinde olan bitenlere Türkmen gençlerinin aktif olarak katıldıklarını ve 1987 ve 2000 yıllarındaki direnişlerini dile getirmişlerdir. Ayrıca İngiltere'nin Filistin hakkında ve Filistin halkına karşı işlemiş olduğu cinayetlerini, Siyonist çetelerini nasıl silahlandırdığını ve koruduğunu, buna karşılık Türkmenleri genç ve yaşlı demeden tutukladığını, onlara karşı çeşitli işkenceler uyguladığını ve birçoğunu katlettiğini bütün dünya bilmektedir.Siyonistlerin 2002 yılında Cenin kampına saldırılarına karşı savaşıp şehit düşen genç ve yaşlı birçok Türkmenvardır. Filistin dahil, Şam ülkelerinde İslam tarihinin erken dönemlerinden beri siyasi partiler görülmüştür. Şam ülkelerinde Yemenli parti ve Kays partisi siyasi partilerin başında gelirdi. Yemenli partinin başkanlığını Filistin Türkmenleri üstlenmişti. Onlar, Filistin'in hem kuzey vilayetlerinde hem de iç kesimlerinde otoritelerini sürdürmekteydiler. Filistin'in büyük şehirlerinde Türkmen Seyfi ailesi hakimdi.
Bu husustaki çekişmeler Trablus vilayeti başta olmak üzere Suriye'nin ve Lübnan'ın kuzey bölgelerine kadar yayılmış ve hatta Golan bölgesini, Safad'ı ve Şam ülkesinde Türkmenler bulunduğu gibi bu yayılma tüm bölgeleri de kapsamıştır. Osmanlı Devletinin görevlileri ve temsilcilerinin zaman zaman El-Kaysi partisi aleyhine davranarak, El-Yemeni partisinin lehine müdahalede bulunmaları bu çekişmeleri arttırmaktaydı. Tutuculuk, kırsal kesimlerde şehirlere göre daha fazla görülürdü. 1711 yılında partizanlık tüm kabile ve mezhep sınırlarını aşmıştır. Bu bağlamda, her partinin kendine özgü bir bayrağı vardı. Yemen partisinin bayrağı beyaz renk ve simgesi beyaz renk haşhaş çiçeğiydi. Kaysi partisinin bayrağı ise, kırmızı renk ve simgesi kırmızı karanfildi. Yemeni partisinin Filistin'in kuzey vilayetinin tüm şehir ve kasabaları ile özellikle Trablus vilayeti olmak üzere Lübnan'ın ve Suriye'nin kuzey bölgelerine hakim olmasına kadar bu parti rekabeti devam etmiştir.Türkmenler başlangıçta zor olsa bile zamanla kamp hayatına alışmayı öğrenmişlerdir. Onlar bu süreçte yanlış anlamadan ve yanlış anlaşılmaktan uzak durmayı başarmışlardır. Türkmenler kamplardan ayrılarak Filistin'deki kendi diyarlarına dönüşün kısa zamanda olmayacağını kavramışlar ve çocuklarını karanlık ve zor hayat şartları altında eğitmeyi üstlenmiş ve bunu da başarmışlardır. Filistin Türkmenlerini en fazla acıya boğan konu ise arazilerini, köylerini ve tüm varlıklarını kaybetmek olmuştur. Bu sıkıntıların başında arazilerini kaybetmek ve tarımla ilişkilerinin kesilmesi gelmektedir. Çünkü tarım toprak demek ve toprak ise vatan demektir, vatan da hem tarih hem de coğrafya demektir.
Türkmenler Filistin halkının bir parçası olarak diğer halklarla ortak bir kültürü paylaşmışlardır. Türkmenler Filistin sığınma kamplarına yerleştikten sonra kampı, milli kimlik, din, dil ve tarih öğelerine dayanan kültür kaynağı olarak görmüşlerdir. Dinin; davranışlar, yaşam, ilişkiler ve insan ruhunun yücelmesi yönünde rolü büyüktür. Din sayesinde insanoğlunun inancı güçlenir. Allah'a dayanarak yoluna devam etmekte büyük bir enerji kazanmış olur ve var gücüyle çalışır, Allah'ın hükmüne razı olur ve O'nun kaderini reddetmez. İnsanoğlu hayatın zor şartlarına dayanarak tüm korkularını inancıyla giderir. İşte bu şekilde Filistin Türkmen gençlerinin eğitiminde olumlu tarafları güçlendirmeye ve Filistin'e yakın zamanda geri dönüleceği hususundaki söylentilerden uzak tutmuştur. Türkmen din adamları Türkmenlerin kültürel kimliklerinin temel taşı olan kapsamlı bir din eğitimi vermişlerdir. Bu bağlamda Babaların ve annelerin de birinci rolü, evlatlarının kafasındaki olumsuzlukları küçültmek ve olumlu yönleri büyütmek olmuştur.
Bu anlayış , Filistin Türkmenlerinin hayat dolu ve ümitle yaşama arzuları, onlara gelecek nesillere iyilik ve sevgiyi aşılamak yolundaki çabalarını kolaylaştırmıştır ve Türkmen aşiretler istikrara kavuşmuşlardır. Onların tuttukları yol daha açık ve parlak hale gelmiş, Türkmenler yorgunluk ve zorlukların ortadan kalkmasıyla iyileşmeye ve dengeli yaşama başlamışlardır. Onların arasında artık akraba ve toplum dayanışması başlamış ve aralarında görüşmeler ve toplantılar çoğalmıştır. Felaketin acılarını bir kenara bırakarak, bazı pasif izlenimleri düzeltmişler ve tüm zorlukları aşarak sosyal alanda planlı ve hedefi olan çalışmalar yaparak bu yolda ilerlemeye devam etmişlerdir. Onlar büyük bir azimle birçok alanda faaliyete başlamışlar, Aşiretler değişik projeler başlatmış, iş dünyasının tüm alanlarına girmiş ve beklenmedik sonuçlar elde etmişlerdir. Sürekli devam eden çabaları sayesinde giderek bireyler arasındaki ilişkiler güçlenmeye başlamıştır.
Birkaç yıl sonra da bazı aşiretler arazi satın alabilmiş ve üzerinde özel binalar inşa etmişlerdir. 1949 yılında Kral Birinci Abdullah bazı Filistinlilerle görüşerek, elde kalan Filistin topraklarını Doğu Ürdün Prensliği'ne ilhak edip Haşimi Ürdün Krallığı'nın kurulması üzerine onlarla anlaşır. Yedi Arap ülkesinin bu anlaşmaya karşı çıkmalarına ve Ürdün ordusunun Filistin topraklarına girmesini işgal olarak addetmesine rağmen, varılan anlaşma ancak 1950 yılında uygulandı. Anlaşma gereği Gazze şehrinde Ahmet Hilmi başkanlığında kurulan Umum Filistin Hükümeti hükmen düşürülmüş oldu. Filistin'deki Irak ordusunun yerini Ürdün ordusu aldı. Doğu Ürdün Prensliği Filistinlilere Ürdün uyruğu vererek, Filistinlilere kapılarını açtı. Parlamento, ordu, hükümet, devlet memuriyetleri ortaklaşa iki taraf arasında paylaşıldı.
Bu sıralarda Türkmen aşiret efradı, Murc Beni Amir'in doğu tarafında bulunan ve işgal altında olan Türkmen köylerine çok yakın olan Cenin kampı hariç,bulundukları kampları terk ederek Doğu Ürdün Prensliği'ne doğru göç etmeye başladılar. Türkmenler ondan sonra Ürdün hükümetinden ve arazi sahiplerinden İrbid, Sahab, Umman ve Zerka şehirlerinde büyük çapta arazi satın aldılar. Ürdün hükümetinden satın alınan araziler doğuda bulunan Aclun Dağları eteğinden başlayarak batıdaki Ürdün nehrine kadar uzanmaktadır. Binlerce dönüm genişliğinde olan bu araziler işgal altındaki topraklara çok yakındır ve suyu bol olduğu için bu arazilerin tamamında narenciye ağaçları dikilmiştir. Türkmenler sebze ekmek için seralar yapmışlardır. Türkmenler Umman-İrbid yolu yakınlarında El-Reyyan köyünü kurarlar. Türkmenlerin çiftlikleri Ürdün'ün tamamında bulunan çiftliklerin en güzeli olmuştur. Türkmenlerin çiftliklerinin bitişiğinde olan Ürdün Nehri Bölgesi, Filistin direniş güçlerinin işgal altındaki toprakların derinliğine nüfuz etmek için güvenli bir geçit teşkil etmekteydi.
Bu geçide Türkmen Geçidi adı verilmiştir. Adının Türkmen Geçidi olması, Siyonist rejimin 21 Mart 1968'de Doğu Ürdün'de bulunan El-Karame kampına saldırmasının ana nedeni olmuştur. Bu kamp Siyonistlerle Filistin direniş güçleri arasında vuku bulan çarpışmalara sahne olmuştur.1968 yılında vuku bulan El-Karame savaşından sonra Türkmen aşiretleri dahil, Ürdün'de ikamet eden tüm Filistinliler bölge devletlerince Filistin Kurtuluş Örgütünün savaşçılarını yok etmek için kurulan bir komplo neticesinde ağır felaketlere uğramışlardır. Savaş 1 Eylül 1970 tarihinde başlamış ve 30 Eylül tarihine kadar devam etmiştir. Bu savaşta tüm Filistin kampları ağır silahlarla bombalanmış ve Siyonist silahlı güçleri Ürdün sınırlarına dayanmıştır. Bu arada Suriye'de Nureddin El-Atasi Cumhurbaşkanı ve Yusuf Zain Başbakan iken, Suriye silahlı güçleri Ürdün'ün kuzey bölgelerini işgal etmiştir. Başkent Amman'a doğru yönelerek Cereş vilayeti yakınlarına kadar ilerlemiş ve o bölgede durmuştur.
Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abd-ül Nasır ile Suriye yetkilileri arasında yapılan görüşmeler sonucunda da Suriye güçleri Ürdün'den geri çekilmiş ve Ürdün ile Filistin Kurtuluş Örgütü arasında bir anlaşma taslağı hazırlanmak üzere Cafer El-Numeyri başkanlığındaÜrdün'e bir heyet gönderilmiştir. Görüşmeler sonucunda Filistin Kurtuluş Örgütü savaşçılarının Filistin kamplarından çekilmesi, bu güçlerin Ürdün ormanlarında konuşlanması kararlaştırılmıştır. Görünüşte bir barış sağlanmıştır. Barış göstergesi olarak, ormanlara konuşlanan Filistinli savaşçılara bir öğle yemeği gönderilmiştir. Savaşçılar yemeklerini yerken Pakistan savaş uçakları onları bombalamış ve bulundukları ormanları yakmıştır. Aynı anda sürpriz bir şekilde Cemal Abdül Nasır'ın vefat ettiği haberi açıklanmıştır. Pakistan hava kuvvetlerine ait uçaklar ormanı ve savaşçıları yok edene dek saldırılarına devam etmişlerdir.
Filistin kamplarında ve Ürdün'ün değişik şehirlerinde bulunan Filistinliler, şehitler için siyah bayraklar açmışlardır. Şehitlerin arasında Filistin Kurtuluş Örgütü savaşçılarından olan Türkmen aşiretleri fertleri de vardı ve onlardan hiç kurtulan olmamıştır. Türkmen aşiretleri bu Kara Eylül savaşını Filistin'nin ikinci felaketi olarak nitelendirirler. Savaş bittikten sonra komplonun ikinci evresi hayatta kalan Filistinli savaşçıların Lübnan'a göç etmeye zorlanması şeklinde olmuştur. Bu şekilde Siyonistlerin, "Filistinsiz İsrail olmaz, Kudüs'üz Filistin olmaz, Heykel'siz Kudüs olmaz" söylemi derhal uygulanmaya geçmiştir. Bu senaryo bugün de Batı Şeria'nın ve Kudüs'ün birlikte Yahudileştirilmesiyle devam etmektedir.Ortadoğu coğrafyası Osmanlının elinden çıkmasıyla sahipsiz kalan Filistin Türkmenleri Cumhuriyet döneminde de kaderleriyle baş başa bırakılmıştır. Bu hal bir an evvel ortadan kaldırılmalıdır.
kaynaklar
Ali Sevim, Suriye ve Filistin Selçukluları Tarihi, Ankara 1983, s. 63-65, 84, 157-161, 168-169, 179-183.
a.mlf., "Suriye ve Filistin'de Selçuklu Fetihleri ve Sonuçları", Atatürk Konferansları V: 1971-1972, Ankara 1975, s. 25-38.
L. Stein, The Balfour Declaration, London 1983, s. 547-548.
Edward Said, Filistin Sorunu (trc. Alev Alatlı), İstanbul 1985, s. 36.
Ribhi Halloum (Abu Firas), Belgelerle Filistin, İstanbul, ts. (Alan Yayıncılık), tür.yer.
Ekrem Memiş, "Filistin Kime Aittir?" (a.e. içinde), s. 111-124.
Fahir Armaoğlu, Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları (1948-1988), Ankara, ts., s. 3-71, 267.
Zaferülislâm Han, Târîḫu Filisṭîn el-ḳadîm, Beyrut 1406/1986.
Sevim, Ali (1991). "Atsız b. Uvak". TDV İslâm Ansiklopedisi. 4. Türkiye Diyanet Vakfı.
Richards, D. S. (Trans.) (2002). The Annals of the Saljuq Turks: Selections from al-Kamil fi´l-Ta´rikh of ´Izz al-Din Ibn al-Athir. Abingdon: Routledge. ss. 172, 190, 192-193, 197-198. ISBN 0-700-71576-2. 20 Aralık 2019 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 31 Aralık 2019.
Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.