BARAK BABA
Moğolların önünde büyük bir kalabalıkla Anadolu'ya gelen orta Asya Şamanları bu yörede halk sufizmini oluşturdular. Dilenci Kalender ve Haydari gibi derviş grupları, daha 12.yy sonlarında İslam dünyasının çeşitli yerlerinde görünmeye başlamıştı. Anadolu ve İran'ın batısındaki Barak Baba müritleri, yerel olarak kontrol altında tutulan, bu dini zahidlik akımının erken ve en önemli temsilcileri idi.
Barak Baba, Tokat'ın yerlisi idi. Babası bir komutan, amcası ise ünlü bir katipti. Barak Baba Kendisini bekleyen muhtemel parlak geleceği tepip Sarı Saltuk dergahına intisap ederek dervişlik yolunu seçmişti; Bir keresinde Sarı Saltuk'un ağzından çıkardığı lokmayı alıp yeyince ona Barak "kıllı köpek" adı verildi.
Onikinci yüzyıl sonlarına doğru İran'a gidip orada İlhanlı Gazan Han ve sonrasında Muhammed Hudabende Olcaytu'nun emrinde çalıştı. 1306 yılına gelindiğinde Olcaytu'nun görevlendirmesi ile gittikleri Suriye'ye Beline sarılı kırmızı bir bez parçası dışında çıplak olarak, yüz kadar bir derviş grubunun başında girdi. Başına iki yanına birer manda boynuzu takılmış kırmızımsı bir sarık sarıyor (bir başka rivayete göre ise sürekli kurt kafası ve kurt postu giyerdi.)
Sakalı kazınmış, saçı ve bıyıklan ise uzun bırakılmıştı, Yanında uzun bir nefir ve dervişlerin dilenmekte kullandığı keşkül denilen derviş kasesi taşıyordu. Hiç servet biriktirmezdi. Uzun asalar, tef, davullar taşıyan, boyunlarına asılı iplere hayvan dişleri dizili müritleri de aynı şekilde görünüyordu. Şam'a gösterişli bir girişten sonra Kudüs'e gitti ancak Mısır'a girmeyi başaramadı. İran'a geldikten sonra 1307'de Gilan'a yapılan bir sefer sırasında öldürüldü. Cenazesi Moğol hükümdarınca bir tekkenin yaptırıldığı Sultaniye'ye götürüldü.
Nereye giderlerse gitsinler müritler çalar, Barak Baba da ayı gibi oynayıp maymun gibi türkü çığırırdı. Barak Baba'nın, azgın bir kaplanı korkutmak ve vahşi bir deve kuşuna binmek gibi vahşi hayvanlar üzerinde etkileri olduğuna inanılırdı. Hakkında anlatılan hikayelere göre bir arslanın sırtına binip uçarak Mısır'a kadar gitmiş ve geri gelmişti. Beraberinde dolaşan 200 kadar müridine farz olan dini vecibeleri yerine getirmemeleri halinde kırk değnek cezası verirdi. Bununla birlikte dervişleri, oruç tutmamak ve haram yemek, ve esrar kullanmakla ün salmışlardı. Şeriate bağlı Sufiler onları reankarnasyona inanmakla ve ahiretin varlığını inkarla itham ediyor; Barak Baba'nın kendisinin ise aşırıya kaçan bir Hz. Ali sevgisi olduğunu söylüyorlar, Hz. Ali sevgisinin tek farz olduğuna inanmakla suçluyorlardı.
Barak Baba çok acayip görünümü olan ve sık sık vecde giren biriydi. Vecde geldiği zamanlarda isteri arazı gösterir, esrik olur, ağzından köpükler gelir ve bu müddet zarfında eksik, manası belirsiz bir çok cümleler, kırık mısralar sarf ederdi. Şamanın, merasime katılanların bazen anlamadıkları bir şeyler mırıldanması ezoterik bilgileri gizli bir dille iletmesi, sonraki dönem Türk sufilerinde görülen haldir. Nitekim Barak Baba'nın cezbe halinde söyledikleri buna örnektir.
Türk tarikat şairlerinin söze büyük değer vermelerinin kökeni Sibirya Şamanlarının sözü gizli bilginin kaynağı olarak görmelerine kadar uzamaktadır. Barak Baba'nın cezbe halinde söylediği deyişlerden kimileri 1355 'te Kutb el-Alevi'nin yazdığı şerh sayesinde günümüze kalabilmiştir. Deyişler günümüz okuru için hemen hemen anlaşılmaz ise de el-Alevi'nin şerhinin varlığı Barak Baba'nın ilerideki kuşaklara etkisinin az olmadığını gösteriyor.
Buna göre Barak Baba'dan Taptuk Emre'ye oradan da Yunus Emre'ye uzanan tarikat zinciri de anlamlıdır. Yunus'un kendisi de manevi silsilesini ''Bu fena mülkünde ben'' şiirinde şöyle dile getirir;
''Yunus'a Tapduk-u saltuk-u Barak'tandır nasib
Çün gönülden cüş kıldı ben nice pinhan olam''
Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.