DIŞ GÜÇLER, İLAHİ GÜÇ ve AHLẨK
Her ne kadar birileri son demeçlerinde ülkenin ekonomisini artık ilahi güce bağlamış olsa da, yakın zamana kadar durumun sorumlusu olarak ‚dış güçler', ‚faiz lobisi', ‚döviz spekülatörleri' adlandırılıyordu.
Bunlarla beraber bir de yastık altında döviz tutan, yani Türk Lirası'nı dövize değiştirerek elde ettiği dövizleri saklayan vatan hainleri sorumlu olarak gösterildi. Hatta hala ilahi gücün yanı sıra böyle yapan vatandaşlarımızın davranışının ekonomik gidişatta payları olduğu düşünülmekte.
Örneğin AKP Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş "Devletin vermiş olduğu parayı dövize yatırmak bir ahlâksızlıktır" demiş.
Elbette durumda ilahi gücün katkı payının ne kadar olduğu hakkında somut bir şey söylemek benim haddimi fazlasıyla aşar.
Gerçi ben Tanrı'nın insana verdiği aklı kullanmasını bekleyerek, döviz kuru, ekonomik dalgalanmalar gibi ufak tefek şeylerle fazla ilgilenmediğine inananlardanım. Sene olmuş 2021, herkesin cebinde tüm dünya ile iletişim kurabileceği cihazlar var. Onun için günümüzde insanların binlerce yıl evvel kuraklık yüzünden hasatını kaybeden toplumlar gibi kötü gidişatı ilahi güce bağlamaları bana pek inandırıcı gelmiyor. Ama konunun bu boyutuyla alakadar yine de yorum yapmak istemiyorum.
Olayın diğer boyutuna, yani ‚dış güçlere', ‚faiz lobilerine' ve yastık altında döviz saklayan vatandaşlara gelince, olayın yansıtıldığından veya belki de vatandaşın algıladığından farklı olduğunu düşünüyorum.
Sermaye piyasalarında 25 yıllık tecrübe sahibiyim.
Ve evet, Londra'da, Frankfurt'ta, New York'ta, Singapur'da ve bir çok daha az veya fazla etkin finans merkezlerinde bir sürü ekranın önünde oturarak her türlü döviz ve tahvil satımı ile para kazanan profesyonel yatırımcı elbette var. Aynı İstanbul'da olduğu gibi. Ve muhakkak ki bunlar dünya çapında piyasaların akışı ve dalgalanmaları ile para kazanıyorlar. Bu inkar edilemez bir gerçek.
Ama benim tecrübeme göre paranın dini, imanı veya ideolojisi yoktur. Yatırımcılar parayı nereden kâr edebileceklerse oraya yönlendirirler. Örneğin 2008 küresel krizinde bu gelişmiş piyasalarda ciddi bir güven sorunu oluştu. Pazarda nice trilyon değerinde batık tahvil vardı ve kimse hangi kurumun bilançosunda bu ‚zehirli' dedikleri tahvillerden ne kadar olduğunu bilmediği için birbirlerine yatırım yapmaktan, yani para vermekten vaz geçtiler. Müthiş bir güven krizi oluştu. Sonra Türk bankacılık sektörünün mevzuatı gereği Türk bankalarında böyle tahvillerin olmayacağını anlayan bu yatırımcılar parayı oluk oluk Türkiye'ye akıtmaya başladılar.
O zamanlar kimse ‚dış güçler' demiyordu!..
Peki o zaman Türkiye'ye yatırım yapan yatırımcılar ne oldu?
Elbette piyasadan çıktılar. Çünkü yatırımcının kârdan da çok önemsediği bir şey varsa o da hukuki güvencedir.
En geç anayasa referandumundan sonra ‚Türk tipi başkanlık' sistemine geçilmesi ve kuvvetler ayrımının artık resmen ortadan kaldırılması ile yatırımcı piyasaya olan güvenini kaybetti.
Ama sadece bu kadarla da kalmadı, borca dayalı, üretimden uzak bir ekonomiye bir de finansal sektörde alınan yanlış kararlar ve son dönemin faiz indirimleri ile eksiye düşen reel faiz, ülkenin finans ekonomisinin de diğer piyasalara nazaran cazibesini kaybetmesine sebep oldu. Ve dolayısıyla artık hala Türkiye'de yatırımı olan bir kaç finans kurumu da kaldıysa onlar da piyasadan çıktı.
Dolayısı ile ben yabancı yatırımcının hala piyasayı etkileyecek derecede Türk Lirası sattığını düşünmüyorum, çünkü zaten Türk Lirasından çoktan çıktılar ve Merkez Bankası'nın uygulamaları ile vadeli takas imkanları da iyice kısıtlandı.
Peki ülkeyi sadece finans sektöründe değil, genel olarak kârsız hale getiren neydi? Ve TL neden hala sürekli düşüyor?
İnsanın hayatta kalması için tüketmesi gerek.
Yemek, içmek, enerji, kıyafet ve bu temel ihtiyaçların yanı sıra bir çok başka şeyi tüketmemiz gerekiyor.
Her ekonominin üretiminde en etkin iki unsur ise iş gücü ve enerjidir.
Türkiye enerjisini ithal eden bir ülke.
Dolayısıyla uluslar arası enerji piyasasında fiyatların artması, ülkedeki üretimin fiyatının artmasına da sebep oluyor. Ama bu yeni bir etken değil, eskiden beri öyle. Hatta bu sıkıntı ile karşı karşıya olan tek ekonomi biz değiliz. Mesela sanayi devi Almanya'nın durumu da enerji konusunda bizden çok da farklı sayılmaz. Evet, bizle kıyaslandığında nükleer enerji santralleri gibi bir avantajları muhakkak ki var, ama petrol ve gaz konusunda pek fark yok.
Almanya'nın şu farkı var; ÜRETİYORLAR.
Yani bir birim ithal ettikleri enerjiyi katma değeri yüksek olan ürüne çevirerek ihraç ediyorlar ve para kazanıyorlar.
Bizde ise o kadar yüksek katma değer sağlayacak bir üretim yok.
Biraz sahip olduğumuz üretimi de son 20 yılda babalar gibi yabancılara sattık.
Artık tarımından ilacına kadar her alanda dışarıya bağlıyız.
Dolayısıyla ülkemizde insanların tüketmeleri için gereken bir çok ürünü ya dışarıdan ithal ediyoruz, veya bu malları üretmek için gerekli olan parçaları veya ham madeleri satın alıyoruz.
Peki bunu bize satan yabancı üreticiler, ürünlerini bize hangi para birimine karşı satıyor?
Sizce TL kabul ediyor mudur?
Elbette hayır.
Ya USD, ya Avro, ya İsviçre Frankı, ya İngiliz Pound'u…
Dolayısıyla malı dışardan almaya mecbur kalan toptancımız ne yapıyor?
Gidiyor bankasına ve ihtiyacı olduğu dövizi satın alıyor, yani TL'yi satıyor. Ve satın aldığı dövizi yurtdışına gönderiyor.
Tekrarlıyorum; Neden?
Çünkü istediği malı ülkede ÜRETMİYORUZ!
Ama efendim ekonomimiz şu kadar büyüdü, bu kadar büyüdü…
Evet borçlandık ve inşaat yaptık.
Duble yollar yapıldı değil mi?
Peki o duble yollarda giden arabaların fiyatlarına ve onları kimin ürettiğine, yani o arabaları ülkede kullanmak için paranın kime aktığına baktınız mı?
Sadece yollar mı?
Kuş uçmaz kervan geçmez yerlere denizi kumla doldurarak havalimanları yaptık.
Köprüler yaptık ki vatandaş geçse de geçmese de ödesin diye.
Ve elimiz patlayancaya dek alkışladık bunları, ‚hizmet' diye…
Oysa kimsenin aklına gelmedi kâr amacı ile yapılana ‚hizmet' değil ‚ticaret' denir…
İnşaat, inşaat, inşaat…
Her yeri betonla doldurduk.
Hangi ekonomide inşaat sektörünün kalıcı kâr getirdiği görülmüş?
Hani ‚2008'den sonra ülkeye oluk oluk para aktı' dedim ya.
Bu para işte dev inşaat şirketlerine gitti.
Cengiz daha iyi koyabilsinsin diye.
Ama aynı kriz sonucu ‚Volvo' şirketi 5.1 milyar USD'ye tüm fabrikaları, tüm patentleri ile Çin'e satıldı. Hadi diyelim Çin batık Volvo'yu kalkındırmak için de 10 milyar USD ayriyeten yatırım yaptı, etti 15.1 milyar. Hadi düz rakam olsun, 20 milyar USD…
Çok para değil mi?
Evet çok para.
Ama bir de şöyle düşünün;
Merkez Bankası bu ay üç kere dövize müdehale etti.
Bildiğim kadarıyla müdehaleler başlamadan evvel Merkez Bankasının toplam rezervi (altın, döviz, İMF çekiliş hakları) 95 milyar USD civarındaydı. Cuma günkü son müdehaleden sonra baktığımda 85 milyar USD'ye düşmüş…
Aradaki fark 10 milyar!
Yani durum pek iç açıcı değil.
Onun için siz sakın ‚ahlâksız'ca(!) davranarak Türk Lirası'nı satıp döviz falan almayın.
Almayın ki paranızla yapılan sarayların itibarı zedelenmesin!
Hem madem ilahi güç bizi sınıyor, haddimize mi karşı gelmek?
Allah'ın işine karışılmaz!
Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.